Yoldaki İşaretler / Seyyid Kutub

Yoldaki İşaretler / Seyyid Kutub

Bu dava İslam ve insanlık tarihi boyunca Örnek olan bir nesli sahabiler Allah onlardan razı olsun neslini ortaya çıkarmıştı. Fakat böyle bir örnek nesilbir daha ortaya çıkmadı.

ÖRNEK BİR KURAN NESLİ

Bu dava İslam ve insanlık tarihi boyunca Örnek olan bir nesli sahabiler Allah onlardan razı olsun neslini ortaya çıkarmıştı. Fakat böyle bir örnek nesilbir daha ortaya çıkmadı. Bu nesli örnek edinen fertler görülegelmiştir, Ama davanın ilk döneminde olduğu kadar çok sayıda örnek insanın bir araya geldiği görülmemiştir.

Önümüzde aramızda olmayan tek unsur, peygamberimizin şahsıdır.

Bu davetin yürütülmesi ve etkili sonuçlar elde edebilmesi için peygamberimizin şahsının varlığı kesin bir zaruret olsaydı. Allah bu daveti, insanlığın tümüne şamil kılmazdı. İlk dönem neslini besleyen kaynağı araştırmak zorundayız. Yetiştirmelerini sağlayan metodu inceleyelim:

Birinci kaynak Kurandı... O dönem insanlığın elinde Eski İran uygarlığı, onun sanatı, onun şiiri, mitolojisi, inanç sistemi ve hikmet manzumeleri vardı. Yahudilik ve Hıristiyanlık Arab yarımadasının kalbinde yaşarken, eski Roma ve eski İran uygarlıkları yarımadayı Kuzey ve Güneyden sarmış bulunuyorlardı. O nesli Allahın Kitabnıa bağlayan faktör, dünya çepında bir uygarlık ve kültür kaynağından mahrum olmaları değildi. Onların bu tutumu bile bile verilmiş bir karara ve belirli bir amaca yönelmiş bir metoda ve karara dayanıyordu.

KUR"ANİ YÖNTEMİN YAPISAL ÖZELLİĞİ

Kur"an Mekke"de inen bölümü Allah elçisine on üç yıl boyunca tek meseleden söz etti. Sunuş biçimi tekrarlanmadan, kesinlikle değişmeyen tek bir meseleden...Kur"ani üslüp her seferinde, bu meseleyi ilk kez dile getiriyormuşçasına yepyeni bir sunuş biçimi ile sunuyordu.

Bu temel mesele :Akide meselesi...Akide meselesinin başlıca kurallarını "uluhiyet-ubudiyet" (tanrısallıkkulluk) ve bunların arasındaki ilişki oluşturuyordu.

Allah hikmeti gereği , elçilik (risalet) görevinin başladığı ilk günden beri akide meselesi birincil mesele olarak kabul edilmiş; Allah Elçisi davete ilk adımı, insanları "Allah"tan başka ilah olmadığı"na tanık olmaya çağırmakla atmış , on üç yıllık risalet süresince insanlara gerçek Rabb"lerini; sadece ona kulluk etmelerini öğretmekle geçirmiştir.

İSLAM"DA CİHAD

"Allah"ın, Hz.Resul"e vahyettiği ilk ayet: "Yaratan Rab"binin adıyla oku" (Alak,96:1) ayetidir. Bu ayet onun risalet görevinin başlangıcı idi. Risaletin bu aşamasında Cebrail O"na, sadece kendi kendine okumasını önermişti. Çünkü bu aşamada Resulullah başkalarını uyarmakla görevlendirilmiş değildir. Cenab-ı Hak ona, önce "Oku!" sonra: Ey örtüsüne bürünen peygamber kalk ve uyar..." buyurmuştu. Bu emrin ardından kendi kabilesini , çevresinde yaşayan diğer Arap kabilelerini, yarımadada yaşayan tüm arap milletini ve son olarak tüm dünya insanlığını uyarması buyurulmuştu.

Rasulullah peygamberlik görevi ile görev-lendirilişinden itibaren on yıl boyunca savaşsız ve haraçsız, sadece uyarma yöntemi ile davet etti insanları. Bu dönem içerisinde kendisine karşı yapılanlara sabretmesi, görmezlikten gelmesi, aldırış etmemesi emredildi.Daha sonra hicret etmesine ve düşmanları ile savaşmasına müsaade edildi. Ardından kendisi ile savaşanlarla savaşması , bir köşeye çekilip savaşmayanlara dokunmaması; en son olarak "din" tamamen Allah"a has kılınıncaya dek müşriklerle savaşması buyuruldu.

İŞTE İSLAM MEDENİYETİ

İslam sadece iki tip toplum tanır: "İslam Toplumu", ve "Cahiliyye toplumu"...

İslam toplumu itikad, ibadet, şeriat(yasama ve yürütme)sosyal ve siyasal nizam, ahlak ve yaşama biçimi olarak İslam"ın topyekün uygulandığı yaşanıldığı toplum tipidir.

Cahili toplum tipi ise, İslam"ın inanç sisteminin (İslam akidesinin) düşünce yapısının, değerlerinin, ölçülerinin sosyal ve siyasal sisteminin, ahlak ve yaşama biçiminin yürürlükte olmadığı bir toplumdur.

Bazen Allah"ı inkar etmez ancak, yeryüzüne müdahale etmekten elini çektirip sadece göklerin sevk ve idare edilmesi görevini O"na tevd"i eder. Yaşama biçimi olarak Onun koyduğu şeriatı uygulanamaz. İnsanların hayatını topyekün düzenlemek için bizzat Allah"ın koyduğu değişmez değerleri yürürlüğe koymaz; kilise, manastır, havra ve mescitlerde insanların tanrılarına ibadet etmelerini serbest bırakır fakat, bu insanların, Allah"ın şeri"atını hayatlarına hakim kılma taleplerini yasaklarlar. Böylelikle Kur"an kesin bir nasla belirttiği halde

"Gökte de ilah, yerde de ilah olan O"dur" (Zuhruf,36:84)

İSLAM DÜŞÜNCESİ VE KÜLTÜR

"Allah"ın şeriatı" denilince bu kavramla, yüce Allah"ın, insanlığın hayatını düzenlemek için bizzat koyduğu ilkelerin tümü kastedilir. Bu olgu ise itikad, hüküm(yönetim) ahlak, yaşam biçimi ve bilgi edinme ilkelerinde somutluk kazanır.

Bazılarına garip gelecek ama –İslami alanda yapılan araştırmaları okuyuculara bile- sanatsal ve düşünsel etkinlik alanlarında da dayanılacak başvurulacak kaynak yine İslam düşüncesi ve onun dayanağı olan Rabbani kaynaktır.

Sanat konusunda, sanat sorunsalı ile ilgili bütün konuları içeren bir kitap yayımlandı. Sanat, insan düşüncelerinin, tepkilerinin, beğenilerinin, varoluşunun ve yaşamın insan psikolojisi üzerinde bıraktığı etkilerin, dışa vurumu, anlatım biçimidir. Müslüman kişinin benliğinde bütün bu olgulara hükmeden tek öğe, kainatı, insan benliğini, hayatı, insanın kainatın yaratıcısı benlik ve hayatla olan ilişkilerini topyekün kapsayan İslam düşüncesidir.

Müslüman bir kimse inançla, varlıkla ilgili genel düşünce, ibadetler, ahlak ve davranış biçimleri, değerler, ölçüler, prensipler, siyasi, iktisadi ve sosyal kurumları düzenleyen temeller, insani faaliyetlerin dinamikleri ve insani tarihin hareketlerinin yorumu... ile ilgili hakikatlere özgü kılınmış bütün bu işlerde rabbani kaynaktan başka bir kaynağa başvurma hakkı yoktur. Müslüman kimse bütün bu konularda, sadece inancını yaşamına uygulayan, dinine, takvasına güvenilir bir müslümandan bilgi edinmek zorundadır. Bu konularda ancak evsaftaki bir kişi, onun üstadı olabilir.

MÜSLÜMANIN UYRUĞU VE İNANCI

İslam yeni değerler, yeni kabuller ve bunların alınacağı ölçüler getirdiği gibi insanlararası ilişkiler konusunda da yeni bir düşünce yapısı sunmuştur insanlığa.

Her şeyden önce İslam insanı Rabb"ine yöneltmek: O"nun iktidarını, değer ve ölçülerinde yegane kaynak bellettirmek, varlığını ve hayatını O"ndan aldığını, insanlar arası bağlantılarında tek başvuru kaynağının o olduğunu; bütün bunların onun iradesi sonucu meydana geldiği gibi hepsinin tekrar ona döneceğini öğretmek için gelmiştir. Ayrıca insanları birbirine ve Allah"a bağlayan tek bir bağın olduğunu, bu bağ işlevini yitirince insanlarla insanlar arasında, insanlarla Allah arasında bir sevgi bağının kalmayacağını onlara anlatmak için gelmiştir İslam. Nitekim Allah şöyle diyor:

"Allah ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah"a, Rasulü"ne düşmam olanlara dostluk ettiklerini görmezsin..." (Mücadele, 58:22)

Burada Allah adına tek bir hizip vardır; kesinlikle birkaç tane olamaz. Geri kalan hiziplerin tümü şeytan ve tağutların partileridir. Şu ayette buyurulduğu gibi:

"İnananlar Allah yolunda savaşırlar; kafirler ise tağutun yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostları ile savaşın; çünkü şeytanın hilesi zayıftır."(Nisa, 4:76)

UZUN SÜRELİ BİR GEÇİŞ DÖNEMİ



İslam, anlaşılıyor ki , doğuda batıda dünyanın neresinde olursa olsun, geldiği dönemde ve bugün insanlığın boyun eğdiği dünya düzenleri, düşünce yapıları siyasal sistemleri, kurumları, gelenek ve görenekleri, alışkanlıklarında somutlaşmış insani istekleri kamçılayarak çığırından çıkarmak için gelmemiştir. Bilakis bütün bunları ortadan kaldırmak için gelmiştir o. onları topyekün yürürlükten kaldırıp insanlığın hayatını kendi özgün temelleri üzerine yerleştirmek için gelmiştir İslam. İslam kendi eksenine oturan, kendisinden filizlenip yükselen yepyeni bir yaşama biçimi, yepyeni bir "dünya düzeni" kurmak için gelmiştir.

İslam"ı insanlara sunarken kekelememek ve tereddütlü konuşmamak, böyle konuşarak insanları kuşkuya düşürmemek; İslam"a inanmaları halinde bu imanın hayatlarında, hayat hakkındaki görüşlerinde çok köklü değişiklikler meydana getireceğinin, kendilerini ikna etmeden bırakmamamız için bu hakikati benliklerimizde güçlü ve berrak bir biçimde özümsemeliyiz. Evet İslam"a inanmaları onların hayatlarını, hayat hakkındaki düşüncelerini(dünya görüşlerini) değiştireceği gibi, tutum ve davranışlarını da aynı biçimde değiştirecektir. İslam, onların hayatlarındaki bu köklü değişimi, önceki hayatları ile kabili kıyas olmayacak hayırları onlara vererek gerçekleştirecektir. Onların düşüncelerini insani basitliklerden, ilahi yüksekliklere yüceltmek, böylelikle insan hayatına layık en yüksek seviyeye yaklaştırmakla gerçekleştirecektir bu değişimi. İçine battıkları cahiliyye kalıntılarından hiçbir şey bırakmayacaktır onlarda.

İMANIN YÜCELİĞİ



Allah:

"Gevşemeyin, üzülmeyin, en üstünsünüz, eğer inanıyorsanız? Buyuruyor. (Al-i İmran, 3:139)



Bu uyarı, inanan bir bilincin, bir düşüncenin ve ölçünün şeyler, olaylar, değerler ve kişiler karşısında sürekli takınması gereken tavrı belirlemektedir.

Bu uyarı, mü"min bir benliğin her şey, her konum, her değer ve herkes karşısında sürekli takınması gereken üstünlük durumunu ifade eder. İmanı ve imandan kaynaklanan bütün değerleri, iman temelinden başka temellere dayanan düşüncelerden ve onlardan kaynaklanan değerlerden yüce tutma durumunu...

Varlığın hakikati hakkında düşünce ve kavramam açısından en yüce mevkide olan gene mü"mindir. Çünkü İslam"ın getirdiği ölçüler içerisinde bir olan Allah"a iman etmek, bu büyük hakikati en kamil manada kavramam şeklidir. Bu kavrama biçimi ideolojiler, inanç biçimleri ve düşünce yığınları ile karşılaştırıldığında ; ister bu düşünce yapıları, inanç biçimleri ve ideolojiler eski ve yeni büyük felsefi ekollerin ürünü olarak gelsin, ister putperestlerin ve tahrife uğramış kitaplıların inançlarına dayandırılsın; isterse de karanlık maddecilik ideolojileri ile saptırılmış ideolojiler olsun... bu aydınlık, açık seçik, estetik ve uyumlu kavrayış biçimi, bu düşünce yığınları ve bu saçma sapan ideolojilerle karşılaştırıldığında, İslam inancının azameti, daha önce hiç böylesine ortaya çıkmamış bir biçimde tecelli eder. Bu bağlamda, bu bilgiye sahip olanların, elbette o bilgiye sahip olmayanlardan daha yüce bir konumda olduklarında şüphe yoktur.

YOL BU YOLDUR!



Büruc suresinde anlatıldığı gibi Ashab-ı Uhdud olayı, her yerde ve her kuşakta insanları Allah"a davet eden mü"minlerin üzerinde durup düşünmesi gereken önemli bir hakikattir.

Kur"an mü"minler için yol işaretleri çizmekte ve gayb aleminde, örtüler altında Allah"â gizlediği, yol boyunca karşılaşmaları olası ihtimallere onların benliklerini hazırlamaktadır.

Uhdud ashabı, Rab"lerine inanmış ve imanlarını herşeyden yüce tutmuş bir cemaatin öyküsüdür. Bu mü"minler, "hakk"a ve aziz, hamid olan Allah"a inanma özgürlüklerini insanların kendi onurları ile yaşama haklarını gaspeden; insanın Allah katındaki üstünlüğünü alaya alan, insanlara ettikleri dayanılmaz işkencelerle eğlenen, insanlar alevler içerisinde kıvrandığı sırada onların bu durumuna bakıp zevk alan sadist zalim, hain düşmanların baskıları ve işkenceleri ile karşılaştılar.

Bu kalplerdeki iman, o işkence ve baskılar üzerine yükseldi, kalplerdeki iman yaşamaya karşı zafer kazandı. Tağuti diktatörlerin tehditlerine aldırmadı, dinlerinden dönmeye yanaşmadılar. İmanları uğruna ateşte yandı ve öldüler...

Bu Ashab"ı Uhdud olayında mü"minlerin ruhu bütün korkulara, bütün tüm dünyevi acılara karşı; dünyanın ve dünya hayatının bütün albenilerine karşı; imtihana, işkencelere karşı, bütün çağlarda, topyekün insanlığın şeref duyacağı türden bir zafer kazanmışlardır. İşte asıl zafer budur.

Nedenler farklı da olsa insanların tümü eninde sonunda ölür. Fakat insanların hepsi böylesi bir zafer kazanamaz; böylesi bir yüceliğe ulaşamaz.; böylesi bütün dünyevi bağlardan tamamen kurtulup mutlak özgürlüğü kazanamaz; böylesi yücelere, doruklara kanatlanamaz.

Yüce Allah iman,itaat karşılığı, belalara sabretme, yaşamın dayanılması zor deneylerine, acılarına karşı sabretmenin bedeli olarak mü"minlere kalp dinginliğini vaadetmiştir:

"Onlar inanan ve Allah"ı zikretmekle kalpleri dinginliğe kavuşan kimselerdir. İyi bilin ki, kalpler ancak Allah"ı zikretmekle dinginliğe ulaşır." (Ra"d, 13:28)



bu ödül "Rahman" sıfatını taşıyan yüce Zat"ın sevgisinin ve hoşnutluğunun bir göstergesidir. Kur"an şöyle bildirmekte:

"İnanıp salih amel işleyenler için Rahman gönüllerde bir sevgi yaratacaktır."

Bu ödül, ayrıca "Mele-i Ala" da anılmaktadır.

Resulullah şöyle buyuruyor:

"Bir kulun çocuğu öldüğünde Cenab-Hak meleklere: Kulumun yavrusunun canını aldınız mı? Diye sorar. Onlar da evet derler Cenab-ı Hak: Onun canının biricik meyvesini kopardınız mı? Diye sorar. Onlar da: evet cevabını verirler Bunun üzerine devamla Cenab-ı Hak: Bütün bu yaptıklarınız karşısında kulum ne söyledi.? Diye sorar. Onlar da şu cevabı verir: sadece hamdetti ve İnna lillahi ve inna ileyhi Raciun (yani, Allah"tan geldik, ve yine O"na döneceğiz.) dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak şu emri verir meleklere: Bu kulum adına cennette bir köşk yapın ve adını "Hamd Köşkü" olarak koyun." (Hadisi Tirmizi kaydetmiş)