Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Yine Ayasofya

Ayasofya hakkında karar verecekseniz, Doğu Roma Bizans hukukunu, Ortodoksluğu, fethi, İslam hukukunu, Osmanlı hukukunu bilmek zorundasınız ve tabii Türkiye Cumhuriyeti hukuku yanında evrensel hukuku da. Bilmeden karar veremezsiniz.

Tapu kaydına baktınız mı, tapuda bir değişiklik olmuş mu?

Vakıflardaki kayda baktınız mı, değişiklik olmuş mu?

DİB kaydına baktınız mı değişiklik olmuş mu?

Kararname Resmi Gazete’de yayınlanmamış ki, yürürlüğe girsin!. Böyle bir kararnamenin gizlilik gerektiren bir husus olmadığı çok açık. Kararname olsa ne fark eder ki, hukuka uygun olmayan, yasa ya da diğer mevzuatlar suç aletidir. Kararnamedeki imzayı kaligrafik açıdan incelettiniz mi? O imza ile daha sonraki imzalar birbirinin aynı değil. Olsa ne fark eder ki, çünkü o kararnamenin üzerinde yazılı tarihte Mustafa Kemal henüz “Atatürk” soyadını almamıştı. Bu konuyu yazıyorum, çünkü ortada bir sahtecilik var. Savcılık bu konuda suç duyurusunda bulunmalı.

Kaldı ki, imza da doğru olsa, kararname de olsa, Resmi Gazete’de yayınlansa da, hukuksuz bir işlem olduğu ortada. Yeni bir mahkeme kararı ile hukuksuzluğun üstünü örtemezsiniz. Orası cami olan bir vakıf eseridir ve asırlarca mabed olarak kullanılan bir yapıdan söz ediyoruz. Böyle tarihi bir vakfiyeyi vakıf senedinde belirtilen şekilde mabed olmaktan çıkarıp müze yapamazsınız.

Ortada fiili bir durum var. Kültür Bakanlığı Ayasofya’da “fuzuli şagil” durumundadır.

Danıştay’ın kararını açıklamasını beklemeye gerek yok. Dava konusuz kalır düşer. Danıştay bir açıklama yapar, fuzuli, hukuksuz işgali tek taraflı bir kararla sona erdirir. Diyanet ve Vakıflar giderek duruma vaziyet ederler bu iş biter.

İstanbul Valiliği ve/veya Fatih Kaymakamlığı, bir başvuru üzerinde ya da re’sen konuyu ele alır, önce Ayasofya ile ilgili bir hukuki bir belge olup olmadığına bakar (ki yoktur ve olamaz. Anayasanın 90. Maddesine göre temel/evrensel hukuk ilkelerine aykırı yorum bile yapılamaz) Tapu, Vakıflar, Müftülükten, Kültür Müdürlüğünden bilgi ve belgeler istenir. Kültür Müdürlüğünün tahliyesi, Diyanet ve Vakıfların fuzuli işgalin sona ermesi ile camiyi devralıp yollarına devam etmesi için görev verilir.

Bakın, Danıştay savcısı, davacının aksi görüşte. Yapılan işlemin o günkü şartlarda doğru olduğunu söylüyor. Bu yönde çıkacak bir karar, daha önce satılan, yıkılan, ahır, depo, pavyon yapılan camiler üzerindeki bu tasarrufunun meşru kabul edilmesi anlamına gelir. Bunu meşru kabul edecek bir hukukçu olabilir mi? O nasıl bir hukukçudur, nasıl bir inanç sahibi bir kişi böyle bir karar verebilir bilmiyorum. Bu trajedinin suç ortağı olmak anlamına gelen bir kararın bugün Danıştay’dan çıkabileceğine ihtimal vermek istemiyorum. Geçmişi bir çırpıda aklayamazsınız. Millet adına karar veren bir yargı bu yönde karar veremez. Kamu vijdanı bunu kabul etmez. Fatih ve fethin askerleri, komutanları ve ben, benim gibi milyonlarca insan iki cihanda da bu kararı vereceklerden davacı oluruz.

Allah’a ve ahiret gününe iman edenler bu konuyu iyi düşünsünler. Mabedler Allah’a adanmış mekanlardır ve hiç kimse onları mülk edinemez. Onu kullanır ve yönetir, o da o konudaki ilahi kurallara bağlı olarak. Bunu laiklikle de açıklayamazsınız.

Hele, söz konusu tamamlanmamış, yayınlanmamış kararnameyi meşru kabul ederek, bu konuda yeni bir karar ittihazı konusunda topun Cumhurbaşkanlığına atılması da kabul edilemez. Bir Cumhurbaşkanı kararnamesi ile açılan bu mabed, yarın bir başka Cumhurbaşkanı kararnamesi ile tekrar müzeye ya da opera salonuna dönüştürülebilir. Böyle bir kapı açılmış olur. Böyle bir durum, Ayasofya’nın açılmasının sebeb olacağı mutluluktan daha büyük bir öfkeye sebeb olur.

Mahkemenin  bu yönde vereceği bir karar yarın 110 ülkedeki Hilafete bağlı emlak, vakıf ve caminin, tekke ve dergahın geleceği için çok kötü bir emsal oluşturabilir. Yunanistan’a, Bulgaristan’a, Sırplara söyleyecek söz bulamazsınız. Yarın Ayasofya’yı ibadete açalım derken Kudüs’ü tartışmalı hale getirebilir. Bu bir ihanet olur. Kaş yapalım derken göz çıkarırsınız. Bunun altında kalkamazsınız.

Mahkeme kararını beklemeye gerek yok. Cumhurbaşkanı tek başına idari bir kararla, bu yanlış uygulamayı sonlandırabilir. Danıştay’ın kararına da gerek kalmaz. Bu iş idari bir tasarrufla sonuçlandırılabilir ve bu işin sürüncemede kalmasının kimseye faydası yoktur. Onun için 15 günlük süreyi beklemeye de gerek yok. Davacı davasını çeker. İdare konuyu çözer, bir yanlış sonlandırılır, işler kaldığı yerden devam eder.

Bakın mahkemenin verdiği bir karar bir başka mahkeme kararı ile değiştirilir. İdari bir karar başka bir idari kararla sonuçlandırılır. Ben idarenin bu konuda yeni bir karar vermesini beklemiyorum, eski yanlış uygulamadan vazgeçersiniz, bu hem hukuki hem de idari anlamda bir sonuç doğurur.

“Fetih hakkı”, “kılıç hakkı” gibi birtakım tartışmalarla bu iş hayli örselendi. Bakın bugün ortaya koyacağınız karar daha sonrası için emsal teşkil edecektir. Vereceğiniz her karar, söyleyeceğiniz her söz yarın birileri tarafından, çok vahim sonuçlar doğuracak şekilde, aleyhimizde delil olarak kullanılabilir. Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 647 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar