Yeni Şafak Yazarı Yılmaz'dan ''IMF'' Yazısı

Yeni Şafak Yazarı Yılmaz'dan ''IMF'' Yazısı

Yeni Şafak köşe yazarı Levent Yılmaz, "Onlar Ne Yaptılar, Bize Ne Yapmamızı Söylüyorlar?" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Yeni Şafak köşe yazarı Levent Yılmaz, "Onlar Ne Yaptılar, Bize Ne Yapmamızı Söylüyorlar?" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Yılmaz'ın bahsi geçen yazısı şu şekilde:

Bir önceki yazımda etraflı bir şekilde Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kurumlardan neden uzak durmamız gerektiğine değinmiştim. Bugünkü yazımda ise bu konuyu detaylandırmaya çalışacağım.

2008 KRİZİ DERSLERİ

Kısaca 2008 Küresel Finansal Krizi’ni hatırlayalım. 2007 yılı sonuna doğru ABD konut sektöründeki sorunlar giderek büyümüştü ve önce konut kredisi veren bankalar ardından da tüm bir finans sistemini yerle bir eden kriz kapıyı çalmıştı. Krizi esas tetikleyen şey; kredi notu iyi olmayan kişilerin birincil piyasa yerine faiz oranı diğerlerine göre daha yüksek miktardan ipotekli konut kredisi edinmesiyle ortaya çıkan (subprime mortgage) kredilerdi. Bu kredilerden doğan alacakların da menkul kıymetleştirilmesi neticesinde ortaya çıkan çok yüksek riskli finansal enstrümanlar ihraç edilmeye başlanmıştı. Hatta kredi çılgınlığı o kadar ileri boyutlara gitmişti ki; geliri ve işi olmayanlara bile (NINJA Krediler) konut kredisinin verildiği durumlara rastlamak mümkündü.

Elbette böylesi yüksek riskli bir sistemin devam etmesi mümkün değildi. Sonuçta Dünya finansal krizler tarihinin en kötü krizlerinden birisi başlamış oldu. Bütün her şey herkesin gözlerinin önünde olmuştu. Konut kreditörleri bu kredileri verirken riskleri biliyordu. Hatta bu kreditörleri finanse eden kurumlar da bu riskleri görüyordu. Yani alan da satan da razıydı. Piyasa mekanizması(!) işliyordu ve olası bir aksaklıkta piyasanın herhangi bir devlet müdahalesi olmaksızın kendi kendine dengeye gelmesi serbest piyasa ekonomisinin olmazsa olmaz kuralıydı. Ancak korkulan an geldiğinde yani kriz çıktığında böyle olmadı. Devlet doğrudan piyasalara müdahale etti ve batan bankaları kurtarmaya başladı. 2010 Avrupa Borç Krizi’nde de Avrupa Birliği Komisyonu aynı şeyi yaptı. Aklıma 2000-2001 Türkiye Krizleri geliyor. O dönemde Demirbank’ın iflası ile tetiklenen krizden önce IMF, Türkiye’ye bankacılık sektöründeki sorunlu varlıkların asla ama asla devlet eliyle kurtarılamayacağını söyledi. Oysa takvimler 2008 Ekim’ini gösterdiğinde ABD Hazinesi çoktan “Sorunlu Varlıkların Kurtarılması Programı”nı devreye sokmuştu.

IMF VE DOLARİZASYON

Dünyanın her yerinde hükümetlerin doğrudan finanse ettiği alt yapı yatırımları her zaman düşük maliyetlidir. Çoğu zaman özel sektörün asla girmeyeceği projeler de hükümetler tarafından ya garanti edilir ya da finanse edilir. Esasen ABD, İngiltere ve Almanya gibi sanayileşmiş ülkeleri yüzyıllar boyunca rekabetçi kılıp öne çıkaran da bu politikadır. Ancak ABD, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler kendi gelişmelerini tamamladıktan sonra dünyanın geri kalanındaki hükümetlere bu işten uzak durmasını telkin etmiş ve bunun için IMF ve Dünya Bankası gibi kurumları kullanmıştır.

Bugün IMF’de ABD’nin yüzde 16,5’lik oy hakkı ile oldukça etkin bir veto hakkı var. Dahası IMF politikaları da ABD’nin para birimi olan Dolar’ı diğer ülkeler için zorunlu kılan bir içeriğe sahip. Bu durum çok ciddi manada Dolarizasyona neden oluyor ve ABD bu mekanizmayı kullanarak ortaya çıkan ekonomik istikrarsızlıklar üzerinden diğer ülkelerde kontrol mekanizmaları tesis etmeyi amaçlıyor. Çoğu zaman da bunu başarıyor. Dolayısıyla IMF, ülkelerin birbirlerine olan borçlarını ödemesini sağlayan bir kurumdan daha ziyade ABD’nin başkaca ülkeleri ekonomi üzerinden siyasi olarak izole etmesini sağlayan bir araç olarak karşımıza çıkıyor.

ERDOĞAN HER ŞEYİN FARKINDA

12 Şubat 2019 günü halka hitap eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında oldukça dikkat çekici bir cümle vardı. Erdoğan IMF’yi kastederek şöyle diyordu: “Bu can bu tende oldukça Allah’ın izniyle biz bunlara esir olmayacağız.” Zira IMF esaretinin ne olduğu en iyi bilenlerden birisi Erdoğan’dı. İktidara geldikten sonra yapmak istediği pek çok şeyin IMF ile yapılan stand-by anlaşmaları gereği hayata geçirilmesi dönemin bürokrasisi tarafından sürekli engellenmişti. Esasen bugün Türkiye’yi dünya gündemine sokan bütün büyük projelerinin de başlangıç tarihinin Erdoğan’ın IMF ile yeni bir stand-by anlaşmasını reddettiği tarihe rastlaması da tesadüf değildir.