Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Yemen.. Suûdî’nin qıyâmlardan korktuğunun da resmidir

Yemen’de doğrudur ki, İran etkili olmaya çalıştı. 
Her ülke, kendisine göre, bir takım yerlerde eline geçen fırsatları değerlendirip, bir hareket alanı, diplomasi diliyle, ‘lebensraum’ denilen hayat ve hareket alanı açmak ister. Bunu bazıları askerî yolla yapar, bazıları, insanî yardımlarla, bazıları ekonomik yatırımlarla..
Hitler Almanyası’ndan bazı aç yörelerde gönderilen ekmeklerin üzerinde gamalı haç işareti bulunurdu. 30 sene öncelerde Afrika’da büyük açlık felaketi yaşanırken, Sovyet Rusya da, Etyopia’ya (Habeşistan’a), üzerinde Marx, Engels ve Lenin’in gibi komünist ideolojinin ünlü isimlerinin portre ve orak-çekiç işaretlerinin bulunduğu un çuvallarıyla gönderirdi, yardımını.. 
Türkiye de yardım malzemelerinin üzerine kendi bayrağını koymuyor mu? Hattâ resmî yardım niteliğinde olmayan gönüllü insanî yardım kuruluşlarının yardımlarının bile, üzerinde T.C. bayrağının resmedildiği paketlerle dağıtıldığı bilinmektedir. 
Esasen, bunu yapmayan ülke yok dünyada..
İran da, Yemen gibi, başta su olmak üzere, hemen hiçbir yeraltı kaynağına sahib olmayan sarp bir coğrafyadaki fakir kitlelerin gönlüne çok da büyük olmayan yardımlarla girmiş olabilir. ‘Kişiyi ihsan ile kulcağız eylerler..’ diye boşa denilmemiştir.
Ayrıca, dünyanın en fakir ülkelerinden birisi olan Yemen’de büyük sosyal rahatsızlıkların bulunduğunu söylemeye gerek yok..
Mensublarının sayısı yüzbinleri, hattâ milyonları bulan kabileler halinde yaşayan Yemen halkının Osmanlı zamanından beri büyük ayaklanmalara kalkıştığı bilinmektedir. Nitekim, ‘Bura Yemendir,/ Gülü çemendir, /Giden gelmiyor, /aceb nedendir..’ şeklindeki halk türküleri asırların içinden süzülerek gelmiş olan derin sosyal acıları da yansıtmaktadır. 
Yemen isyanları, Osmanlı’nın en büyük başağrılarından birini oluşturmuştur, daima.. Çünkü, yoksul insanlar, kaybedecekleri şey ne kadar az olursa, ölmemek için hayatta kalmanın yollarını daha bir zorlarlar. (İlginç bir anekdotu da bu arada zikredelim: İstanbul’un ve Osmanlı’nın magazinel tarihçisi olarak nitelenebilecek olan Reşad Ekrem Koçu’nun yarım asır öncelerde aktardığına göre..
Miladî 17. Yy.da daha bir yoğunlaşan Yemen İsyanları’nı bastırmakta Sadrâzam Özdemiroğlu Osman Paşa’nın özel bir başarı kazandığı anlaşılıyor. Çünkü, Yemen’den isyan haberi gelip de Özdemiroğlu Paşa ordusuyla yola çıkar çıkmaz, isyancıların dağıldığı rivayet ediliyor. Bunu herhalde, çok acımasız yöntemlerle bastırması ve halk üzerindeki babacan tavırlarıyla da elde ediyordu. Ancak, Özdemiroğlu Osman Paşa sadâretten alınıp yerine Kuyucu Murad Paşa sadrâzamlığa getirilince, Yemen’de bir isyan daha çıkar. Kuyucu Paşa, halk arasında var olan ‘Özdemiroğlu Paşa olmadan Yemen isyanları bastırılamaz..’ şeklindeki kanaati de dağıtmak için eline geçen bu fırsatı kullanmaya daha bir özen gösterir ve orduyla Yemen’e doğru yola çıkar. Özdemiroğlu Paşa ise, Haleb’de emeklilik dönemini yaşamakta ve kendisine orada bir türbe yaptırmaktadır.
Kuyucu Paşa, Yemen’e giderken, bu türbe inşaatını görür ve selefiyle arasında olan çekememezliğin, psikolojik savaşın etkisiyle, ‘Ben dönüşte oraya bir domuz yavrusu gömdüreyim de, o da orada yatsın bakalım..’ der, bilinen .
Kuyucu Paşa, Yemen’e varır, ama, başarılı olamaz. Ordusu perişan olur ve çöllerden geri dönüş başlar. Ancak, yolda ordu bir de veba/ kolera taûnuna mübtela olur.. Kuyucu Paşa da, Haleb’e gelmeden yolda ölür ve Sadrâzam Paşa için münasib bir yer aranırken, Özdemiroğlu Paşa’nın türbesi ona en münasib yer olarak görülür ve o da, Kuyucu’nun söylediğini daha önce işittiği sözlerin de etkisiyle olmalı, kabul ve türbesini Kuyucu Paşa’ya tahsis eder; oraya defnedilir.. Kendisi de Diyarbekir’de yeni bir türbe yaptırır.) 
*
Yemen, son 55-60 yıl önceden beri daha bir büyük çalkantılar içinden geçti. Cemal Abdunnâsır’ın derinden etkilediği arab halklarından birisi de Yemen halkı idi.. Nâsır’ın enformasyon bakanlarından Hasaneyn Heykel hâtıratında, Yemen’e 1960’larda gönderdiği yüzbinlerce transistörlü radyo ile, Yemen halkını derinden etkilediğini anlatır. Nitekim, ülkenin mezhebî açıdan da lideri durumundaki İmam Yahyâ’nın bir darbe ile devrilmesinden sonra, darbeler arka arkaya sökün eder. Ve sonra da, Yemen ikiye bölünür, marksist Güney Yemen ve yerleşik kabile hayatının devam ettirmeyi esas alan Kuzey Yemen.. 
Sonunda Ali Abdullah Salih liderliğindeki Kuzey Yemen, Güney Yemen’i yenilgiye uğratır ve daha bir güçlenerek 35 yıl sürecek olan saltanatı 2012’nin sonuna kadar devam eder.
*
Bu arada, İran da Yemen’le sıkı ilişkiler kurmaya başladı.. Özellikle Zeydiyye’den (5 İmam şiası’ndan) 12 İmam Şiası’na geçtiği bildirilen Husî kabilesi lideri Abdulmelik Husî liderliğindeki halk hareketi, Ali Abdullah Salih’i iktidardan uzaklaştıran en büyük güç odağı olarak görülüyordu. Ama, o mücadele, bir bakıma, kabile içi iktidar mücadelesi idi.. Çünkü Salih de Husî kabilesinden idi ve Suûdî rejiminin Salih’i vargücüyle himaye etmesine rağmen, bertaraf edilmiş ve devlet başkanlığını yardımcısı Hâdi Mansur’a bırakmıştı.
Ama, daha sonra, gelişen mücadeleler içinde Husî’ler, İran’ın desteğini de alınca, Hâdi Mansur Hükûmeti’yle daha da şiddetlenen mücadeleler ilginç bir ittifakı daha ortaya çıkardı ve Salih, kendisini deviren Husî’lerle dirsek temasına geçti ve Salih’in onyıllar boyu etrafında oluşmuş bulunan kadroları ve generalleri de Husî’lerin yanında yer aldı.. 

Bu durum, Suûdîleri derinden korkuttu..

Suûdî’leri asıl korkutan, halk ayaklanmaları ihtimali..

Suûdî rejiminin, güneyinden, kendilerine düşman ve hele de İran gibi bir güç tarafından desteklenen bir Yemen yönetimi’nden rahatsız olacağı elbette tabiî idi..
Ancak, meseleyi sadece İran’a bağlamak yanlış olur..
Nitekim, İran da büyük ihtimalle, Suûdîlerle askerî açıdan karşı karşıya gelmemek için, tıpkı Bahreyn’de olduğu gibi, yine geri çekilecektir. Çünkü, Suudî rejimiyle bir askerî karşılaşma, Amerika ve bütün kapitalist emperyalizm ile karşı karşıya gelmeyi de gerektirebilir. Her ne kadar, İran yönetimi, Amerika’dan korkmadığını çeşikli vesilelerle göstermeye çalışsa da, bir saldırı olmadıkça, hele de başka bir ülke için, yeni bir savaşa daha girmeyi istemiyecektir. Çünkü, 1980-88 arası 8 yıl süren İran- Irak Savaşı’nın ne büyük insan kaybına ve ne korkunç maddî ve manevî tahribata yönelik olduğu unutulmamıştır.
Ama, asıl konu şu ki, Suûdî rejimi, İran’ın Yemen’e yaklaşması durumu olmasaydı bile, Yemen’e müdahale ederdi. Yani, bu son müdahalede asıl etken İran değil, bir halk ayaklanmasından duyulan korkudur.
Hem de sınırlarında, bir halk hareketinin gelişmesi, Suûd rejiminin kabul edemiyeceği bir durumdur. Çünkü, böyle bir harekete seyirci kalması halinde, kendi temelinin dinamitlenmesine seyirci kalmış olacağını bilir. 
Nitekim, Suûdîlerin, Bahreyn’deki halk direnişini ezip geçmesi de, İran korkusundan ziyade, halk kitlelerinin ayaklanmasının kendisinin da başına çorap öreceği korkusundan kaynaklanıyordu. Aynı şekilde, Mısır’da Husnî Mubarek rejimi 2011 Şubatı’nda çöküp, yapılan ilk hür seçimlerde müslüman halk kitlelerinin iktidara geldiklerini gören Suûd rejimi, kendisine yönelik bir askerî tehdid olmadığı halde, hemen entrikalara başladı ve Mısır ordusu içinden elde ettiği A. Fettah Sisî gibi generaller eliyle, halkın hür iradesiyle seçilen ilk Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî liderliğindeki rejimi henüz 1 yılını dolduramadan, bir askerî darbe ile devirtti ve hemen arkasından da, onmilyarlarca dolar maddî yardım yaparak, darbecilerin iktidarını güçlendirmeye özen gösterdi.
Ve bugün de, Suûdî rejimi, sokakdaki insanlar tarafından, geçmişte olmayan şekilde, imâlı sözlerle doğrudan doğruya Melik’e, Kral’a yönelik halk itirazlarının dile getirilmeye başlandığını görmenin dehşeti içindedir ve en küçük her bir kıpırdanışı bile kılıç darbeleriyle yok etmekten çekinmemektedir. 
Bu bakımdan, tekrarlıyalım, Suûd rejiminin asıl korkusu İran değil, halk ayaklanmalarıdır.
Elbette İran da hiç etkisiz denilemez bu neticede.. Ama, asıl unsur, İran tehdidi hiç olmasaydı bile, Suûd rejiminin, kendisini garanti edebilmek için, her cinayeti işleyebilecek bir yapıda olduğu bilinmeyen bir husus değildir. 
Bunun içindir ki, kendi halkından korkan bütün emirlikler, şeyhlikler, diktatörlükler Suûd rejimiyle işbirliği yapmakta ve herbirisinin üzerinde de Amerikan emperyalizminin her türlü desteğinde Yemen’e saldırmış bulunmaktadırlar, bugün.. Yani, öyle kolayca terketmek istemezler Yemen’i İran’a ve de, Yemen’de kendilerine karşı çıkacak güçlere.. 
Türkiye’nin de Yemen konusunda Suudîleri desteklemesi ise, bölge üzerine İran’la arasında var olan üstünlük sağlamak gizli mücadelesinin bir yansıması olarak görülebilir. 
Nitekim, Tayyîb Erdoğan, Yemen konusunda Suudî müdahalesine diplomatik desteğini açıklarken, İran’ın tavırlarını da açıkça eleştirmiş, İran’ın Irak ve Suriye’deki güç gösterilerine de değinip, o güçlerini oralardan çekmesi gerektiğini ve İran’ın bu günkü görünümünün bölgede bir hâkimiyet kurmak mânasına geleceğini açıkça ifade etmekten kaçınmamıştır. Bu sözlerin, Nisan ayı başında Erdoğan’ın Tehran’a yapacağı resmî ziyaret öncesinde böylesine ifade edilmesi ise, daha bir önemli.. 
Üstelik, İran’ın bu noktada komşularını planlı şekilde tehdid edecek ve onlara güç gösterisi yapacak tavırlara girdiği de bilinmiyor değil.. 
*
Suûdîler’in, halk qıyâmlarından korkusunu net olarak söylemek yerine, İran’ın bölgedeki hâkimiyet kurma teşebbüslerine son vermeyi gerekçe gibi göstermesi de dikkatli bir taktiktir ve o tehdid de tamamen yersiz de değildir.. Böylesine bir ortak saldırıyı yapabilmek için, herkese, İran tehdidini göstermesi gerekiyordu. İran da esasen Suûdîleri rahatsız edecek davranışlardan elçekmiyor; tersine bundan bir de gurur duyuyordu.
Ama burada karşımıza çıkan bir diğer tablo daha var ki.. O da, İran tehlikesini bertaraf etmek adına, Suûdîlerin bayrağı kaldırmış olmaları ve bunu yaparken de, gerçekte sünnî toplumlarda hiç de ilgi gösterilmeyen vehhabîlik cereyanını, sünnîliğin bir savunma gücü imiş gibi göstermek imkanını elde etmesidir.

İran, ‘gerçek İslam’ın ancak şia olduğu iddiasıyla hareket ederken, Suûdi rejimi de gerçek İslam’ın vehhabîlik ve; vehhabîliğin de sünni anlayışın fedaîliğini yapmakta olduğunu anlatmaya çalışıyor. 
Emperyalist-şeytanî güçlerin arayıp da bulamıyacakları bir mezheb savaşının fitne tohumları da işte böyle ekilir.
*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 951 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar