Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Vesâyet Cumhuriyeti"nde, "millî hâkimiyet"


"Vesâyet Cumhuriyeti"nde, "millî hâkimiyet" böyle olur!


*General Kenan Evren liderliğindeki 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi sonrasında, 1982"lerde, Ecevit"in, "Arayış" dergisinde yazdıklarını dikkatle izlediklerini anlatan Evren, onun bir hata yapmasını beklediklerini, "çekirge bir atlar, iki atlar, üçüncüsünde hata yapar.." sözleriyle belirtmişti, o.. Ve Ecevit o "hata"yı yapmıştı..

Çünkü İskandinav ülkeleri medyasında, 12 Eylûl"cüleri eleştiren ve çağdaş dünyanın bu duruma seyirci kalmamasını isteyen bir beyanı yayınlanan Ecevit, "ülkeyi dışarda küçük düşürdüğü, yabancılara şikâyet ettiği" gerekçesiyle hapse mahkûm olmuştu.
Aynı şekilde, 80 öncesi, yıllarca Dışişleri Bakanlığı yapmış olan İhsan Sabri Çağlayangil de, yabancı medya mensublarına, "Diktatörün bu gece ne yapacağı belli olmaz!." dediği için Kenan Evren"in hışmına uğramıştı.. Diktatöre, "diktatör" denilir miydi, hiç?
Osmanlı"nın inkırazından sonra, onun hüküm sürdüğü toprakları parça parça edip, onlarca rejim ve onların başına kuklalarını yerleştiren emperyalist güçlerin, "Duvel-i Muazzama"nın, can çekişmekte olan İstanbul Hükûmeti"ne karşı; Ankara"da oluşturulmaya çalışılan yeni rejiminin geleceği konusundaki etki ve entrikaları ve özellikle, laiklik konusunda başta USA emperyalizmi olmak üzere, bütün emperyalist güç merkezlerine ikide bir "brifing"ler vermek zorunda kalındığı kimseye gizli değilken..
Şimdi, AB"nin, Türkiye"deki son siyasî gelişmeler üzerine, "AK Parti"nin kapatılmasının AB ölçüleriyle ve normal demokratik ölçülerle bağdaşmıyacağı" üzerine, bildiriler yayınlaması, birilerinde "ulusal egemenlikçi" duyguları öyle bir kabarttı ki; saf insanların inanası gelir..
Bu "ulusal egemenlikçi" çevrelerin siyasî platformdaki en güçlü temsilcisi olan CHP"nin, en başta "Sosyalist Enternasyonal" üyeliği olmak üzere, hangi uluslararası kuruluşlarda ne gibi çalışmalar yaptığı ve hangi şerr odaklarıyla nasıl ilişkiler içinde bulunduğu da bir ayrı konu..
Evet.. Mevcud düzenin, hangi emperyalist entrikaların ağır şartları altında nasıl kurulduğu ve hangi uluslararası güç ve değer ölçülerinin vesayeti altında olduğu açıkken..
*Evet, sen vesâyet altındayken, "Hâkimiyet" senin neyine, "Vesayet"?
Ahmed Turan Alkan beyin Zaman"daki yazısı olmasaydı, belki de dikkatimden kaçacaktı.. O geçen hafta yazdı da, farkettim ve Youtube"dan yansıyan dehşeti, dehşetle seyrettim..
"Üniversiteli Kadınlar Derneği'nin İst. Teknik Üni."de düzenlediği 'Önder Kadınlarımız' konulu toplantısından ilginç yansımalar..
Bir kadın konuşmacı, evinin civarındaki câmiden yükselen ezân sesinden şikâyetçi..
"-Ezan!.. Hadi ezan.. Ama, bir de 11 civarında Kur'an okumaya başlıyorlar... Ve her gün..."
Ardından bir başka kadın, bir tahammül edilmez "utanmazlık"tan söz ediyor, utanmazca..
-Türban için başa bağlanan... O, Kur'an'da adı geçmeyen baş sargısı için beyaz çarşaf giyiyor ve ortaya çıkıyorlar.. Bu ne utanmazlıktır arkadaşlar, çok üzüldüm..."
Ve bir diğer kadın, sosyolojik araştırma konusu olacak kadar çarpıcı bir söz söylüyor:
"-O, kafalarına saten pırıl pırıl başörtülerini takınıp, BAŞLARI DİK BİR ŞEKİLDE YANIMIZDAN GEÇİŞLERİNİ HAZMEDEMİYORUM.."
Durunuz, bu söz size yabancı olmamalı..
Çünkü, Baykal da iki ay kadar önce, partisinin Meclis Grubu"nda, başörtülü kızların meydanlara, "meydan okurcasına çıkması"ndan rahatsızlığını dile getirmişti.. Bu video görüntüsü 9 ay öncelere aid olduğuna göre, Baykal"ın dersini nereden aldığı söylenemez mi?
İlginçtir, geçen gün bir "monşer", Akşam"da inciler saçıyordu.. Bu kişi, Tayyîb Erdoğan"ın C. Başkanı olması ihtimalinin gündeme geldiği günlerde, "C.Başkanı olacak kişinin eşinin başını açması gerektiği, aksi takdirde, bu mes"elenin Türkiye"yi sallıyacağını" söyleyen AK Parti Antalya (eski) m. vekili Mehmet Dülger idi. Demirel"in yakın çevresinden ve DYP"nin ağır toplarından olan Dülger, 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde, son anda AK Parti"ye geçip seçilmiş ve Meclis- Dış İlişkiler Komisyonu Başkanlığı"na bile getirilmişti..
O gün, MGK (eski) Gen. Sekr. em. Org. Tuncer Kılınç kendisine telefon edip, "Mehmet Bey böyle demişsiniz.. Türkiye sallanmaz, duman olur. Sıkıysa yapsınlar!" demiş..
Dülger, hâlâ o tehdidin havasından kurtulamamış ki; buyuruyor: "Devlette hizmet verenler devletin öngördüğü kıyafet içinde olacak. Başı örtülü savcı kadın, TRT spikeri görmek istemiyorum!" diyor.. Sonra da Tayyîb Erdoğan"ı "uzlaşmacı olmamak"la suçluyor..
Ama, anlaşılıyor ki, "uzlaşma"dan değil, "teslimiyet"ten söz ediyor..
Kendi iradesini "Ben öyle istemiyorum.." diye ortaya koyan bu kişiye, bir vatandaş da, "Ben de başı açık devlet hizmetlisi görmek istemiyorum " dese, hangi mâkul cevabı verecektir? Daha önce de, bir "kadın kuruluşu"nun başkanı, "Başı örtülü bir hâkimin, benim hakkımda tarafsızca karar verebileceğini nasıl düşünebilirim?" dememiş miydi? Halbuki, milletimiz hiç, "Başı açık bir kadın yargıç, başı kapalı kadınlar hakkında nasıl âdil karar verebilir?" diyememişti..
Evet, o büyük kitle, meydanlara "meydan okuma" havasında çıkmamalı; hâkim, egemen gücü ellerine geçirmeye çalışmamalıydılar.. Onlar hep ezilmeliydiler. Hele başları örtülü hanımlar.. Onlar ancak "temizlikçi kadın" rolünde, başları eğik olmalıydılar..
Nitekim, kendilerini aydın sanan o hanımlar, "youtube"da da yayınlanan sözkonusu video görüntülerinde bu konuda da "inci"ler üretmeye devam ediyorlar:
"- Seçimler geliyor; muhtarları elde etmek zorundayız; sadece muhtarları ve mahalleleri elde edersek işi başarabiliriz arkadaşlar.. Ama bunu medyaya yaymadan kendi aramızda ve bütün bulunduğumuz alanlarda, her yerde bizim kafamızdaki muhtarlar çoğu kadın olmalı, erkekler de bizim kafamızdaysa erkekleri de..."
Bir diğeri, yanında çalışan "temizlikçi" Vesâyet hanım"dan aldığı kara haberi aktarıyor:
-Yanımda çalışan kadın bile... Ertesi gün, "AKP'ye verdim abla.." demez mi!. / Niye evlâdım AKP'ye?/ Köprülerde yazıyor ya, "Şunu yaptık, bunu yaptık. İstikrar getirdik.." diye.. / İstikrar senin neyine Vesâyet... İstikrar senin neyine?"
Evet, "laik kadın"ların "temizlikçi kadın"a bu bakışı, bedeninin mahremiyetlerini sergileyerek ünlenen bir şırfıntının, "Ben çobanla eşit miyim?" şeklindeki sözünün de özü, aslında..
İstikrar ne kelime, hattâ, hâkimiyet/ egemenlik senin neyine gerek, Vesâyet Hanım ve Ağa!.
Sen vesayet altında yaşamayı kabullen.. Meydanlara başı dik çıkacak çocuklar yetiştirme.. Taa ki, şeflerimiz, diktatörlerimiz, soysuz soylularımız, monşerlerimiz rahatsız olmasınlar..
Egemenlik, ülke, istikrar; bunlardan sana ne?
Yaşasın Vesâyet Cumhûriyeti.. Yaşasın, "şef"ler, "monşer ve "çete"ler egemenliği ve diktası!.

vakit

Bu yazı toplam 726 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar