Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Uzuuuun Yıllardan Sonra..

35 yıllık bir kesintiden sonra 10 Ocak sabahı tekrar ayak bastığım Anadolu coğrafyasının bazı kesimlerini sür‘âtle de olsa gezmek durumundayım. Eksi (-) 15’lerde, oldukça soğuk bir havada inip bir hafta kadar kaldığım Ankara’da birçok özel, yarı resmi ve resmî çevre ile karşılaşmalar,  görüşmeler ve sohbetler oldu.

Ankara, maddî dokusu itibariyle son derece değişmiş, bir kısım insanlarımızın ağzının suyunu akıtan Avrupa başkentlerindeki görüntü seviyesinde bir başşehir  durumuna gelmiş..

Bu bilhassa şu açıdan önemli..

Brüksel, Amsterdam, Paris, Berlin hibi şehirlerin merkez ve ana meydan ve caddelerini görenler,  ‘Bizde niye yok..‘ diye hayıflanırlar genellikle.. Ankara bu gibi duygulara kapılanları için mazeret bırakmıyor,  çünkü o başkentlerden hiç de geri kalır tarafı yok.. Hele‚ metro’su.. Ancak bu kadar modern olur.

Hele, henüz tamamlanamıyan hatlar da işletmeye açılırsa, Ankara trafiğinde büyük bir soluk alma imkanı doğacaktır.

Avrupa başkentlerinin metro ve benzeri yerleri 40-50 yıl öncelerinin imkanlarına göre yapıldığından, bugünün ölçülerine göre ister istemez hantal sayılır.

*

Ankara Belediyesi’nin başta Hacıbayram Camii , Samanpazarı ve Hamamönü semtlerinde yaptığı düzenlemeler ve eski tarihî dokunun korunmasına yönelik çalışmalar son derece takdire değer..

*

Ve sonra..  Samsun’a doğru yola çıktım.

Yol boyunca her yer karla kaplıydı, Merzifon’u geçinceye kadar.. Tabiatiyle, bu ağır kış şartları yüzünden, trafik oldukça sâkindi.

Çift yollar da trafikte ayrı bir rahatlık sağlıyordu.

Çift yollar, elbette  ‘otoyol‘ denilen yollar gibi değildi. Ama, onlardan geri kalır tarafı da yoktu.

Yolboyunca şehirlerin çehresinin epeyce değiştiği ve büyük çapta yenilendiği ve geçmişle kıyaslanmıyacak modern ve temiz bir görüntüye kavuştuğu görülüyordu.

Kırıkkale, Çorum.. Merzifon.. Havza..

Ve sonra ilk çocukluk yıllarımın geçtiği Kavak..

Gece vakti, (rahmetli) anamın köyü olan Tabaklı’ya uğradık, 1 saatliğine..

Eskiden güç-bela gittiğimiz  ve ayakkabılarımızı bile çekip alan balçık türü çamurlarıyla bildiğim bu köy yolları şimdi asfaltla kaplıydı.

Köye kocaman bir câmi yapılmıştı.

Oldukça güzel bir çift şerefeli minare de yükseliyordu.

Ama, bütün köyler gibi bu köy de büyük çapta boşalmış, yakın ilçe ve illere ya da büyük şehirlere akın edilmişti.  Şehirlerdeki bu yığışmanın ziraatin gerilemesine yol açtığı, üretilen mahsulün harcanan emeği karşılamadığı, yakınılan hususlardan..  Ama, insanlar genelde geçmişe göre çok daha rahat yaşıyorlar ve 40 sene öncelerde 40 yaşı yaşlılık eşiği kabul eden anlayış, yerini  artık 55-60’lara doğru yükseltmiş..

40 yıl öncelerde köylerden gelenler ağır sosyal baskı ile genelde aşağılık duygusuna kapılırlar ve köydeki kimliklerinden soyutlanmaya çalışırlar ve şehirde hâkim olan yaşayış tarzına ve en fazla da örtünmeyi kenara atmaya doğru bir eğilim sergilerlerdi. Şimdi o eğilimler büyük çapta zayıflamış..

Hanımlar daha dikkatli ve kendilerinin inanç kimliklerini ortaya koyan kıyafetler içinde.. Okullara giden kız öğrencilerin tesettürlü olmasına imkan sağlayan düzenleme, herkesi rahatlatmış..

İbadet anlayışının görünüründe de büyük gelişmeler gözleniyor...

Câmilerdeki cemaatler de daha genç ve daha dikkatli bir manzara sergiliyor ve 40 sene öncelere göre vakit namazlarında bile câmilerin yarısı doluyor neredeyse.. Ayrıca câmiler de hem yenilenmiş, hem de sayıları göze çarpacak kadar çoğalmış.. İçleri de temiz, insanın içini ferahlatıyor.  Hocalar da halkın sosyal mes’elelerine daha fazla değinen vaaz ve hutbeler hazırlıyorlar.

Devlet ceberrutluğunu temsil eden asık suratlı güvenlik güçleri büyük çapta buharlaşmış ve korkutmaya değil hizmet ve yardıma ayarlanmış polis- jandarma gibi güçler gelmiş..

Bunlar hoş şeyler..

*

Ve Samsun..

Tanınmıyacak halde..

Karadeniz sahilleri boyunca batı da neredeyse Bafra’ya, doğuda Çarşamba‘ya kavuşmuş.. İki-üç misli büyümüş bir şehir..  Üniversite ve hastahaneleriyle Karadeniz bölgesinin en büyük ve gelişmiş merkezi.. 40 yıl öncelerde Samsun’a uzaktan , yamaçlardan ve yükseklerden bakan köyler yok olmuş,  yepyeni mahalleleler yükseliyor, o yerlerde.. Doğudan batıya  uzanan hafif raylı sistem şehri epeyce rahatlatmış..  

Bu arada TOKİ yapıları da alt-yapıların daha hızla kurulmasını sağlamış.. Ama. TOKİ yapılarında estetik genelde gözetilmemiş.. Beton yığınları birbirleriyle yarış ediyor âdeta.. O yüksek ve birbirine çok yakın dev apartmanlarda yaşayacak olanların aile mahremiyetlerini nasıl koruyacakları bile hesaba katılmamış gibi.. Binaların pencereleri karşı evin içine bakıyor, neredeyse..

Keza, 45-50 dairelik o yüksek beton yığınlarının etrafında 45-50 ailenin nefes akacağı ve çocukların oynayacağı yeşil alanların neredeyse unutulmuş olması hayıflandırıyor insanı..

Ve amma, eski Samsun.. Yani, şehrin asıl merkezi..

Tam bir çekilmez manzara sergiliyor.

Eskiden iki yanında 3-4 katlı küçük evlerin bulunduğu dar sokak ve caddeler yine de çekiliyordu. Çünkü, gökyüzünün aydınlığı yetiyordu. Şimdi ise, o 3-4 katlı evlerin yerine 13-14 katlı apartmanlar dikilmiş..  O daracık sokak ve caddeler şimdi daha bir daralmış, âdetâ insanın üzerine abanıyor gibi ve gökyüzünü görebilmek için başınızı yukarıya kaldırmanız gerekiyor.

Eski evlerin bahçelerinden sokaklara sarkan ağaçlar da kalmamış.. Yeşil alan diye bir şey bırakılmamış..  Sokaklar ve gelişi güzel inşa olunmuş evler neredeyse birbirinin üzerine binmiş gibi, iç içe..

İnsanı böylesine sıkboğaz eden bir şehrin getireceği sosyo-psikolojik problemler nasıl düşünülmemiş? 40 yıl öncelerin açık alanları nasıl böylesine plansız bir şekilde iskana açılmış, hayret verici.. Halbuki o alanlarda ne güzel yeşil alanlar ve parklar kurulabilirdi.

Halbuki bu mekanlar yenilenirken, şehrin daha rahat nefes almasını sağlıyacak düzenlemeler daha kolay yapılabilirdi . Şimdi ise, geçmişe göre belki on kat daha pahalı ve zor düzenlemelerle bile arzulanan bir rahatlık sağlanamaz. Belki, diğer bir çok şehirde de aynı durum var..

Bir şehir yenilenirken, nasıl olur da, 80-100 yıl önceye göre açılmış cadde ve sokaklar yeni şartlara göre yeniden tanzim olunmaz?

*

35 yılın götürdükleri, geride bıraktıkların ve yeni yetiştikleri çevresinde gelişen özel ziyaretler dışında..  Gönül birliği içinde olunan eski-yeni dost çevrelerle ve bazıları Samsun Üni.‘de öğretim üyesi olan dostlarla bir kaç gece süren uzuun sohbetler..

Daha sonra, Ünye, Ordu ve Giresun‘daki dostlarla buluşmalar...

Karadeniz Otoyolu gerçekten de çok güzel olmuş.. Halk gurur duyarak izliyor bu yapılan hizmetleri..

Eskiden korkular içinde gidilen yollar şimdi son derece rahat..

Buna bir de 17-18 dereceyi bulan ve Ocak ayı ortalamasına göre çok güzel hava şartlarını eklediğimizde..

Dönüşte Çarşamba’da çoğunu öğretmenlerin oluşturduğu ‘Çareder‘ isimli bir derneğin lokalinde uzuuun bir sohbet.. Ve tekrar  ‘Samsun‘a dönüş ve ardından da, Ankara‘ya doğru hareket.. Yol üzerinde başta Merzifon olmak üzere bazı noktalarda var olan dost ve kardeşlerle kısa kısa da olsa buluşmalar..

Bazı noktalara ise, her tarafın karla kaplı olması hasebiyle gidemeyiş..

Ankara‘da geceledikten ve ertesi günü bir-iki görüşmeyi gerçekleştirdikten sonra,  Eskişehir’e doğru hareket..

Yol üzerinde Polatlı’yı son derece gelişmiş ve düzenli bir şehir olarak gördükten sonra , akşamSivrihisar..

Tarihî dokusu büyük çapta korunmuş olan ve Selçuklu dönemi izleri taşıyan bu güzel şehirdekiUlu Cami restore edilmekte olduğundan ziyaret edilemediyse de, oraya yakın ve biraz aşağıdaki bir başka câmi de o güzelliği aratmıyordu.

Gece 21.00 sularında Eskişehir’e vardığımızda, 35 yıl öncelerde yaklaşık 5 yaşında terkettiğim kız yeğenimin evine varır varmaz  A. Müftüoğlu dostumuzla buluşma ve saatler süren bir sohbet..

Sabahleyin Eskişehir‘den yola çıkış.. Her tarafın karla kaplı olduğu ve 200 km’yi aşan mükemmel çiftyollardan sonra 23 Ocak Cuma günü, Bursa Ulu Camii..

Ve oradaki yakın çevre ile,bir kısım kardeşlerim ve yeğenler ordusu ile buluşma...

Bursa çok büyümüş.. Neredeyse 4 milyona yaklaşmış.. Mensucat/ dokuma sanayii başta olmak üzere bir çok temel sanayiin merkezi..

Ama, bu şehirde de plansız yapılanmalar olmuş.. Uludağ’ın eteklerindeki ormanlık alanlar bile iskana açılmış.. TOKİ’nin buradaki toplu konut siyasetinde de benzer ve anlaşılmaz bir ilkellik gözleniyor.. İnsana dehşet veren beton yığınları dikilmiş.. 20 katlı binalar, aralarında neredeyse 3-4 metrelik bir mesafe var ve yeşil alan payı sıfır..

Tarihî doku yine de kısmen korunmuş..

Manevî yapıda bir takım tahribattan haklı olarak yakınılsa bile, 40 yıl öncelerde câmiler rastlamadığım şekilde vakit namazlarında bile neredeyse tıklım tıklım.. Sabah namazlarında bile 3-4 saf oluşturuyor cemaat..  Ve cemaatin büyük bir kısmı da, 40 yaşın altında..

Yani, 100 yıl öncelerdeki sosyal yapımızla mukayese edildiğinde, karamsar olmak başkalarına düşse gerek diye düşünmeden edemiyor insan..

*

Bugünlerde de inşaallah  İstanbul‘da olacağım..

haksöz

Bu yazı toplam 1048 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar