Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Üslûb meselesi

Mehdi Mesih tartışmaları toplumda ciddi gerilimlere yol açıyor.. Gizli ve derin bir tartışma bu. İşin içinde Şiilik de var, Sünnilik de. Cemaat de var başka grublar da.. Maya takvimi hikayesi de bu işin tuzu biberi oldu.
 

Tartışma buradan başlayıp, ekonomiye, siyasete kadar uzanıyor. Geçen gün bir arkadaş bir konferansta soruyor: Fırka-ı naciye hangi topluluk? Ben de dedim, namaz kılan, oruç tutan, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve ben Müslümanlardanım diyenler..
 
O bir kesimi işaret etmemi bekliyor.. Hayır! Zanni konular üzerinden bir çıkarım yapamayız. Her topluluk içinde tevhid inancına bağlı muvahhitler var. Her topluluk içinde sapkınlar da!
 
Bu arada dünki yazımdaki, "yokluktan gelmedik, yok da olmayacağız" ifadesi, ruh olarak, "Allah'tan geldik, Allah'a döndürüleceğiz" şeklinde algılanması gerekir.. "Allah bizi yoktan varetti" ifadesi ile lafzi anlamda çelişir gibi gözüken bir ifadeyi bu şekilde düzeltmiş olayım.
 
Bursa'dan bir okurum aradı da, o söyledi. Ben kendim o manada kullanmamış olsam da ortada bir yanlış anlama varsa düzeltmem gerek. Ne dediğim kadar söylediğim şeylerin, yaptığım işlerin nasıl anlaşıldığına da dikkat etmem gerek.. Toplum önündeki kişilerin bu konuda dikkatli davranması, cam evde oturuyormuş gibi bir tedbir içinde olması gerekir..
 
Son günlerde toplumdaki tartışmalardan gerçekten üzüntü duyuyorum. Herkes kendini merkeze koyuyor ve ötekine demediğini bırakmıyor. Size hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde hayır olabileceğini niye düşünmüyorsunuz.. Niye başkaları üzerinde onları terbiye etmeye ve onlar üzerinde hüküm koymaya varan ilahlık ve Rablik iddialarında bulunmaya benzer bir davranış içindesiniz, içindeyiz demek istiyorum bir yerde..
 
Muhkemleri bırakıp, Müteşabihlerin arkasına saklanarak, birbirimizi incitmek bize yakışmıyor.. Kimse kendi lideri, örgütü, şeyhini merkeze alıp, ötekileri dışlamamalı. Bizler kardeşiz. Aramızdaki işler istişare ve şûra ile olmalı. Mutlaka karar vermemiz gerekiyorsa hakeme gitmeliyiz.
 
İftiradan sakınmalıyız. Dedikodu ve gıybet, "ölü kardeşinin etini yemek gibi" bir şeydi. İnsanların ahvali şahsiyeye ait işlerini araştırmak günahtır. Gizledikleri kişisel ayıplarını açıklamak da öyle.. Unutmayalım ki, batılın tasviri saf zihinleri idlal eder. Ayıbın alenileşmesi, onu sıradanlaştırır.. Merhametimizin gazabımızdan büyük olması gerekir..
 
Dışlayıcı ifadelerden kaçınmalıyız. Kazanmayı esas almalıyız. İnsanları bir günahla, ayıpla damgalamak, tescil etmek büyük günahtır.. İnsanlar bir yanlış yapmakla onu sıfat olarak kazanmazlar. Hırsızlık yapan birine hırsız diyebilmek için bu işi savunması, ya da alenen veya tekrar tekrar yapması gerekir..
 
Allah (cc) Hz. Musa'ya (AS) "Git Firavuna, güzel sözle hakkı tebliğ et" der.. Ve yine Hz. Muhammed (SAV)'e "eğer onlara yumuşak davranmasaydın, dağılır giderlerdi" diye uyarır..
 
Geçmişe dair konularda sorgulayıcı olmamamız gerekir. Hz. Yusuf kendini kuyuya atan kardeşlerini sorgulamadı. Hz. Peygamber Mekke müşriklerine, "Kardeşim Yusuf'un kardeşlerine söylediği gibi söylüyorum size" dedi..
 
Müellefetül kulub esastır. Kalpleri kazanmak, "el emin" olmak, gönlümüz fırtınalı bir denizde sığınacak asude bir liman gibi olmalı..
 
Taif'i hatırlayalım. Peygamberimizin ayağına taşlar atılıyor. Yoluna dikenler dökülmüş, arkasından küfrediyorlar. O, hâlâ "Onlar cahildirler, bilmiyorlar" diyor..
 
Bin kere tevbesini kırsa bile insanoğlu, sekeratül mevtten önce gerçekten tevbe ederse kim onu dışlayabilir.
 
Hind'i ya da Vahşi'yi düşünün. Hz. Hamza'nın bağrını yarıp kalbini çıkartıp ısıranları. Kulağını ve burnunu kesip boyuna takıp dans edenleri. Sonunda ne oldu!
 
Atalarımız "iyiliğe iyilik her kişinin kârıdır, kötülüğe iyilik, er kişinin kârıdır" demişlerdir.. Onların bize yaptıkları gibi davranırsak biz onlara, onlardan ne farkımız kalır..
 
Ötekileri kazanmaya dönük bir dil kullanmak zorundayız.. Şunu da not etmeliyim: Haksızlığa uğramış olmak, kimseye haksızlık etme hakkı vermez..
 
Şeytan Hz. İbrahim'den, Hz. Hacer'den, Hz. İsmail'den vazgeçmedi. Benden vazgeçmedi. Bize ne oluyor da kardeşlerimizden bu kadar kolay vazgeçiyoruz. Onları inatlaşmaya zorluyor, cehenneme doğru iteliyoruz..
 
Affedenler affedilecekler. Kınayanlar, kınadıkları ile imtihan edilecekler..
 
Başkalarına öğütlediğimiz şeyler konusunda aslında ne kadar zayıfız bir bilseniz.. Anatole France'ın "Thais" isimli romanı bunu anlatır. Dehşetli bir roman.. "Keskin sirke küpüne zarar veriyor" sonunda.. "Laf ile başkalarına binlerce nizamat verirken", "kaş yapalım derken göz çıkartırız" bazan.. Bazan bir kişi hakkında söylediğiniz söz, eğer muhatabının haketmediği bir şeyse döner size vurur. Mizan'da o söz ve eylem karşımıza çıkar.. "Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder.." Başkaları, bizim elimizden, dilimizden ve yaptıklarımızdan emin olmalı. "El emin" olan Resul'ün yolunda ancak bu şekilde ilerleyebiliriz.
 
Unutmayalım ki, Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasib etmez!

Selâm ve dua ile..
 

yeniakit

Bu yazı toplam 1201 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar