Ümmet-i Muhammed bir paranteze daha girdi. Bu da geçer Yâ Hû!

30 Ekim 1918, Ümmet-i Muhammed’in tarihinin Kerbela vahşetinden sonraki en karanlık günüydü.
Dünya Müslümanlarını temsil eden devlet o gün düşmana teslim oldu.
İslam Alemi’nin pâyitahtı düştü, hilafet fiilen ilga oldu, Müslümanlar merkezsiz, karargâhsız ve başsız kaldı.
Hülagu’nun Bağdat’ı istila edip halifeyi kesmesi bile bu kadar dramatik bir hadise değildi.
Zira Ümmet-i Muhammed’in halifesi kalmamışsa da hatırı sayılır kuvvette bir temsilcisi hâlâ vardı; Memluk Sultanlığı.
Nitekim Memluklar Baybars komutasında Moğolları Ayn Calut’ta ağır bir bozguna uğratıp hilafet müessesesini yeniden ihdas ettiler.
30 Ekim 1918’de ise İslam Alemi’nin hiçbir yerinde emperyalist küfür güçlerini ciddi manada endişelendirecek bir mukavemet hareketi kalmamıştı.
Topyekün bir mağlubiyet havası hakimdi İslam Alemi’ne.
Bu hava, istilacı Avrupalılara karşı entelektüel, siyasi yahut askeri mücadele verilirken bile selameti Avrupalılar gibi olmakta gördürecek kadar keskindi.
Binaenaleyh, istilacılara mukavemet dahî son tahlilde istilacıların derin zaferini vurguluyordu.
Bu havayı dağıtmak, İslam ülkelerini İslam’la kurtarmak ve İslam’a dünya siyasetinde yeniden tayin edici bir rol kazandırmak için seferber olan “İslamcılar” yok değildi, bunların bilhassa Anadolu’daki istiklal mücadelesi üzerinde büyük tesirleri de oldu, fakat yeni dönemin esas kahramanları (!) İslam’a mesafeli, seküler, Frenkmeşrep kadrolardı.
Bu kadroların ufukları kıytırık ulus devletlerden öteye geçemiyordu.
Geçebilenler de ancak ‘kıytırık olmayan ulus devlet’e kadar gidebiliyordu; Arap Birliği’ne.
Batıcıydılar, kavmiyetçiydiler, şovenisttiler, sosyalisttiler.
Batıcının önde gideni zaten Osmanlı bakiyesi olan Anadolu’ya 1923 itibarı ile hükmeden kadroydu.
1940’lı, 1950’li, 1960’lı yıllardaki “istiklal” hareketlerine bakın; ister muvazalı ister sahici, Irak’tan Mısır’a, Libya’ya, Tunus’a, Cezayir’e kadar bütün “istiklâl” hareketleri, İslami referansları en iyi ihtimalle ‘yedeklerine alan’, neticede Avrupai ulus devletlerin tesisi yolunda kullanan seküler karakterli hareketlerdi.
Ve hemen hemen her “istiklâl”, İslam’ın ve Müslümanların mazlumiyetini getirdi.
Zamanla Müslümanlar mazlumiyeti ve edilgenliği kanıksadılar, benimsediler adeta.
Bu gidişatı değiştiren iki önemli hareket var: Mısır menşeli İhvan-ı Muslimîn ve Türkiye’deki Milli Görüş (ki bu hareket elbette Said Nursi, belli başlı tarikat şeyhleri, Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti, Eşref Edip, Sezai Karakoç, Kadir Mısıroğlu, Mehmet Şevket Eygi, Şule Yüksel Şenler, Yücel Çakmaklı vs, vs, vs’nin oluşturduğu zemin üzerinde yükselmiştir.)
İhvan-ı Muslimîn ve kolları ile ondan mülhem hareketler (Nahda, Hamas vs), öte yandan da Milli Görüş ve onun türevi olan AK Parti güçlendikçe, İslam Alemi’nde etkisi gittiçe artan bir diriliş rüzgârı esti.
Nerede yerleşik düzene karşı bir hareket baş gösterdiyse, o hareket ya İslami bir hareket veya İslami harekete kapı aralayan bir hareketti artık. (İslami hareket derken mücadele yöntemlerini gayri İslami ve hatta anti İslami bulduğumuz El Kaide, IŞİD, Şebab, Boko Haram gibi örgütleri, “İslam Cumhuriyeti” sıfatını taşısa da İran’daki rejimi ve “Ayetullah” lakaplı kimselerin gölgesinde olsa da Irak’taki yönetimi dahil etmediğimizi önemle vurgulamak isteriz.)
Zamanla Sudan’da, Türkiye’de, Filistin’de, Tunus’ta, Mısır’da İslamcılar iktidara, Suriye yahut Yemen’de de iktidarın eşiğine geldi.
Şu günlerde bir fetret dönemi yaşıyoruz.
Mısır’da İhvan-ı Muslimîn iktidardan indirilip zindana tıkıldı, Tunus’ta Gannuşi ve arkadaşları biraz frene basmak zorunda kaldılar, Libya ve Suriye karmakarışık, Yemen de kanlı bir kargaşadan muzdarip, IŞİD gibi örgütlerin fenalıkları İslami hareketleri bir miktar itibar kaybına uğrattı vs, vs, vs, ama ne olursa olsun, İslam Alemi’nin ana mücadele dili artık MÜSLÜMANCA ve dünya İslamcıların etrafında dönüyor.
Müstekbirler varlarını yoklarını AK Parti ile, İhvan-ı Muslimîn ile, Nahda ile, Hamas ile, Suriye Devrimi ile, Bangladeş İslam Cemaati ile mücadele yolunda seferber ettiler; muhatap artık doğrudan doğruya biz Müslümanlarız, bizi temsil iddiasındaki yerli Frenkler değil.
Hilafetin ilgasının üzerinden 100 sene bile geçmeden Müslümanların birbiriyle irtibatlı bazı hareketler ve sembol isimler vasıtasıyla yeniden dünya siyasetinde şu veya bu şekilde tayin edici bir rol oynamaları, Ümmet-i Muhammed’in, her şeye rağmen muhafaza etmeyi başarıp zamanla kuvveden fiile çıkarma kabiliyetini gösterdiği olgunluğuna delalettir.
Miladi 13’üncü asırdaki Moğol istilasının yol açtığı bir senelik ‘telafi edilebilir boşluk’ bir yana; başsızlık, sembolik bir baştan bile yoksunluk, Ümmet-i Muhammed için yepyeni ve olağanüstü korkunç, sarsıcı, yakıcı bir tecrübe olmasına rağmen, Ümmet-i Muhammed o travmada yitip gitmemiş, yıkılmamış, kül olmamıştır.
Ve bir müddettir o kâbusu aşma iradesini kuvvetle ortaya koymaktadır.
İçinden geçtiğimiz fetret dönemi de bitecek, bu parantez de kapanacak inşaallah.
Cin şişdeden çıktı bir kere.
Onca badireyi aştık, buralara kadar geldik; bize parantez mi dayanır?
Allahu Ekber Ve Lillahi’l Hamd.
Ramazan-ı Şerif’iniz mübarek olsun.


“Gerçek Caferi olmak isteyen, İhvan-ı Muslimîn’e katılsın”

İslam dünyasındaki mevcut diriliş hareketlerini “İran İslam Devrimi”ne bağlayanlar ve Mısır’da İhvan-ı Muslimîn’in iktidara gelmesinin bile o devrim sayesinde gerçekleştiğini ileri sürenler var. Onlara sormak lazım: Peki “İran İslam Devrimi” nereden geliyor? Tahran’da bir caddeye ismi verilen Nevvab Safevi kimdir, neyin nesidir? “İran İslam Devrimi”nin atası değil midir? Nevvab Safevi 1940’lı yıllarda Fedayan-ı İslam örgütünü kurup İslami bir devlet için harekete geçene kadar İran’da böyle bir gündem mi vardı? Ve Nevvab Safevi o fikri, o davayı, o motivasyonu İhvan-ı Muslimîn’den almamış mıydı? Siyasi ideallerinden Şii-Sünni yakınlaşması davasına kadar Nevvab Safevi’nin bütün ‘ideolocya örgüsü’ Hasan El Benna’ya dayanmıyor muydu? Humeyni’yi 1940’lı ve 50’li yıllarda Kum’da sıkça ziyaret ederek ona Hasan El Benna ve İhvan-ı Muslimîn’in açtığı çığırı coşkuyla anlatan ve onu ‘bazı şeyleri yeniden düşünmeye’, Şii doktrinini “İslam Cumhuriyeti”ni mümkün kılacak bir metamorfozdan geçirmeye seveden kişi Nevvab Safevi değil miydi? (Evet evet, İhvan-ı Muslimîn, Nevvab Safevi vasıtasıyla Humeyni’yi ve Humeyni vasıtasıyla da Şia’nın siyasetle münasebetini radikal bir şekilde değiştirmiştir. Artık objektif bir Şii tarihi İhvan-ı Muslimîn tesiri zikredilmeden yazılamaz).
“İran İslam Cumhuriyeti”nin çabucak terkettiği veya hiçbir zaman tam olarak benimsemediği, mezhep taassubunu ona tercih ettiği “Ettehad-ı Müselmanan-ı Cihan” sloganını atan da, laik ve kavmiyetçi partilere meyleden Suriyeli Şiilere “Gerçek Caferi olmak isteyen, İhvan-ı Muslimîn’e katılsın” diyen de Nevvab Safevi idi.
Neyse…
Bu tartışma artık anakronik kaçıyor.
İranlılar ve İrancılar İhvan-ı Muslimîn’i sadece söz planında da olsa sahiplenmeyi çoktan bıraktılar.
Mursi ve İhvan-ı Muslimîn’i –tıpkı Erdoğan ve AK Parti, Gannuşi ve Nahda gibi- rakip firma gibi gördüklerinden olsa gerek, cumhurbaşkanlığı seçiminde Mursi’ye karşı eski rejimin adamını desteklemişlerdi.
Diktatör Sisi’yi de hemen bağırlarına bastılar.
Dünden beri de “Oh olsun Mursi’ye!” havasındalar.
Allah ıslah eylesin.


“Hasbunallahu…”

Dün bu sayfada yer alan yazının başlığı “Hasbinallahi…” değil “Hasbunallahu…” şeklinde olmalıydı. Galat-ı meşhur tuzağına düştük. Bağışlayın.

 

Bu yazı toplam 1130 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar