Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Uluslararası entrikaların çarkına dolanmak..

Hemen her konuda görüş açıklamasıyla İran"daki ulemâ kesimi arasında dikkati çeken bir zat, 30 Ocak günü ajanslara yansıyan beyanatında, "Ankara'nın bir zamanlar İslam yolunda olduğunu ancak 180 derece değişerek İsrail ve Amerika'yla birlikte hareket ettiğini"  belirterek, "Tahran-Ankara arasındaki ilişkiler beni ilgilendirmez. Fakat, yaptıklarından dolayı Ankara"dan nefret eden bütün  İran halkı adına, Türkiye yöneticilerini uyarıyorum."  dedikten sonra,"Türkiye'nin bütün tüm komşularıyla çatışma halinde olduğunu"  söylemiş ve şöyle devam etmiş: "Türkiye, teröristleri eğitip, donatıyor; onları müslüman kardeşlerini öldürmek için Suriye'ye gönderiyor.. Son zamanlarda da Irak'la uğraşıyor.. Irak'ta meşru" bir iktidar varken Iraklı muhalifleri çağırıp onları yönetiyor; Rusya"yla da çatışır halde.. Türkiye  yöneticileri akıllı olmalı.."

Bu sözler, gerçekliği konusunda çok iddialı hususları taşımasına rağmen, "kardeşlik hukukunun gereği yapılmış bir tavsiyedir" diye hayırhah duygularla karşılanabilir.

Ancak, önce de hem İİC, hem Lübnan Hizbullahı, bu konuda kardeşane tavsiyelerden ziyade, devletler veya uluslararası kuruluşlar arasında diplomatik açıdan ele alınmayı gerektiren farklı bir çizgi tutturdukları biliniyor.

İlginçtir, aynı günün İran medyasında da, İnqılab Rehberi"nin bir konuşmasındaki şu cümle manşetlere çekilmişti: "Emperyalizme karşı durmanın yolu, müslümanların ittihadı, birlikte hareket etmesidir. İslam dünyasının seçkinleri, vahdet konusunu ciddîye almalıdırlar."

Amma..

Aynı gün, Cumhurî-i İslamî gazetesinde‚ "Suriye: Savaş tahrikçilerinin yenilgisi.."  başlığı altında yayınlanan başmakalede ise, "El"Qaide"nin kiralık katillerinden, teröristlere ve Qatar, Suûdî ve Türkiye rejimlerine kadar ağır suçlamalar tekrarlanıyor; ve "Suriye Buhranı"nın önümüzdeki zaman diliminde nasıl bir şekil alacağından korktukları için, Batılı güçlerin de, "El"Qaide" kartını oynamakta ve teröristleri bile desteklemekte tereddüd ettikleri"ne değiniliyordu. Tabiatiyle, Suriye rejiminin siyonist İsrail rejimine ve emperyalizme karşı bir "Direniş Cebhesi" olduğu ve "Suriye"de teröristlerin binlerce insanı öldürdüğü" şeklindeki bilinen iddialar da daha bir vurgulanarak.. Yani, bütün o işlenen cinayetler hep muhaliflerce işleniyormuş gibi gösteriliyordu.. Ve amma, başta Haleb olmak üzere, hemen bütün Suriye şehirleri ve yerleşim birimlerinin Esed-Baas rejiminin hava bombardımanlarıyla nasıl hayâlet şehirlerine dönüştürüldüğüne dair fotoğraflara hiç yer vermiyerek ve bu yöndeki haberleri de yansıtmayarak..

Hayret vericidir ki,  75 milyonluk bir ülkede, kimse bu konuda, aykırı görüş dile getiremiyor. Bu kadar büyük bir kitlenin, izlenen resmî siyasetin doğruluğuna destek verdiği için böyle bir tavır sergilediğini iddia etmenin sağlıklı bir mantığı var mıdır, anlaşılması gerçekten de zor.. Ama, Hatay"da veya İstanbul"da Türkiye rejiminin siyasetini eden protesto için yapılan ve mâlum çevrelerce tezgahlanan gösterilerin fotoğrafları ise, İran gazetelerinin birinci sahifelerinden ve adetâ bütün Türkiye halkının protestosu imişcesine gösterilerek verilmesi de ayrı bir konu.. Ve söylenen, "Suriye"nin iç mes"elesine dışarıdan kimsenin karışmaması.."

Kaldı ki, Türkiye rejimi, 910 km.lik bir sınırı olduğu, ve oradaki yangının kendi ülkesine de sıçraması ihtimali bulunduğu ve 160 binden fazla Suriye"li de kendisine sığındığı ve onların bütün ihtiyaçlarını karşılamak için canla-başla çalıştığı halde ve bazı uluslararası çevreler de Türkiye"ye rol vermek istemelerine rağmen, Türkiye Hükûmeti böyle bir maceraya girmekten dikkatle kaçındığı halde..

Şurası kabul edilebilir ki, ailelerini Türkiye"ye getirip bıraktıktan sonra savaşmak için geri dönenler, gayriresmî yollarla silah da götürmüş olabilir. Ama, bir tarafta savaş uçakları, bir tarafta hafif şahsî savunma silahları..

Geçen hafta, Haleb"de, kafalarına birer kurşun sıkılarak öldürülmüş 80 kadar genç insanın cesedlerinin bulunması da, muhaliflerin üzerine atılıyor, tabiatiyle.. Çocuk, yaşlı,  veya savunmasız kadın-erkek, genç-yaşlı erkek demeden yığınla  katliâm ve diğer cinayetler işlenmiyor değil..

Silahlı unsurlar dışındaki insanların, bu şekilde kasden, planlı olarak katledilmesi, korkunç bir boğuşmadır; her kim tarafından yapılırsa yapılsın..

Bu gibi korkunç cinayetlerini kim tarafından yapıldığına dair kesin bir bilgi yok.. Baas rejimi, bu korkunç cinayeti muhaliflerin üzerine atıyor; muhalifler ise, Esed rejiminin üzerine..

Herbirisi de olabilir.. Çünkü, muhalif unsurlar da tek parça değiller.. Onların içinde de, İslamî emellerle mücadeleye atılan İslamî hassasiyetle hareket eden unsurlar her ne kadar hâkim durumda olsalar bile, daha başka muhalif unsurlar da bulunuyor..

Ordu, polis ve milis güçleri başta olmak üzere, Baasçı- Esed rejiminin güçlerinin komuta kademesinin ise, hangi azlık unsurların elinde olduğu bilinmiyor değil.. Kezâ, büyük çapta aynı azlık grubundan oluşturulan ve Baas Partisi kadroları ve diğer laik çevrelerce de desteklendiği bilinen kadınlı-erkekli Şebbiha milislerinin nasıl bir ideolojik körlükle cinayet işleyebildiklerinin geçmişi de ortada..

Ve bütün bunlar olurken, Suriye"ye yapılan saldırının İran"a yapılmış sayılacağı gibi iddialar ve Patriot füzelerinin İran"a da karşı bir tehdid olduğuna dair suçlamalar da mâlum.. (Türkiye rejiminin de Patriot füzelerinden çıkarması gereken bir ders de herhalde, herşeyden önce şu olmalıdır ki, bir saldırıya uğraması halinde, kendi hava sahasını NATO"ya korutmak isteyince, sadece "Patriot"ların yerleştirilmesi için bile, ayların geçmesi gerekti.. Demek oluyor ki, savaş teknolojilerinin günümüzde hangi boyutlarda olduğu gözönüne alınırsa, "Ba"d-el"harab"elBasra.." (Basra harab olduktan sonra") sözündeki mânâ doğrulanmış olacaktır..

*

Öte yandan, seçimlerde zayıflayarak da olsa yeniden seçilen Netanyahu, geçen hafta, bir Amerikan heyetiyle yaptığı görüşmede, "Suriye"de biz bugün kötü ile, çok kötü arasında bulunuyoruz.." diyor ve Suriye"nin "kötü"nün (Esed"in, Baas rejiminin) elinden çıkması ihtimalinden sonra, bu ülkeye İslamî güçlerin hâkim olacağı ihtimalinin kendileri için çok kötü olacağını"  belirtiyordu..

Ve arkasından da, 30 Ocak günü, siyonist İsrail rejimi, Suriye"nin başkenti Şam yakınlarındaki bir askerî merkeze radarlara gözükmeyecek derecede alçaktan uçan bombardıman uçaklarıyla saldırıyordu..  

Geçtiğimiz yaz aylarında, Türkiye"ye aid ve sınır boylarında keşif uçağı yaparken, 5-10 km. kadar sınır ihlali yapmış olması mümkün ve muhtemel bir savaş uçağını vurup Akdeniz"e düşüren ve "Türkiye"ye aid olduğunu bilseydik vurmazdık, biz hava  sahamızı böyle koruruz.." diyen ve birilerince Direniş Hattı"nın önsafı olarak görülen Suriye rejiminin, başkentinin burnu dibindeki önemli merkezlere yapılan bir saldırıya tepkisi ne olmuştur, / ne olacaktır? Veya, Türkiye"nin Suriye"ye saldırabileceği gibi dünyanın hangi merkezlerinde üretildiği bilinen varsayımları ciddî imiş gibi  kabul edip, "Suriye"ye saldıranı, bize saldırmış sayarız.." diye, Türkiye"ye karşı hasmâne mesajlar verenlerin şimdi, "bu saldırıyı Suriye"nin egemenliğin ve toprak bütünlüğünün açıkça çiğnenmesidir.." diye nitelemenin ötesinde ne diyecekleri- yapacakları meraka değer değil midir?

Uluslararası entrikaların müslüman coğrafyaları üzerinde yuvalanmasının, bütün zamanların temel meşgalesi olduğunu tekrara gerek yok.. Hele de günümüzde..

Böyleyken, bu entrika atmosferinde, sadece müslüman toplumları birbirine düşürmek isteyenlerin, birbirinden uzaklaştırmaya çalışanların değirmenine su taşımak mesabesindeki ağır suçlamaları artık bırakmalıyız.. Ve anlaşılmalıdır ki, lafla peynir gemisi yürümüyor..

Türkiye,  mevcud laik rejiim yapısına rağmen, adım adım, 10 yıl boyunca, siyonist İsrail rejiminden uzaklaşması, yetersiz olsa bile,  tasavvur bile edilemiyecek derecede bu kadarca gerçekleşmişken; T.C. rejiminin Amerika, NATO ve İsrail"le lanetli bağları sanki daha önce değil de, bugünkü yöneticilerce kurulmuş gibi, onların devamlı olarak "İsrail ve Amerikan kuklası " diye suçlanmasının gerçek olup olmayışı bir yana; bu suçlamanın dozunu arttırarak devamlı tekrarlanmasının, bölgenin hangi problemine faydası ne olacaktır?

Müslüman toplumların ittihadına, birliğine, kardeşliğine mi?

Hele de, bütün bunlar, Suriye halkını onbinler halinde katleden, bütün Suriye"yi bir harabeye çeviren bir, Suriye Şahı konumundaki Beşşar Esed"i ve müslümanlar için, Saddam"ın Baas rejiminden hiçbir farkı olmadığı bir daha ap-açık ortaya çıkan Suriye"deki menhûs Baas rejimini korumak adına yapılırsa!.

 

haksöz

Bu yazı toplam 1371 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar