Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Türkiye-İran gerilimi mi; aklı selîm"in geri dönmesi mi?

Suriye buhranı konusunda, değişik stratejileri ve ulusal çıkarları yüzünden birbirine farklı ve hattâ zıd ve iki tarafı askerî açıdan bile karşı karşıya getirebilecek olan bir gerilim Türkiye ve İran"ı derinden meşgul ederken.. Ve de İran medyası, Suriye"de kanları hergün dökülen onlarca insanı sözkonusu etmezken; Kahire"nin Tahrir / Hürriyet Meydanı"nda son günlerde yeniden meydana gelen gerilim ve 2-3 kişinin ölümünü "Tahrir yine kana bulandı.." diye, hemen manşetlere çekerken..

"İsrail"in, İran"a ânîden saldırabileceği"ne dair haberler sökün etti..

Bu haberler üzerinde ciddî olarak durulmalıdır..

Siyonist İsrail rejiminin, "6 Gün Savaşı" olarak bilinen 1967 Haziranı"ndaki savaşta ânî bir saldırıyla Mısır, Suriye ve Ürdün"ü gafil avladığını hatırlayalım.. Aynı şekilde, tarihte neredeyse yok sayılan veya küçük bir çatışma gibi gösterilen ve 1973 Ekimi"nde, İsrail rejiminin hiç beklemediği bir sırada, Enver Sedat"ın liderliğinde Mısır güçlerinin ânî saldırısıyla İsrail"in darmadağın olduğu ve İsrail"in ancak "atom bombası kullanacağız‚ tehdidi üzerine Amerika"nın devreye girip durdurduğu ve Mısır"ı, "ateş-kes"e zorladığı Ramazan Günleri Savaşı"nı da hatırlayabiliriz..

Şimdi de, İsrail, İran"a âniden saldırırsa..

Bu mümkündür..

Üstelik, bu, bir İsrail saldırısı değil; bir Amerikan ve NATO saldırısı da demek olacaktır..

Çünkü, İsrail rejimi, gerçi NATO üyesi değildir, ama, NATO"nun bütün gizli bilgilerinin kendisine verildiğini Amerikan makamları yıllardır tekrar tekrar açıklamaktadır.. Ki, daha geçenlerde Amerikan Başkanı Obama, "Bizim hiç bir ülkeyle dostluğumuz ve stratejik işbirliğimiz, İsrail ile olan dostluk ve stratejik işbirliğinden önemli değildir.." demişti.. Ve bu da, zâten bilinen bir durumdu, malûmu ilâm idi..

Obama"nın, bu sözü sadece seçim atmosferinde söylenmiş olarak kabul etmemiz kendimizi kandırmak olur.. Çünkü, duruma Amerika- İsrail ilişkileri açısından bakıldığında, manzara başka türlü değildir..

Her ne kadar, şimdiki İsrail rejimi başbakanı Bünyamin Netanyahu hakkında, geçenlerde Sarkozy ile Obama arasındaki bir görüşmede, her ikisinin de onun yalancılığından yakındıkları ortaya çıkmış olsa bile, bu, Netanyahu"nun şahsıyla ilgilidir. Onların bu yakınmalarının bütünüyle İsrail -Netanyahu"nun sevdiği deyimle- yahudi devleti"ne teşmil edilip edilmeyeceği ayrı bir konudur.. Ama, şurası da açıktır ki, İsrail rejimi liderlerinin hepsinin ortak özelliği de Netanyahu"nunkinden farklı değlidir ve onlar hedeflerine ulaşabilmek için, diğer bütün insanlara, toplumlara ve devletlere karşı hileli işlemler yapabileceklerine dair kendi inançlarından bir takım cevazları daima bulurlar; bulamadıkları zamanlarda da hamamları, rabinleri onlara "Ahd-i Atiq"den veya "Talmud"dan bir takım yorumlarla en olmayacak cevazları bile verirler.. Ve onların bütün bu hileli isöz ve tavırlarına karşı, emperyalist dünyanın en güçlü liderleri bile seslerini çıkaramazlar.. Çünkü, hristiyan geçmişlerinin, asırlar içinde yahudilere karşı işledikleri suçların ezikliği içinde; yahudileri ve onlar adına kurulmuş olan İsrail"i, üstelik de kendilerinden uzakta, müslüman coğrafyasının kalbinde tutmayı yeğliyorlardı..

Bugün de, değişen bir şey yoktur.. İsrail rejiminin her türlü saldırganlık ve kandökücülüğü ise, "İsrail"in yaşama hakkının varlığı ve korunması" gerekçesiyle mâ"zur görülür..

*

Rusya, 40 yıla yakın zamandır etkinliğini yitirdiği Ortadoğu"ya yeniden dönmek istiyor..

Rusya Devlet Başk. D. Medvedev, İran"a bir İsrail saldırısı halinde, sonuçları tahmin bile edilemeyecek geniş ölçekli bir savaşa ve felakete yol açacağını ve Rusya"nın da böyle bir saldırıya karşı çıkacağını söylüyordu, 17 Aralık günü, Brüksel"de.. Rusya ve Amerika"nın maslahat ve menfaatleri gerektirdiği zaman, birbirleriyle zıdlaşmamayı esas alıp, başka ülkeleri nasıl fedâ ettiklerinin son yarım asırda yığınla örnekleri de unutulmamalıdır.

Bu arada, Rusya"nın Suriye"yi güçlendirdiği, Suriye"ye milyonlarca gaz maskesiyle birlikte verdiği kimyasal silah başlıklı füzelerin Türkiye"ye yönelik olarak yerleştirildiği, Rus savaş gemilerinin de Suriye limanlarına gittiği ve keza, Ermenistan"daki Rus askerî birliklerinin de Türkiye sınırına kaydırıldığı haberleri de geliyordu..

Açıktır ki, Rusya 40 yıla yakın zamandır etkinliğini yitirdiği Ortadoğu"da yeniden etkili olabilmek için de bu gibi fırsatları değerlendirmeye çalışıyor..

Tabiatiyle, bu konu açıkça söylenmese de, Türkiye"nin de, AK Parti iktidarı boyunca, savunma bütçesinde, yıllardan beri ilk olarak yüzde 7"lik bir arttırıma gittiği açıklanıyordu..

Yani, Suriye konusundan dolayı, bölge ülkeleri arasında tehlikeli gelişmeler filizleniyor..

*

Böyle bir karmaşık Ortadoğu coğrafyasında, Türkiye ile İran arasında da son zamanlarda bir sürtüşme olduğunun haberleri tabloyu daha bir karartmaktadır..

Önce bir durum tesbiti yapmak gerekiyor..

İran, kendi halkının büyük ekseriyetinin inandığı genel çerçeve içinde İslamî temeller üzerine kurulu olan bir İslam Cumhuriyeti modeli oluşturmuş bulunuyor, 32 yıldır..

Türkiye ise, halkının büyük ekseriyetinin inandığı genel çerçeveye tam karşıdan saldıran ve baskı uygulayan bir "kemalist/ totaliter-/laiklik" anlayışı üzerinde kurulan ve 60 yıla varan bir zamandır, kapitalist Batı dünyasının bir saldırı paktı olan NATO"ya da bağlı olan bir "laik cumhuriyet" modeli oluşturmuş bulunuyor, 88 yıldır..

Görüleceği üzere, bu iki ülkenin rejimlerinin üzerlerinde yükseldikleri aslî temeller birbirine taban tabana zıd dünya görüşlerine dayanmakta.. Bu da, bu iki ülke rejiminin birbiriyle zıdlaşmasının kaçınılmaz olduğu gerçeğini beraberinde getirmektedir, tabiatiyle..

Buna rağmen, her iki ülkenin yönetim mekanizmaları ve kadroları iki ülkenin bu ideolojik temel zıdlığına rağmen, sürtüşmelerden uzak durmakta başarılıydılar, bu zamana kadar..

Ama, son zamanlarda bir şeyler oldu..

Önce, Türkiye, NATO"nun füze-savar radar sistemini Malatya civarına yerleştirmeyi kabul etti..

Bu radarların, İran tarafından başka ülkelere atılacak füzelerin, hedeflerine ulaşmadan etkisiz hale getirmek, imha etmek için kurulduğu gizli bir sır değil..

Ve en üst makamlardaki Türkiye yetkilileri de bu radarların İran"a karşı olmadığını, bunun NATO çerçevesinde alınan bir karar gereği olduğunu söylüyorlar..

Bu, biraz doğru da.. Ne var ki, NATO"nun savunma anlayışının ne kadar muğlak olduğu da ortada..

Yine de, bu sistem, İran üzerine füze atmıyacak.. Sadece İran tarafından atılacak füzeleri yakalayacak.. Ama, tabiatiyle, İran üzerine fırlatılacak füzeler için de bir engel teşkil edecek değil ya..

İran bu boşluğu da, Rusya"dan alacağı teknik yardımlarla ve mukabil bir "füzesavar radar sistemi" kurarak doldurmayı planladığını açıklamış bulunuyor.. Mâkul bir çözüm yolu..

Bütün bunlara rağmen, İran"ın bu füzesavar radar sisteminden rahatsız olacağı açıktı..

Ama, bu yolda herhalde yine de temkinli itirazlar olacağı bekleniyor olmalıydı, Türkiye tarafından..

Türkiye NATO"dan çıkmadan, emr-i vâkılerden kurtulamaz..Ve NATO"dan çıkmak da inqılab çapında bir kararla olabilir.

O da öyle olmadı ve önce, İnqılab Muhafızları Ordusu"nun Hava Kuvvetleri ve Feza Çalışmaları kumandanı olan Gen. Emîr Ali Hacızâde"nin, "İran"a bir saldırı olması halinde, Türkiye"deki füzesavar radar sistemlerini vuracaklarına" dair açıklamaları geldi..

Bunu, bir-iki gün sonra, olan İslâmî Şûrâ Meclisi /İran parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkan Vekili Huccetulislam Huseyn İbrahimî"nin aynı yöndeki açıklamaları takib etti ve her hangi bir saldırı durumunda, söz konusu kalkanın "kesinlikle" hedef alınacağını söyledi.

İbrahimî, Tehran"da yayınlanan 14 Aralık günü Şarq gazetesinde yayınlanan mülakatında, "Bu sistem, aslında siyonist rejimi (İsrail"i) koruma amacını taşıyor. NATO adı altında İsrail için yapılıyor. Bu, topraklarında sitemin kurulmasına izin veren Türkiye'nin bir sorunudur. Türkiye bunu yapmamalıydı.." diyordu ve haklıydı da...

"Ferheng-i Aştî" (Uzlaşma /Barış Kültürü) gazetesine konuşan "İslam Cumhuriyeti"nin Maslahatını Belirleme Kurulu" (Mecme-i Teşhis-i Maslahat-ı Cumhûrî-i İslamî) üyesi Huccetulislam Hasan Ruhanî ise, "Türkiye Suriye konusunda, muhalefeti destekleyerek sınırı aşıyor.." diyordu..

Suriye"deki Beşşar Esed rejimini korumak için İran"la birlikte hareket eden Irak Başbakanı Nurî Malikî de geçen hafta, Washington"da Obama ile yaptığı bir açıklamada, "Irak"da -Amerikalıların endişe ettiği gibi- İran'ın değil de, Türkiye'nin etkisini artırmasından kaygı duyduğunu" ifade etmişti.

Bu açıklamalar elbette ki Türkiye kamuoyunda rahatsızlık meydana getiriyordu..

Bütün bunlar tamamen yersiz de değildi..

Çünkü, İran ki, bugün, kuzeyinde Amerika ve İsrail"in cirit alanına dönüşen Azerbaycan bulunuyor.. Doğusunda Afganistan, 10 yıldır tam manasıyla Amerikan işgali altında.. Pakistan da, karşı çıkıyor gözükmesine rağmen, Amerikan güçlerinin cirit alanı halinde..

İran Körfezi"nin güneyindeki petro-dolar şeyhlikleri, Emirlik"ler ve Suûdî rejimi de tam mânâsıyla Amerikan emperyalizminin emrinde..

İran"ın batısında ise, Irak, 20 yıla zamandır Amerikan emperyalizminin cevelangâhı..

Türkiye ise, 180 yıla yakın zamandır Batı İttifakı emrinde olan ve son 60 yıldır da, bütün ordusuyla NATO"nun emrinde ve tabiatiyle, dışsiyaseti de ona göre belirleniyor..

Ayrıca, Amerika"nın elinde o kadar imkanlar varken, NATO müttefikliğini gerekçe göstererek, bu radar sistemini illâ da Türkiye"ye yerleştirmek kararı alması, burada, kendi emellerine hizmet edecek bir fitne odağı daha oluşturmak içindi.. Yoksa, aynı Amerika, bu radar üssü için, İran çevresindeki sözkonusu diğer bütün coğrafyaları da kolayca seçebilirdi..

Türkiye, NATO"dan ayrılmadıkça, emperyalist odakların daha nice emr-i vâkıleriyle karşılaşacaktır.. Ve NATO"dan ayrılma kararını alabilmek de her babayiğidin işi değildir ve öyle bir kararın alınması da, bedelini ödemeyi bütün bir halk, baştan göze almadıkça, gerçekleştirilmesi daha bir zorlaşır..

*

Durum bu iken, İran"lı bazı yetkili isimlerin bütün bu Amerikan hedefleri içinden sadece Türkiye"yi isim zikrederek vuracakları tehdidinde bulunmaları, ister istemez, özel bir maksadı taşıyor şeklinde anlaşılmaya müsaid bir durum ortaya çıkarıyordu..

Açıktı ki, bu yerler Amerikan üssleri olsa bile, onu kabullenmiş olan Türkiye olduğuna göre, onlara yapılacak bir saldırı, Türkiye"ye yapılmış sayılacaktı..

*

"Türkiye tehdid ediyor, İran ise açıklama yapıyor!" eleştirisi..

Nitekim, Türkiye makamları birkaç gün bekleyip, sonra Dışişl. Bak. Ahmed Davudoğlu"nun, İran"lı mevkıdaşından bilgi istemek noktasına gelmesi, tabloya yeni görüntüler çıkardı..

İran Dışişl. Bak. Ali Ekber Salihî, Davudoğlu"yla telefon görüşmesinde ve daha sonra Anadolu Ajansı"na verdiği mülâkatta da, "İİC adına dışsiyasetle ilgili açıklama yapmaya "İnqılab Rehberi, Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı"nın yetkili olduğunu, bunun dışında açıklanan görüşlerin resmî bir niteliğinin olmadığını ve o kişilerin şahsî görüşleri olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve resmî vazifeli kişilere de, dışsiyasetle ilgili konularda görüş açıklamamaları uyarısının yapıldığını" bildiriyordu..

AA muhabirine yaptığı açıklamalarına türkçe olarak, "Türk milletine ve devletine selam ve saygılarımı gönderiyorum" sözleriyle başlayan Salihî, İranlı bazı yetkililerin medyaya yansıyan ve Türkiye'ye yönelik açıklamaları hakkında, bu beyanların ilgili kişileri bağladığını söylüyor, "Sorumsuzca ve bilinçsizce açıklama yapanlara gereken uyarıda bulunduk" ifadelerini kullanıyordu..

"Aziz türk halkı, başta sayın Gül, Erdoğan ve Davudoğlu olmak üzere Türk devlet adamları bilsin ki İran İslam Cumhuriyeti'nin Türkiye'ye resmî bakışı derin kardeşlik ve dostluk esasına dayalıdır.." diyen Salihî, "Türkiye'de de İran ile ilgili yanlış görüş beyan eden bazı şahıslardan kardeşçe ricam, iki milletin de düşmanlarına bu fırsatı vermemeleri" temennisini de ekliyordu, sözlerine..

Salihî, sözlerini, "Türkiye ve İran medyasında bazıları maalesef Batılı yorumcuların görüşlerini aktarıyor. Bazıları da uluslararası konularda gerekli bilgilere sahib olmadan kendi sorumlulukları dışında görüş beyan ediyor. Bilinçsizce görüş beyan etmeler bir takım yanlış anlamalara sebep oluyor. Bu, iki ülkede de var. İran'da son dönemde bazıları sorumluluk alanları dışında ve bilmeyerek Türkiye ile ilgili görüş beyan ettiler. Biz, bu görüşlerin tamamını reddediyoruz. (...) İran ve Türkiye rakip değil, birbirinin tamamlayıcısıdır. Her ikisi de bölgede birçok alanda birbirinin tamamlayıcısı olma yönünde çalışıyor.." diye noktalıyordu..

Elbette Salihî"nin bu sözleri, bir gerilimi atlatmak için diplomatik inceliklere göre dile getirilmiş bile olsa, İran içinde alışılmışın dışında ağır eleştirilere de uğruyordu..

*

Türkiye rejimi ve kamuoyu da, kendisini İran"ın yerine koyarak bir değerlendirme yapabilir mi?

Nitekim, İslam İnqılabı Muhafızlar Ordusu"na, 1980-88 arasındaki İran-Irak Savaşı"nın son 7 yılında ve sonrasında da yıllarca başkomutanlığını yapan ve hâlen de "İslam Cumhuriyeti"nin Maslahatını Teşhis Kurulu"nun Genel Sekreterliği"ni uhdesinde bulunduran Serdar Muhsin Rızâî"ye aid olan, "tabnak.ir" isimli etkili internet sitesinde, (İran"da kullanılan Hicrî-şemsî takvimin 13 Azer 1390 günü / miladî takvimle, 15 Aralık 2011 tarihinde) "İşler yine ters işliyor.. Türkiye tehdid ediyor, İran ise açıklama yapıyor.." başlıklı bir yoruma yer veriliyordu; İran"ın -zımnen- aşağıdan aldığı ifade ve tenkid edilerek..

Bu yorumda şu görüşler dile getiriliyordu:

"Türkiye birkaç ay önce, NATO"nun radar füze savunma radarlarını kendi topraklarında yerleştirilmesini kabul ettiğini resmen açıkladı ve bu sûretle İran"ın millî çıkarları aleyhine bir hareketin bayrakdarlığını üstlenmiş oldu.. Türkiye"ye yerleştirilen Füze Radar Üssü"nün, resmen de bildirildiği üzere, İran tehdidine karşı olduğu açıklanmıştı..

Tabnak"ın bildirdiğine göre, sözkonusu Füze Radar Üssü, önümüzdeki günlerde Türkiye"ye yerleştirilecek.. Bu sistemin yerleştirilmesiyle, Türkiye, İran"ın millî çıkarlarının aleyhine faaliyetlerin merkezi olacaktır..

Türkiye, bilindiği üzere, İran karşısındaki gücünü en üst seviyeye ulaştırmaya çalışırken, tabiîdir ki, kendi ulusal çıkarlarını azâmî derecede elde etmeye çalışıyor..

Amma, İran Dışişleri Bakanlığı makamlarının bu tehdide olumsuz tepki vermesi ve kamuoyunun ve içerdeki birçok şahsiyetlerin baskısını, dışsiyasetin belirlenmesinde görmezlikten gelmesi çok tuhaf bir durumdur..

Son günlerde ise, "iyi komşuluk ilişkilerini gözetecek şekilde hareket etmediklerine ve füze radar siperlerinin kurulmasına ev sahibliği yaptıklarına ve bu sûretle İran"ın ulusal çıkarlarına doğrudan tehdid oluşturdukları"na dair, Türkiye makamlarının açıklama yapması gerekirken; İran Dışişleri Bakanı niçin, çeşitli münasebetlerle, Türkiye"nin rızasını, memnuniyetini kazanmak noktasına gelmiş bulunuyor?

Bazı İran askerî makamları geçtiğimiz günlerde, vazifelerinin gereği olarak doğru bir şekilde, Türkiye"nin yöneticilerine, "Eğer NATO ve Amerikan güçleri tarafından ve Türkiye üzerinden, İran"a yönelik bir tehdid olursa, İran, Türkiye"deki füze radar üslerine doğrudan saldıracaktır.." hatırlatmasında bulunmuşlardı..

Böyle yapılması ve İran millî çıkarlarının en üst seviyeye çıkarılması gerekirken, İran Dışişleri Bakanlığı, onların (Türkiye"nin) gönlünü kazanmak için, kendi makamlarımıza ihtarda bulunuyor.. İran Dışişl. Bakanı bir defa Cidde"de, bir kere de Anadolu Ajansı"na geçtiğimiz gün verdiği mülakatta, İran"ın millî çıkarlarını tehdid ettiklerini gerekçe göstererek, Türkiye"ye itiraz yerine, İran makamlarına serzenişte bulunuyor ve hattâ daha da ileri giderek, bir daha bu şekilde konuşmaması için sözkonusu İran askerî makamına gerekli ihtarın yapıldığını söylüyor..

Denilebilir ki, işler ters gidiyor ve İran Dışişl. Bakanlığı, kendi askerî makamımızın sözlerinin, karşı tarafın fiilen tehdid teşkil eden tavrına bir tepki olarak dile getirildiğini unutmuştur.. İran Dışl. Bakanı, İran tarafındaki mes"ul makama serzenişte bulunmak yerine, Türkiye"nin tehdidlerine eleştirilerini dile getirmeliydi.. Amma, anlaşılıyor ki, işler yine ters işliyor.."

Evet, konuya İran tarafından bakılınca ortaya çıkan tablo da böyle..

Her devletin, elbette ki, önce kendi iradesini, stratejik hesablarını, maslahat ve menfaatlerini gözetmesi tabiî olsa bile, bu devlet sistemlerini, rejimlerini yöneten insanların, belirli bir takım inanç veya ideoloji ve sair dünya görüşlerine göre hareket etmeleri gerçeğini unutmayıp, halklarının kalblerindeki temel inanç değerlerine, hak ve adâlet ölçülerine göre hareket etmeleri umulur..

Yoksa, her devlet sadece kendi maslahatını esas alırsa, sonunda iki taraf da, ağır bedeller ödemek zorunda kalabilir ve mazlum halkların kanına susamış emperyalist güçlerin arenasında, fillerin tepişme alanında, asıl ezilenler müslüman halklar olabilir..

Temennimiz, akl-ı selimin yitirilmemesi.. Çünkü, yapılacak her hata, sadece bugünü tahrib etmekle kalmıyacak, gelecek nesillerin hayatını da karartacak ve geleceğin tarihçilerine, bugünleri en ağır hükümlerle değerlendirmeleri için fırsat verecektir.

haksöz

Bu yazı toplam 2194 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar