Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Trump'la Buluşmaya Kilitlenen Gündem

Televizyonların ana haberlerinin günlük sıralamasını şöyle yapmak mümkün:

- Türk ve Amerikan birlikleri bugün de karadan ve havadan ortak devriyeyi gerçekleştirdiler.

- Amerika terör örgütü PYD-YPG’ye bilmem kaç TIR dolusu silah-mühimmat vs. daha gönderdi.

- Cumhurbaşkanı Erdoğan “Birliklerimiz sınırda hazır bekliyor. Oyalamaya tahammülümüz yok. Amerika’nın yaptığı müttefikliğe sığmaz. Taleplerimiz gerçeklemezse gerekeni yaparız.”

İlk sıradaki haber, malum, bir ‘uzlaşma’yı işaret ediyor. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın inisiyatifinde yürüyen görüşmelerin sonunda Fırat’ın doğusunda bir terör yapılanmasını önlemek için Türk ve Amerikan birliklerinin birlikte denetim yapmaları öngörüldü. Sınırlar çok net değil vs. ama denetlemeler sürüyor. Akar, “Denetim sürüyor, tatmin olmazsak gereğini yaparız” gibi konuşuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu uzlaşma olduğu günlerde bile eleştirel duruşunu ve operasyon kararlılığını değiştirmedi. Dışişleri Bakanı da “Kozmetik çözümlerde yokuz” diyerek Cumhurbaşkanı gibi yaklaştı olaya. 

Erdoğan ve Çavuşoğlu’nun durduğu yerden bakıldığında ortak gözlem çalışmaları avara kasnak niteliğinde idi.

 

Tabii işi ilginç kılan ABD’nin Türkiye’nin duyarlılığını hiç kaale almıyormuş gibi ağırlığını YPG-PYD’nin teşkil ettiği SDG’ye (Suriye Demokratik Güçleri) binlerce TIR dolusu silah-mühimmat taşımasıydı.

Anlaşılan ya biz Amerika’ya “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” demiyorduk ya da diyorsak bile Amerika kös dinliyordu.

Bir müttefikten gelen itirazı, öfkeyi, tepkiyi “kös dinlemek” neyin işareti olabilirdi?

İşte orada Ankara, Amerika’daki yapı farklılığını görüyordu. Amerika’da bir Trump vardı bir de “Derin Amerika.” Düşünülüyordu ki Trump bizi anlıyor ama “Derin Amerika” bölgeye ilişkin derin hesaplar çerçevesinde başka bir oyun oynuyordu: İsrail’in güvenliği, onun için İran’ı da kontrol edecek bir Kürt enstrümanı, Suriye’nin paramparçalanması, Türkiye’nin de sürekli boğuşma içine sürükleneceği kaos ortamı…

Gerilim, gerilim, gerilim…

***

Ve nihayet bir takvim çıktı ortaya.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı bir biçimde dillendirdiği operasyon ihtimali için bir takvim. Eylül sonunda iş tamam. Erdoğan elinde bu sözler olduğu halde gitti Amerika’ya.

Önce Trump’la konuşulacak. Trump’tan bir şey bekleniyor: Ne olabilir? Birlikte harekât mı? Terör örgütünü en azından 35 kilometre derinlik içinde silip süpürmek, orada bir güvenli alan oluşturmak, oraya 300-400 metrekarelik alan içinde bahçeli evler yapmak ve Türkiye’den 3 milyona yakın Suriyeli’yi oraya iskân etmek…

Proje buradan bakılınca cazip görünüyor. Ama fizibilitesi (yapılabilirliği) ne durumda? Amerika’dan nasıl görünüyor, 35 kilometre derinlik ve Fırat-Irak arasının mevcut sakinleri açısından nasıl görünüyor bir de Türkiye’den oraya iskân edilmesi düşünülen Suriyeliler açısından nasıl görünüyor? Tabii Suriye hükümeti, Rusya ve İran tarafından da?

Tabii ki kendi projemizin önüne taş koymak doğru değil. Bir yandan 4 milyon Suriyeli göçmenin ortaya çıkardığı bedelden kurtulmak, bir yandan yanı başımızda bir terör yapılanmasını önlemek… Kesinlikle bir şey yapılmalı. Ama ne? Bu işi, kendi başımıza yapmak gibi bir ihtimal her gün biraz daha öne çıkıyor.

Rusya, İran, Şam şimdilik ses çıkarmasa bile Amerika’ya rağmen bir askeri operasyon yapmak… Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bunu istemiyoruz” diyor ama “Ama…”yı da ilave etmekten geri kalmıyor. Ondan sonra “…. kendi göbeğimizi kendimiz keseriz”e varıyor.

Acaba Trump ne diyecek?

Acaba “Hele biraz daha bekleyelim, bana güvenin, sizin hassasiyetlerinizi sonuna kadar önemsiyorum. Ama şu gözlem çalışmaları devam etsin, örgütü güneye doğru kaydıralım. Ondan sonra tatmin olmazsanız bir kere daha bakalım” mı der? Yoksa “Türkiye’yi asla bir terör örgütü ile kıyaslamayız. Bizim için Türkiye önemli, örgüt ya bitecek , ya bitecek” mi der?

Ya da Trump’a rağmen “Derin Amerika”nın bölgede bildiğini okuması gibi bir durum mu söz konusu olur?

Çoook uzun süreli bir gerilim atmosferi önümüzde duruyor. Bazen sözler arasına “güvenlik sınırımız misak-ı milli hudutları” gibi sözler yansıyor. O, o gün de güç gerektiriyordu, hiç şüphesiz bugün de güç gerektiriyor. Suriye kaosunun içinden misak-ı milli hudutları çıkarılabilir mi? Güç kullanmak, ülke için hayat memat meselesine soyunmak anlamına gelir. Künde atmak gibi bir şey. Atabilirsen şahane, atamazsan…

Bu yazı toplam 908 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar