Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Tarih, herşeyi sonuna kadar gizleyemez.

Tarih, herşeyi sonuna kadar gizleyemez.
*Tarihçiler toplantısında konuşulanlar açıklanmalı

Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan, tarihçileri toplamış.. Daha önce Gül de C. Başkanlığı’nın ilk yıllarında böyle birkaç toplantı yapmıştı, ama, sonra sürdürülmedi o ve bir geleneğe dönüştürülemedi, bildiğim kadarıyla..

Cumhurbaşkanı adına davet edilen isimlere baktım.. Herbirisinin kendisine göre bir takım değerleri vardır, herhalde.. Ama, onlar arasında aradığım gözler de vardı. Mesela, tarihçi Prof. İhsan Süreyya Sırma..

Ayrıca, Ermeni Mes’elesi konusunda resmî göre yakın olanlar arasından bir seçim yapılmadıysa.. Başkalarının da olması gerekmez miydi?

Kezâ, bu konularda, mesela tarihçi Prof. İlber Ortaylı ve hele Prof. Halil İnalcık’ın da söyleyecekleri olurdu. Davet edilmişler midir, açıklık yok..

Ama, toplantıya davet edilenler arasında akademik formasyona sahib olmayan ve magazinel eğilimleri dolayısiyle ön plana çıkmış isimler de vardı. 

Ayrıca, orada yapılan konuşmaların dışarıya sızdırılması bir ayrı konu.. o zaman, orada yapılan bütün konuşmalar açıklanmalıdır, siyaq ve sibaqı, evveli ve sonrası kesilmeden.. Yoksa, bir cümlenin başı -sonu kesilince ve asıl söz sahibinin niyetinden koparılınca.. Bambaşka bir tablo çıkabiliyor ortaya..

Nitekim, toplantıya katılanlardan birisinin medyaya yansıyan sözlerine göre, güya, Tayyîb Erdoğan, Abdullah Gül’ün Erivan’daki bir futbol maçına gitmesinin Türkiye’nin durumunu zayıflattığını söylemiş; ‘ortamı yumuşatmayı amaçlarken karşı tarafın eline koz verdiğini ve bizim üzerimize gelmeyi sağladığına’ vurgu yapmış.. Ve, Bursa’da yapılan maçtan sonra bir sonuç çıkmadığını; ortalığı yumuşatmaya çalışarak işin içinden çıkılamıyacağı’nı ifade etmiş.. Bu gibi iddialar başkaları tarafından aktarılınca, hoş olmamış.. Üstelik de yıllar önceye aid bir konuyla ilgili olarak..

Geçen hafta da, Ahmed Davudoğlu, Pennsylvania’da F.G. görüşmeye gittiğini, bunu,onu legal, kanûnî bir alana çekmek için yaptığını ve bu gidişinden, Gül’ün de, Erdoğan’ın da bilgisi dahilinde olduğunu söyleyince.. Abdullah Gül, ‘Ben sonradan öğrendim..’ deyiverdi..

Davudoğlu ise, ‘Benim zihnim berrak..’ diye hatırlamakta bir probleminin olmadığını belirtti.   O durumda,  Gül’e de ‘Benim zihnim de berrak..’ karşılığını vermesi kalıyordu. Nitekim de öyle oldu, o da öyle açıklama yaptı..

Bunlar hoş şeyler değil..

Cumhurbaşkanlığı, bu son toplantıda tarihçilerin neler konuştuğunu cumhûra da açıklarsa, iyi olur.  Kimlerin neler söylediği, hele de daha sonra olabilecek muhtemel kıvırmalar açısından öğretici olabilir.

*’Mukabele-i bil’misl’, evet gereklidir de, nereye kadar?

1915’in Hadiseleri’nin 100. yıldönümü dolayısiyle Ermenistan’ın yaptığı davete katılan Rusya Devlet Başkanı Putin’in bununla yetinmeyip, ‘ermeni soykırımı’ndan da sözetmesi Tayyîb Erdoğan’ı epeyce kırmıştı, kendi beyanına göre..

Her ne kadar, Rusya yaptığı açıklamada, Türkiye ile ilişkilerinin bu geziden etkilenmiyeceğine olan kanaatlerini açıklamasa da, ortada bu zamana kadar iki lider arasında varolduğu devamlı vurgulanan karşılıklı güven’in büyük çapta zedelendiği ve ortaya bir ‘güven bunalımı’nın çıktığı söylenebilir.

Nitekim, Sovyet Rusya7nın 2. Dünya Savaşı’nın kendilerinin bulunduğu tarafın zaferiyle sona ermesinin  70. yıldönümünü dolasiyle, 9 Mayıs günü yapacağı ve büyük bir gövde gösterisine dönüştürüleceği anlaşılan kutlama törenlerine davet edilen Tayyîb Erdoğan’ın da bu törenlere   katılmayacağını açıklandı. Bu durumun, açıktır ki, Putin’in Erivan’a gitmesine ve orada yaptığı açıklamalara bir protesto mahiyetinde olduğu değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır.

Diplomaside ‘mukabele-i bil’misl’ / aynıyla misillemede bulunmak, bir genel kuraldır, ama, bu nereye kadar ve sürekli bir zıdlaşmaya dönüşmeli midir?

Hassas bir konu..

*

Elbette, 8 veya 9 Mayıs 1945 tarihi, 2. Dünya Savaşı’nın Avrupa’da sona ermesinin tarihi olması açısından son derece önemlidir. (O savaşın Asya’da sona ermesi ise, hatırlanacağı üzere, Agustos 1945’in başında Amerikalılar tarafından Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılan iki atom bombasıyla ve bu şehirlerindeki 300 bindene varan sivil insanın bir anda kavrulmasıyla sağlanmıştır.)

Hitler Almanyası, başlangıçta, Stalin Sovyetleri’yle anlaşmış ve iki tarafın dışbakanlarının olan Molotof ve von Rippentrop’un 25 Ağustos 1939’da imzaladıkları anlaşmalarla Doğu Avrupa iki taraf arasında bölüşülmüş ve bir hafta sonra, 1 Eylûl 1939’da Hitler orduları Polonya’ya saldırarak 2. Dünya Savaşı’nı en net şekilde başlatmış ve alman orduları, bir hafta içinde Polonya’nın başkenti Varşova’ya girmişlerdi.

O zaman, Stalin Sovyet RusyasıHitler’i destekliyordu.

Ama ne zaman ki, henüz de çok net olarak anlaşılamıyan bir niyetle, Hitler, Stalin Rusyası’na saldırıverince, büyü bozulmuş ve Stalin Rusyası kendisini kurtarabilmek için, Hitler’e karşı olan cebheye geçmişti.. Hitler orduları ise, taa Hazar Denizi’nin kuzeyine kadar 3.000 km. ilerlemişlerdi. Ama, Stalingrad önünde durdurulmuşlardı.. Meşhur espriyle, Mareşal Winter tarafından..  (Winter, kış demek olup, Stalin ve Rusya’ya savaşı kazandıranın o ağır kış şartları olduğu böylece anlatılır..) 

Daha sonra ise, alman ordularının gerilemesi süreci başlamıştı.. Hele de, Pasifik Okyanusu’ndaki Amerikan Pearl Harbour Deniz Üssü’ne Japonya’nın âni saldırısıy ve Pasifik’teki Amerikan donanmasının safdışı edilmesiyle..

*Ve, yenilgi için, geri sayımın başlaması..

  1. Amerika da savaşa girmiş ve savaşın seyri değişmeye başlamış ve arkasından da, bir gecede, Normandiya sahillerine, 1,5 milyonluk bir orduyu çıkarınca, Hitler için geri sayım başlamıştı.

Bu geri sayım, sonunda, Sovyet Rusya ordularının  taa Almanya’nın başkenti Berlin’e kadar girmesinin de yolunu açmıştı.

Adolf Hitler o zaman, Berlin’de, ama nerede olduğu, sınırlı kimselerce bilinen sığınağındadır.

Hitler, Nisan ayının son günlerinde, artık sonunun iyice yaklaştığını görür ve o zamana kadar birlikte yaşadığı Eva Braun’la o şartlarda resmen nikahlanır.

Ve arkasından da intihar eder.. Sonra da, Eva intihar eder.. O son anlara, intihardan önceki son anlarıa dair fotoğraflar geçen hafta yayınlandı, ilk kez.. 

Hitler, yakın adamlarına verdiği emirde, kendisinin ve Eva’nın cesedinin üzerlerine gaz dökülerek yakılmasını istemiş ve öyle yapılmıştır. Bazı kaynaklarda, Hitler’in yakın çevresine, o korkunç yenilgi anında, ‘her ne yaptı ise, ülkesi ve halkı için yaptığını ve bunun bir gün anlaşılacağını ve heykellerinin dikileceği’ni söylediği yazılmıştır. Bu tamamen reddedilemez de.. Çünkü, bugün, aradan geçen 70 yıla rağmen, Almanya’da Hitler’in övülmesi, kanunla kesinlikle ve şiddetle yasaktır ve en küçük bir övgü, bir kaç yıllık hapis cezasını göze almayı gerektirmektedir.. Demek ki, halkı tarafından övülecek bir çok şeyler yaptığı içindir, bu yasaklama.. Serbest bırakılacak olsa, Hitler ideolojisinin ve ırkçılığının, Almanya’da çok tarafdar bulacağından hâlâ da korkulmaktadır.. 

(Hani, bazılarının da eleştirilmesi, yerilmesi kanunen yasaktır ya.. Demek ki, orada da aynı mânâ tersinden sözkonusudur, demek ki, bir halka ihanet sözkonusudur, ve kanunî yasaklar olmasa, neler söylenecektir, neler..)

*

Bu vesileyle belirtelim..

İkinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak yüzlerce film yapılmıştır, dünyada.. Ama, hepsi de, Hitler’in düşmanı olan güçler tarafından.. Çünkü, dünya kamuoyunun, galiblerin istediği şekilde şartlandırılması hedeflenmiştir.

Ama, savaşın mağlubu olan Almanya tarafında ise, Hitler dönemiyle ilgili tek film, 10 sene öncelerde yapıldı, ‘Untergang’ / (Çöküş) ismiyle.. Ve Hitler’in ve çevresinin son demleri yansıtıldı.. Bu film, almanlar tarafından Hitler konusunda yapılan ilk filmdir..

O filmde, insanı etkileyen bir takım insanî hassasiyetler de yansıtılıyordu.

Hele Hitler’in ünlü Propaganda Bakanı Goebels’in hanımının, çocuklarına, sığınakta, o sonda soğuktan korunmaları için diyerek zehir içirerek öldürdüğü ve sonra Goebels karı-kocanın intihar etmesi sahneleri insanı etkiler..

Bu film, sionist İsrail rejiminin Eğitim ve Kültür Bakanlıkları’nca yasaklanmıştı. Gerekçesi de, Hitler ve kadrosunda da insanî hasletlerinin de olabildiği gibi duygulu sahnelerin izleyicide uyandırılabileceği acıma duygusu idi.. Bu kabul edilemezdi..

*

İkinci Dünrya Savaşı’nın Avrupa’da sona ermesi üzerinden 70 yıl geçmiş..

Daha dün denileceke kadar yakın bir zaman dilimi..

O savaşın bilinmeyen bir başka yönü daha vardı..

Yüzbinlerce alman askeri bazı rakamlara göre, (950 bin asker) esir alınmıştı.. Onlar, Polonya ve yerlerde, Hitler’in  yahudilere uyguladığı Toplama Kampları şartlarından da beter merkezlerde yıllar boyu, aç-sefil, perişan, aileleriyle irtibat kurmalarına bile izin verilmeyerek eritilmişti. Ve onların faciasını hatırlayan bile olmamıştı.

İlginç olan ise.. Hitler’in Nasyonal Sosyalizm (Nazi ) Partisi’nin genel merkezinin bulunduğu Nürnberg’de galibler tarafından yapılan uyduruk yargılamalardı.. Ve daha da ilginç olan ise, Nürnberg’in her tarafı yakılıp yıkılmışken, Nürnberg’deki o parti merkezinin yıkılmamış olmasıydı. Sonra anlaşılmıştı ki, o mekan, Hitler’in kadrolarının yargılanacağı mahkeme merkezi olarak önceden düşünülmüş, korunmuştu..

Hitler’in yerini alan Hermann Göering ve diğer alman yetkililer, komutanlar oradasavaş suçlusu olarak yargılanıp, yüzlercesi kurşuna dizilmişti. Onlar ise,vatanlarını savunmak suçunu işledikleri için, galiblerce öldürülmekte olduklarını dile getiriyorlar ve mahkemenin uluslararası hukuka riayet etmediğini söylüyorlardı. Mahkeme reisi ise, ‘Ne yapalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor..’ diyerek, nasıl bir adâlet anlayışına sahib olduklarını sergiliyorlardı.. Diğer taraftan da Tokyo Mahkemesi de aynı yöntemi uyguluyordu..

(‘Ne yapalım sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor..’ diyerek muhakeme yapan bir başka düzmece mahkemeyi de, halkımız hatırlayacaktır., Adnan Menderes ve arkadaşları da 27 Mayıs İhtilalcilerinin, TKS adına Yassıada’da kurduğu Yüksek Adâlet Divanı isimli bir uyduruk mahkemede yargılanırken, o mahkemenin reisiSâlim Başol da Nürnberg’deki o sözü 15 sene sonra aynen tekrarlıyor ve idâm ve diğer cezalar öyle veriliyordu.. Bütün laikler, kemalistler, solcular ve CHP’liler ise, ‘Yaşasın adâlet!..’ diye ülke çapında davul-zurna içinde kutluyorlardı, o cezaları..)

Tarih, sadece dünde kalmış bir masal yığını değildir, tarih gelecekte de gizlidir.

*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 827 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar