Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Suriye'deki Gösteriler Üzerinden Oynanmak İstenen Yeni Nifak Oyunları-1

Suriye'deki Gösteriler Üzerinden Oynanmak İstenen Yeni Nifak Oyunları (1)

Tunus ve Mısır ile başlayıp Kuzey Afrika ve Ortadoğu"da sarsıcı bir şekilde sürmekte olan halk ayaklanmaları "Suriye" sahnesinde yeni tartışmalara, polemiklere, haksızca suçlama ve spekülasyonlara yol açmaya başladı.

Suriye"deki egemen rejimin halkın sivil protestolarını kanlı bir şekilde bastırmaya çalışması, bu rejimin genlerindeki "katliamcı" yüzünü bir kez daha gün yüzüne çıkarırken, Suriye üzerinden üretilen bazı senaryolar da başka hesapları ortaya saçmaya başladı.

İslam dünyasındaki rejimler ve liderliklerinin meşruiyeti noktasında bir tasnif yapacak olursak; bizim yegane meşruiyet kriterimiz, yönetimlerin ve liderliklerin Kur"an-ı Kerim ve Sünnet-i Resulüllah"ın ortaya koyduğu hükümleri takva ve adalet temelinde kayıtsız şartsız hayata hakim kılma irade ve samimiyetini amelen göstermesidir. İslam alimleri bu hususu "İslam Siyaset Fıkhı" noktasında ele almışlar, "devlet, hilafet, hükümet, imamet" gibi kavramlarla ifade edilen yönetimin Müslümanların çoğunluğunun (cumhurun) özgür iradesiyle tayin ve teşkiline dayalı olduğunu belirtmişlerdir.

Bu cihetle, İslam Şeriatı"nın tatbiki, Müslümanların cumhurunun onayını almış adil ve muttaki bir lider, bir yönetimin meşruiyetinin iki temel esasını oluşturmaktadır. İslam alimlerinden bazıları fasık ve zalim olsa da, İslam şeriatını tatbik ettiği sürece bir yönetimin meşru olabileceği yönünde görüşleri ortaya koysa da, İslam alimlerinin ekseriyeti, belirttiğimiz iki esası temel meşruiyet kriteri olarak beyan etmişlerdir.

Dolayısıyla; günümüz dünyasında mevcut yönetimler arasında bu kriterlere uygun bir devlet ve liderlik varsa, Müslümanların itibar edeceği, şer"i yükümlülükle itaat edecekleri bir yönetimden söz edilmiş olur. Bunun dışında herhangi bir yönetim ve liderliğin hiçbir meşruiyeti yoktur.

Meseleye bu ölçekte baktığımızda Suriye"deki egemen rejimin Müslümanlar açısından bir meşruiyeti yoktur.

Yine İslam Siyaset Fıkhı"nda İslami olmayan devletler iki gruba ayrılırlar: birincisi "harbi devletler" ikincisi "kendileriyle anlaşma yapılan devletler"

Kur"an-ı Kerim ve Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v)"in sünnetinde her iki örneği de görmekteyiz. Zira Kur"an-ı Kerim"de bir İslam devletinin veya İslami hareket liderliğinin İslami olmayan bir devlet veya güç ile İslam ümmetinin ve İslam davasının esenliğini gözeterek "anlaşma" yapabileceği belirtilmiştir.

Bu girişten sonra, bölgede sürmekte olan halk ayaklanmalarında, birtakım odakların Suriye rejimi üzerinden İran ve Hizbullah karşıtı söylem ve yönlendirmeler içine girdiğini görüyoruz.

Bunun ilk örneği, bazı haber kaynaklarında da yer aldığı üzere, "Suriye"de gösteri yapanların üzerine Hizbullah savaşçılarının ateş açtığı, Hizbullah mensuplarının Suriye"deki göstericileri öldürdüğü" şeklindeki komplocu iddialar olmuştu. İddiaya göre, göstericiler Suriye rejiminin yanı sıra Hizbullah aleyhinde de sloganlar atıyordu.

Bu haberin ardından söz konusu iddialar gün geçtikçe yeni versiyonlarıyla kendini göstermeye başladı. "Suriye"nin halka karşı sürdürdüğü baskı ve saldırılar Sünni Müslümanları ezmeye yönelikti ve Şii olan Hizbullah da buna destek veriyordu..!"

Kuşkusuz ki bu senaryo yeni değildi. Hizbullah"ın Lübnan"da önünü kesmek, bölge ve dünya Müslüman halkları nezdinde itibarını gölgelemek ve İslam ümmeti arasında "Hizbullah"ı yalnızlaştırmak amaçlı senaryolar özellikle Temmuz 2006 savaşının ardından hız kazanmış, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan istihbaratları, Mossad ve CIA"nın desteğiyle Hizbullah"a yönelik yoğun bir şekilde asılsız suçlama ve karalama kampanyaları başlatmışlardı.

Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrullah"ın tüm bu komploları belge ve delilleriyle bir bir ortaya sermesi Hizbullah karşıtı bu bölgesel kampanyanın etkisizleştirilmesinde büyük rol oynamıştı.

Temmuz 2006 savaşında Hizbullah savaşçıları Siyonist rejim güçlerini tarihlerinin en ağır yenilgisiyle yüzleştirirken, Hizbullah"ın ortadan kalkması için Amerika ve İsrail ile işbirliğine giren, bunun için de Suudi Arabistan rejiminin sınırsız mali desteğini arkasına alan Fuad Sinyora hükümeti ve yandaşları da Siyonist rejimle birlikte hüsrana uğruyordu.

O tarihte iki vaad vardı:

Birinci vaad: İsrail ve Amerika"nın vaadi idi. 33 Gün Savaşı"nın ilk günlerinde Lübnan"a giden ABD Dışişleri Bakanı Condaliza Rice, Lübnan Başbakanı Sinyora"ya Hizbullah"ın işinini bitirileceğini vaad ederken, Siyonist rejim başbakanı Ehud Olmert ve savaş bakanı " İsraillilere Hizbullah"ın bir hafta içinde ortadan kaldırılacağını vaad etmişti.

İkinci vaad: Diğer yandan Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrullah"ın Lübnan halkı ve İslam Ümmeti"ne bir vaadi vardı; o da, Siyonist rejimin mağlup edileceğini müjdeleyen "Va"dus Sadık"dı.

Siyonist rejim 33 günlük savaşta BM Güvenlik Konseyi"nin araya girmesiyle Hizbullah savaşçılarından zor kurtulurken, bu kez Hizbullah"a karşı yeni bir savaş açılmıştı. Bu savaş "psikolojik yıpratma savaşı" idi.

Bu savaş, ABD"nin girişimleri ve Lübnan hükümetinin desteğiyle eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri"nin soruşturmasında Hizbullah"ın suçlanarak, Lübnan içinde bir "iç savaş", bundan da öte kurgulanmış bir "Şii-Sünni savaşı" çıkarma planı şeklinde kendini gösterdi.

Sonradan sahte olduğu ortaya çıkan "tutulmuş" tanıkların Hizbullah aleyhindeki suçlamaları boşa çıkınca, Hizbullah kendisi aleyhinde sergilenen bu düşmanca komploya hükümeti düşürmekle karşılık verdi ve Saad Hariri başbakanlığındaki hükümet düştü.

Hariri"nin düşmesinden en çok panikleyen de Suudi Arabistan rejimi olmuştu. Çünkü Hizbullah"ın Lübnan"daki askeri ve politik gücü Lübnan toprakları ile sınırlı kalmıyor, bölge halkları üzerindeki etkisiyle, özellikle Amerikan bloku içinde yer alan Arap rejimlerine karşı ciddi bir "tehdit"e dönüşüyordu.

Her ne kadar Hizbullah"ın Lübnan içindeki siyasi -ve örtülü askeri- hasımları 14 Mart Cephesi olarak görünüyorsa da, Amerika, İsrail ve bölgedeki ABD destekli Arap rejimleri Hizbullah"a karşı çok yönlü bir kıskaç sürdürüyordu. Aynı anda birkaç cephe de savaşmak durumunda kalan Hizbullah, dirayetli liderliği ile bütün bu kuşatmayı etkisizleştiriyor, "ABD eksenli ve İsrail destekli Arap ekseni" ise gittikçe geriliyordu.

Ortadoğu"da başlayan halk ayaklanmalarında Hizbullah"ın takındığı tavır, "ABD eksenli ve İsrail destekli Arap ekseni" açısından yeni bir kritik sürecin habercisi olmuştu. Zira Hizbullah Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve Bahreyn"deki bölgesel halk ayaklanmalarına verdiği destek ile yeni bir inisiyatif ortaya koyarken, Amerika ve bölgesel müttefikleri Hizbullah"a karşı yeni bir atılım içine girdi. Zira, Ortadoğu"nun rengini ve niteliğini değiştirebilecek bir kasırgaya dönüşen bölgesel halk ayaklanmalarının alevleri Riyad"ın saraylarına ulaşmıştı.

Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates ve ABD Merkez Orduları Komutanı Mike Mullen"in körfez ülkelerine yaptığı ani ziyaretlerin ardından Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri güçlerinin, önlenemeyen halk ayaklanmasını bastırabilmek için Bahreyn"e girerek barbarca saldırılara başlaması, sadece Bahreyn halkının devrimci iradesini kırmaya yönelik bir işgal değil, aynı zamanda Hizbullah"a karşı açılan savaşın da yeni bir safhasıydı.

Suudi Arabistan ve Bahreyn krallığı, ABD ve İsrail istihbarat servislerinden aldığı destek ile, ülkedeki direniş odaklarına yönelik operasyonlarına başlamıştı. Öyle ki Bahreyn kraliyet yönetimi, halk ayaklanmasının arkasında ülkedeki "Hizbullah ajanlarının bulunduğu" şeklindeki iddialarını medya önünde dile getirmeye başlamıştı"

Devam edecek

velfecr

Bu yazı toplam 2305 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar