"Suriye Devrimi", Tekfircilik ve Irak'da ki "Sünni Direniş"

"Suriye Devrimi", Tekfircilik ve Irak'da ki "Sünni Direniş"

Lübnan’ın önde gelen Sünni âlimlerinden Şeyh Mahir Hammud 20 Haziran 2014 tarihli Cuma hutbesinin siyasi içerikli bölümünde Irak’ta yaşanan olaylara ve Suriye tecrübelerine değindi.

Lübnan’ın önde gelen Sünni âlimlerinden Şeyh Mahir Hammud 20 Haziran 2014 tarihli Cuma hutbesinin siyasi içerikli bölümünde Irak’ta yaşanan olaylara ve Suriye tecrübelerine değindi:

“Tecrübeler hızlı bir şekilde sonuç vermiyor. Suriye’de akan kan henüz kurumadı. Hala kanamaya devam ediyor ve hala birilerinin canı yanıyor. Suriye’dekini de ‘devrim’ olarak adlandırmışlardı. İlk aylarda bu yaklaşım belki bir dereceye kadar tolere edilebilirdi. Ancak daha sonrasında devrim karşımıza tekfircilikle, katliamla, soykırımla çıktı. Buna rağmen birileri ısrarla orada yaşananın bir devrim olduğunu iddia ettiler. Hakikatlere gözlerini kapadılar ve tekfircilerin küçük bir azınlık olduğunu kabul ettiler. Onlara göre tekfirci olmayan büyük çoğunluk dizginleri ellerine geçirecek ve gerekeni yapacaktı. Çok bekledik ama hiçbir şey olmadı, olmuyor.

Üzüntü ile belirtmek gerekir ki, aynı hata bugün Irak’ta tekrarlanıyor. Birileri Irak’ta ‘Sünni direnişi’nin varlığından söz ediyorlar. Zorla ellerinden alınmış hakları geri kazanmaya çalışan “halk devrimi”… Diyorlar ki: “Hakları geri alabilmek için IŞİD geldi.” Bunu gönül rahatlığıyla söyleyip, bir de söylediklerine delil ve destek bulmaya çalışıyorlar. Desteği de kimden buluyorlar? Karadavi’den… Yabancı basından… Ya da Irak’ta yaşananları “direniş” olarak niteleyen Lübnan’ın cumhurbaşkanı adayından…

Şunu kesinlikle ifade etmeliyiz: Kimse Maliki hükümetini savunamaz. Ya da onun gibi Amerikan işgalinden sonra gelen herhangi bir hükümeti… Ya da hiç kimse Irak’ta işlerin dosdoğru bir seyir izlediğini iddia edemez. Diğer yanda hükümet durumla ilgili tanımını net bir şekilde “terör” olarak yapmış olmasına rağmen terörün ne boyutlara ulaştığını da tam olarak açıklayamıyor.

Tüm bunlar doğru… Ancak, hükümetin yanlışları ne olursa olsun, IŞİD hükümet tarafından yapılan yanlışları gidermek için alternatif bir model kabul edilebilir mi?

Aynı şeyi Suriye’de de söylemedik mi? Suriye’de yaşananlar, sorunlar ne olursa olsun Özgür Suriye Ordusu, Nusra Cephesi ya da IŞİD Suriye Hükümeti için bir alternatif olarak kabul edilebilir miydi?

O zaman diyoruz ki, Irak’ta yaşanan bir Sünni devrim değildir. IŞİD’in yönettiği bölge halkları da IŞİD’e karşı koymaya ya da hükümetlerini müdafaa etmeye ehil değillerdir. Irak’ta yaşanan durum bu… Burada birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor:

Birincisi: Bu olayların çok uzun süreceğini düşünmüyoruz. Çünkü IŞİD kendi yok oluş sebeplerini kendisi belirliyor. IŞİD’in savunduğu fikirler tartışma ya da müzakere kabul etmeyen fikirler… Kendileri bir düşünceye sahipler ve kendileri dışındaki hiçbir anlayışı doğru kabul etmeyi düşünmüyorlar. Böyle kapalı düşünceler de yok olmaya mahkûmdur.

İkincisi: Bugün IŞİD’e askeri, maddi ya da siyasi destek verenler, IŞİD’i ya da savundukları düşüncelerini çok da doğru bulmuyorlar. Ancak IŞİD’i kendi planları için kullanıyorlar. Bu yüzden istedikleri yerine getirildiğinde IŞİD’i desteklemekten vazgeçeceklerdir.

Üçüncüsü: Iraklıların bu son olaylar karşısında birlik olmalarını umuyoruz. Çünkü parçalanma ve gruplaşma Irak’ın başına gelebilecek en kötü olaydır.

Dördüncüsü: Karamsar olmak isteyen karamsar olabilir. Bu da bir haktır neticede. Ancak biz gayet iyimseriz. IŞİD’in tehlikesinin sınırlı olacağını, kendi mezarlarını kazdıklarını söylüyoruz. Bize düşen bir süre olaylar karşısında sabırlı davranmaktır.

Beşincisi: Düzenlenen suikast girişimleri ya da Humus ve İdlip gibi şehirlerde şehrin orta yerinde düzenlenen patlamalar, işin içindeki kişilerin ne kadar korkak ve cesaretsiz olduklarını ortaya koyuyor. Çünkü bu kişiler suçsuz, masum insanlardan, şehir halkından intikam alıyorlar. Ancak tüm bu planlar sandıkları gibi onların lehine değil, tam tersine aleyhine işleyecek ve zulme maruz kalan halkların bir araya gelip ortak hareket etmelerine vesile olacaktır.

Burada sorulması gereken bir diğer soru da şu ki, namaz kılan, oruç tutup ibadet eden bir insan nasıl olur da doğrudan sapar ve katliamlara, patlamalara ortak olur? Kur’an-ı Kerim bu durumun aşama aşama gerçekleştiğini ifade eder. Bu anlamda biz de şunu söylüyoruz:

Birincisi: Yaptıkları ibadetler “doğru olmayan bir niyet üzerine” kuruludur. İbadet etmekten amacı şöhret sahibi olmak, insanlar karşısında üstün olmaktır.

İkincisi: Kuran’ın bölünerek anlaşılması imanın da bölünmesi anlamına gelir. Bu kimseler savaşa ve öldürmeye çağıran ayetleri alıp; hikmeti, güzel ahlakı telkin eden ayetleri bıraktıkları için böyle bir gaflete düşmüşlerdir.

Üçüncüsü: Hevanın ilme üstün gelmesi de bir başka sebeptir. Şia’ya olan nefretlerinin boyutundan dolayı hevaları Şia’nın cihad yolunda önemli aşamalar kat ettiğini görmelerini engelliyor.

Dördüncüsü: Yüzeysel bir tefsir anlayışını kabul edip derin incelemeler yapmayı reddediyorlar. Bu yüzden şüpheli şeyler üzerinden hızlıca geçiyorlar. Böylece “Şüpheli şeylerden uzak durun” hadisi şerifinin söylediğini ihmal etmiş oluyorlar.

islamianaliz