Sünnet’e Muhalefet

Sünnet’e Muhalefet

Günümüzde Sünnet’in dinde delil kabul edilmemesinin farklı nedenleri de var kuşkusuz. Bunlardan biri, Nebevî yaşam biçiminin -dolayısıyla uygulamaların- moderniteyi içselleştirmiş Müslümanların nefslerine ağır gelmesidir...

Sünnet, Batı tarzı yaşam biçimiyle taban tabana zıt düşer. Buna karşın günlük yaşantısını Resul’ün (s.a.v) öğrettiği şekilde tanzim etmek modern Müslüman’a ağır gelmiş, Sünnet’i dışlayıcı yaklaşımlar ön plana çıkarılarak Batı tarzı yaşam biçimine geçiş yapılmıştır.

 

Sünnet’e Muhalefet

Kur’âniyyûn -nam-ı diğer “Kur’an İslam’ı”- mezhebinin sâlikleri kitabet ile tedvinin aynı şey olduğunu, hadislerin Hz. Peygamber’in vefatından ancak 2,5 asır sonra kayda geçirilmeye başlandığını zannediyorlar. Hz. Peygamber’in sağlığında da, vefatından sonra da onun sözleri ve uygulamaları sahabenin daima öncelikli gündemi oldu, ilk üç nesil bunları daima kullandı ve aktardı. Hadisler ilk dönemde kaydedilmeye (kitabet) ve ezberlenmeye başlandı, Ömer b. Abdülaziz döneminde de resmen tedvin edildi. İmam Buharî, Ömer b. Abdulaziz’in vefatından 90 yıl sonra doğdu.

Kur’an’ın cem’inde herhangi yazılı bir ayetin kabulü için iki şahidin söz konusu ayetin bizzat Hz. Peygamber’in imlasıyla yazıldığını ve Kur’an’ın son şeklinde mevcut olduğunu tasdik etmesi gerekiyordu. Rivayet dinde delil değilse “Kur’an İslam’ı” mezhebinin sâliklerinin elimizdeki mushafı kabul etmemeleri gerekir, çünkü sahabe tarafından rivayet edilmiştir.

Bu durumda rivayet karşıtı mevcut mantığa göre Kur’an’dan bir şey eksiltilmediği ya da ona bir şey ilave edilmediği söylenemez, rivayet edilmiştir sonuçta; iki sahabe geliyor ve “Böyle bir ayet var” diyor, bu şekilde rivayet edilmiş Kur’an’ı kabul edip de genel olarak rivayeti dinde kabul etmemek apaçık çelişkidir, te’vil götürmez.

Sahabe rivayeti sonucu ellerine ulaşmış mushafı kabul edip, sonra “Kur’an’ın cem’iyle ilgili rivayetler kabul edilemez” demek ise, Sünnet’e-Hadis’e muhalefet uğruna tarihin yok sayılmasıdır. Rivayetleri dinde delil kabul etmeyen “Kur’an İslam’ı” mezhebi, önce arada on dört asırlık boşluk oluşturup sonra bu boşluğa “yorum” yapıyor.

Kur’an’a baktığımızda görürüz ki, bütün olaylar peygamberlerin etrafında dönmektedir. Örneğin Kur’an bize Hz. Musa ile Hz. İsa’nın bebeklik ve çocukluk dönemlerini dahi anlatmakta, hatta ana rahmine düşüşünden itibaren Hz. İsa’nın hayatından kesitler sunmaktadır.

Aynı şekilde Mekke ve Medine’de olaylar ve tartışmalar Hz. Peygamber’in etrafında cereyan etmekte, saldırılar ona yöneltilmekte, bağlılıklar ona sunulmaktadır. Müşriklerin, kâfirlerin hedefinde o vardır, dini nasıl yaşayacaklarını ondan öğrenen Mü’minler de dikkatlerini ona vermişlerdir. Hal böyle iken Sünnet’i yok saymak aklın-mantığın kabul edemeyeceği bir yaklaşım olmanın ötesine geçememektedir, geçemeyecektir.

Hazır yeri gelmişken; Kur’an’ın ansiklopedik bir bilgi kaynağı gibi konularına göre maddelere ayrılması ve her bir konunun müstakil olarak ele alınması da modern düşüncenin/modern yaklaşımın ürünüdür. Her bir konu bir diğeriyle doğrudan veya dolaylı şekilde bağlantılıdır, bu yüzden hiçbir konu diğerlerinden bağımsız şekilde ele alınamaz, eğer alınırsa maksat hâsıl olmaz.

Günümüzde Sünnet’in dinde delil kabul edilmemesinin farklı nedenleri de var kuşkusuz. Bunlardan biri, Nebevî yaşam biçiminin -dolayısıyla uygulamaların- moderniteyi içselleştirmiş Müslümanların nefslerine ağır gelmesidir. Bu bakımdan Sünnet’i dışlayıcı yaklaşımlar modernleşme projesinin bir bölümünü teşkil etmektedir.

Sünnet, Batı tarzı yaşam biçimiyle taban tabana zıt düşer. Buna karşın günlük yaşantısını Resul’ün (s.a.v) öğrettiği şekilde tanzim etmek modern Müslüman’a ağır gelmiş, Sünnet’i dışlayıcı yaklaşımlar ön plana çıkarılarak Batı tarzı yaşam biçimine geçiş yapılmıştır. “Nasıl olsa farz değil, yapmasak da olur” gevşekliği aynı şekilde bu yaklaşımın ürünüdür. Modern Müslüman’ın mevcut yaşam tarzı Avro-Amerikan yaşam tarzıdır.

Sünnet’i-Hadis’i yok saymayan ancak konuya şüphe ile yaklaşan ve hadislerin Kur’an’a arz edilmesini savunan yaklaşıma gelince, şu ana kadar elimizdeki mevcut usûlden daha iyisi ortaya konulamadı, -geçmişte bizim de savunmuş olduğumuz- hadislerin Kur’an’a arzı, kişilerin algılarına, bakış açılarına göre değişik sonuçlar verdiği için çözüm değil. Bilakis bu yaklaşım yeni tartışmaların ve ayrışmaların kapısını aralamaktadır. Öte yandan mevcut usûlde hadislerin sıhhat şartları belirlenmiş, mevzu (uydurma) hadisleri tanıma yolları gösterilmiş ve bu doğrultuda mevzu hadisler bulunup ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu sıhhat şartlarını haiz hadisleri sırf bizim Kur’an metninden okuyup kendi algımız doğrultusunda elde ettiğimiz sonuçlara uymadığı için reddedemeyiz. Kaldı ki, herhangi bir hadis için “Bu hadis Kur’an’ın şu ayetine ters düşüyor” demek izafî bir yaklaşım olmanın ötesine geçmemektedir, çünkü aynı hadis, bir başkasına göre Kur’an’la uyum içinde olabilmektedir.

Atilla Fikri Ergun

“Kur’an İslam’ı” – Kur’âniyyûn Mezhebi