Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

Sünnet ile ilgili konuya devam ediyoruz

Şimdi tek tek bu iddiaların çarpık ve tutarsızlıklarını anlatmaya çalışalım. Görülüyor ki “Kur’an’ı anlamak ve hayatımıza aktarmak için Kur’an’dan ve akıldan başka kaynağa ihtiyaç yoktur. Bir de Hadislere yalan karışma ihtimali vardır” deniliyor. Hâlbuki bu iki tezden yalnızca birini almalılardı samimi olsalardı. Yani gerçekte Sünnete niçin karşı çıkılıyor? Hadislerin toplanmasındaki güçlükten ve ona yalan karışma ihtimalinden mi, yoksa ne olursa olsun hadislerin yalnızca Rasulullah’ın kendi dönemini alakadar edip bizi ilgilendirmediğinden mi? Bu iki tez aslında birbirinden çok farklı ve birinin kabulü diğerinin reddini gerektiren şeylerdir. Eğer mesele hadislerin içinden çıkılamayacak bir karışıklık içinde ve yalan kokusunun bulunması ise o zaman bu zırcahilce bir iddiadır. Çünkü bu iş için özel bir ilim dalının geliştirildiğini ve bizim onları alıp anlama hususunda çok az bir zahmete girebileceğimiz gün kadar bellidir. Bu şikâyet ancak ilimden yoksun, neyi nerede nasıl bulacağını bilemeyecek kadar karanlıkta kalmış zavallılardan gelebilir.

Yok, eğer mesele “hadis ilmi ne derse desin biz onu teşride kabul etmiyoruz” demekse bizim bunlara bir diyeceğimiz kalmaz. Zira dini de inkâr eden milyonlarca insan var ve bu kendilerini ilgilendirir. Ancak hadis ilmine gölge düşürmeye çalışmanın gereği kalmamalıdır.

Sünnete karşı geliştirilen ve belli mihraklardan kaynaklanan bu tavırda görülüyor ki Ashaba karşı açık bir itimatsızlık sırıtmaktadır. Zira tüm dünya bilir ki Sünneti Resulullah’tan bize sözlü olarak aktaran Ashab-ı Kiramdır. Eğer bu konuda Ashabın yalan yanlış kendinden hadislere bir şeyler katıp karıştıracağı düşünülürse o zaman Kur’an’a da itimad edilmez demektir. Zira Kur’an’ı toplayan, yazan da Ashabtır. Ashabın topladığı Kur’an’a tam güvenip de yine aynı Ashabın toplayıp aktardığı Sünnete güvenmemek çok gülünç bir tezattır. Ve işin sonunda nereye kadar gideceği açıktır. Goldizer öyle düşünüyor; “Önce Sünneti yemeli sonra iş Kur’an’ı yemeye gelmeli...”

Görülüyor ki bunlar Sünnete düşman olurken niye düşman olduklarını dahi bilmemektedirler. Fikir başkasından gelince öyle olur tabii...

Bilindiği gibi Sünnete karşı olanların temel iddiaları Kur’an’dır. Yani bize “Kur’an yeter” denmektedir. O halde işe Kur’an’dan başlayalım. Bakalım temel kabul ettikleri Kur’an ne diyor bu konuda.

Başlayalım da görelim Kur’an’da Sünnetin nasıl vurgulandığını, Sünnetin nasıl önemli bir teşri kaynağı olduğunu. Sünnetin nasıl önemle tavsiye edildiğini. Hani diyorlardı ya: “Eğer Sünnette bizim için önemli olsaydı, Allah kitabında açıkça bunu bize bildirirdi” Bakalım bildiriyor mu, bildirmiyor mu?

Biz bu yazımızı yalnızca Sünnet düşmanlarına yazmadığımız için, bizim gibi Sünneti savunan milyonlarca Müslüman için gereklidir bu. Zira fıkıhta, ibadetlerimizde söz sahibi olan Sünnetin öneminin anlaşılması bir vecibedir. Eğer hayatımızdan Sünnet ekarte edilirse önü alınmaz bir anarşi, bir başıboşluk ortaya çıkar ki herkes kendi aklına, kendi heva ve hevesine göre hem de Kur’an’ı delil getirerek sapar gider. Tıpkı şeytanın ayet okuyarak saptığı gibi (Araf Suresi)

Kur’an’dan delillere geçmeden evvel bir hususu aydınlatmakta fayda vardır “Peygamber masumdur” Sünnetin önemini anlayabilmek için önce bu hususun anlaşılması şarttır. Bilindiği gibi C.Hak kullarının kendi istediği bir hayat yaşayabilmeleri için, isteklerini, emir ve yasaklarını bildirmek üzere zaman zaman peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Zira bilmedikleri konuda Allah insanları sorumlu tutmamıştır. Allah’ın insanlardan istediklerini onlara bildirmek, açıklamak ve pratikte onlara göstermek üzere gönderilmiştir tüm peygamberler. Bunun içindir ki onlar bir melek değil insandı. Devamı haftaya.

yeniakit

Bu yazı toplam 859 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar