Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

‘Size bir yara isabet ettiğinde... İhtilafa düşmeyiniz, gücünüzü yitirir

Başlıktaki ifadeleri çoğumuz dinlemişizdir herhalde. Bunu, Âl-i İmrân 139, 140 ve Enfâl-46’ âyetlerinin meâllerine bakarsak, oralarda da görürüz.  

*** 

Cemaat namazlarından sonra, bazı hocalar, Kur’ân’dan bazı âyetleri okuyorlar; cemaat huşû içinde dinliyor. Ama bazı hocalar, o âyetlerin meâlini de vermeye başlayınca niceleri,  dinlemeden câmiden çıkıyorlar. 

Elbette ki, Kur’ân’ın dinlenmesi bile insanın kalbine inşirah verir; ama, ilâhî kelâmın bize neler söylediğine dair, meâlen açıklamasına gelince. 

İlâhî kelâmın yol göstericiliğine ihtiyacımız yok mu?  

Bunu niçin mi hatırlatıyorum. 

*** 

Bu satırların sahibinin şu veya bu grup, cemaat veya parti ile bir organik bir bağlılığı yoktur. Ama onların herbirisine itibarı, kendi inandığı değerler sistemine bakışları açısına göredir. 

Bizim hayatımız, ‘hak -bâtıl, hayır-şerr, doğru- yanlış, iyi- kötü’ gibi temel değerlendirmelere göre şekillenir. 

‘İyi’ler arasında da, ‘iyi- daha iyi’ ve ‘en iyi’ gibi bir değerlendirmeler olur. Kezâ, ‘kötü’ler arasında da, ‘daha kötü’ ve ‘en kötü’ gibi değerlendirmeler...   

*** 

Ama bu ‘hak- bâtıl, iyi-kötü, doğru- yanlış’ gibi değerlendirmelerin aslî ölçüleri nedir? 

Bir ünlü sosyolog üniversitede 40 yıla yakın ders verdikten sonra emekliye ayrılırken, son dersinde öğrencilerine, ’Gençler, size, hep hak’tan, doğrudan, iyiden yana olmayı tavsiye ettim, yine aynı tavsiyemle derslerimi noktalıyorum’ deyince. 

Öğrencilerin birisi, ‘Hocam; iyi de, bunlar herkese göre değişen, izafî, göreceli ölçütler. Herkese göre değişmeyen, mutlak ölçüleri nerden bulacağız’ deyince Hoca duraklar: ‘Ben de bilmiyorum, hayatın mutlak ve değişmez ölçülerini öğrenmek için aranıza dönüp öğrenime yeniden başlamam gerekiyor’ der. 

Bu, hepimiz için de böyledir. 

*** 

Eğer değişmez ve mutlak ölçülere değil de, herkese göre değişen nisbî, izafî, göreceli ölçütlerle hayatımıza şekil verecek olursak. Herkes kendi durduğu ve baktığı yere ve kendi arzu ve menfaatine göre kendisini haklı görebilir. 

Problem de işte burada başlar. 

Çünkü her birimiz bakış açılarımıza, yaklaşım, eğilim ve menfaatlerimize göre farklı yerlerde durur ve herbirimiz kendimize göre haklı ve doğru yerde durduğumuzu düşünürüz. Ama o zaman karşıtlarımız da aynı izafî /göreceli haklılık içinde olurlar. 

*** 

İşte bu yol çatısında, bizim hangi tarafa gideceğimize mutlak inançlarımız öncelik eder, etmelidir. Elbette, aynı inanca bağlı olduklarını söyleyenler arasında da, anlamak ve yorumlamak açısından aramızda, ‘idrak gücümüze ve müşahade kabiliyetimize göre’ farklılıklar oluşur. 

*** 

 ‘Ben siyasetten anlamam, siyasete de karışmam’ diyen de kendi yaşayışına bir siyasî yol çizmiş demektir. Siyaset, illâ da bir parti veya grup teşkilatı içinde yer almak değildir. 

Siyaset, bizim hayatımızı şekillendiren karar ve davranışlar mecmuasıdır. 

Onun için, ‘Siyasetimiz dinimizdir, dinimiz de siyasetimizdir’ sözü, özü itibariyle doğrudur.  Çünkü inancımız, bizim hayatımızı mutlak doğru ölçülerle şekillendirmek içindir. 

*** 

Dünyaya bakışını İslâm inancını temel alarak ayarlamaya çalışan birisi olarak, benim aslî değerlerimle mücadeleyi şiar edinenlere muhalefetim olduğu kesindir. Ama şahsî bir alıp veremediğim yoktur. Sadece, ‘Benim değerlerime, düşman mı, hizmet ediyor mu? Ediyorsa,  bunu dünyevî iktidar hırs ve duygularını tatmin için mi yapıyor, yoksa samimî olarak bu değerlerime itibar ettiklerinden dolayı mı’ diye bakarım. 

O durumda da, ‘Şu yanlışı yaptı, filan doğruyu yapamadı’ diye, her şeyin mükemmel olarak yapılmasını beklemek de yanlıştır. İdeali isteyip, realiteyi görmek sağlıklı bir yöntemdir sanıyorum. 

*** 

Son iki yazım üzerine birçok mesaj aldım. Teşekkürlere teşekkürler. Yanlış düşündüğümü yazanların değerlendirmelerini anlamaya çalışırım, asıl. Onlara ayrıca değiniriz, inşaallah. 

Bu yazı toplam 916 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar