Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Size bir fıkra anlatayım

Size bir fıkra anlatayım: Papaz bakmış kilisenin mahzeninden pahalı yıllanmış şaraplar her hafta bir-iki eksiliyor. Papaz zangoçtan şüphelenir. Çağırır zangocu durumu anlatır. Zangoç, “Söylediklerinizin hiç birini duyamadım efendim. Buraya gelmiyor sesiniz” der. Papaz kızar; “ne demek sesin gelmiyor” diye çıkışır. “Gelin efendim burada durun, ben sizin yerinize geçeyim göreceksiniz” der. Yer değiştirirler. Papaz zangoça “konuş bakalım” der. Zangoç, “Efendim kilise girişindeki yardım sandığındaki paraların çalındığı söyleniyor, bu konuda ne dersiniz” der. Papaz, “Hayret gerçekten buradan ses duyulmuyor” der.

Sarımsak yerseniz sarımsak yiyenin ağız kokusunu duymazsınız.

Laf ile aleme binlerce nizamat verip, kendi hanemizde olup bitenlerden habersiz olursak, inandırıcılığı kalmaz söylediklerimizin. Zira “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”..

Kendi gözündeki merteği çıkarmadan başkasının gözünde çöp arayanların insafına kalmamalı insanlık. Bir kişiyi eleştirmeden önce kendi nefsimizi arındırmamız gerek.

Kendimizi aklamanın yolu, başkalarının pisliklerini ortaya dökmek değildir. Kendini arıtmadan başkalarının günahlarının arkasına saklananların üstüne pislik yağar. Dünya çamur deryasına dönüşür. Batılın tasviri zaman içinde saf zihinleri idlal eder. 

“Dehşet dengesi” diye bir şey var. “Kim daha kötü” tartışılmaya başlandığında seçim kötüler arasında olacak demektir. O zaman sormak gerek kim daha iyi? Ama eğer at izi it izine karışmışsa fark fark edilemez hale gelmişse o zaman o toplumun vay haline. 

Her devrin adamları, her zaman bir yolunu bulur ve gemilerini yürütürler. Bunlar, kendilerini gizlemek için toplumun itibar ettiği her şeyi kullanırlar. Cesur göründüklerine bakmayın, korkaktırlar. Cesaret gösterisi yapıyorlar. Tavus kuşu gibi tüylerini kabartıyorlar.

Siyaset Brütüs’lerle doludur. Siz ayaktayken elinizi öpenler, oturursanız saldırırlar, düşerseniz vururlar. Onlar kaz gelecek yerden tavuk esirgemedikleri için cömert zannedilirler.

Bize hep put diye Lat, Menat, Uzza öğretildi. Tamam da, onun bizim hayatımızdaki karşılığı neymiş? Para, koltuk, kadın da put olabiliyormuş meğerse. Biz onları değiştirmek isterken, onlar çevremizi kuşatıp, algımızı değiştiriyorlar. Kendileri değişmiyor, bizi dönüştürüyorlar. Başımızda başörtüsü, suratımızda sakal, 5 yıldızlı Hac ve Umreler, şekil olarak her şey fazlası ile var! Her büyük vurgun ve büyük günahından sonra umre ziyareti yapan birinden söz etti bir işadamı geçen gün. Çaldıklarının bir kısmını da “Hayır” yapıyormuş. Vay o Hacca, Umreye giden, namaz kılan ve hayır yapanın haline. Vay o Hakkı batıla karıştırıp halkı ve Hakk’ı kandırmaya çalışan adamın haline! Evindeki çerçeveletip duvara astığı Kâbe örtüsü ya da manasını öğrenme zahmetine bile katlanmadığı pahalı hat levhası onu kurtaramayacak! Onlar sadece bu dünyanın bir süsüdür. O kadar!

Hani “el emin” olacaktık, “Urvetül vuska” olacaktık, “Veresetül enbiya” olacaktık, “Yaşayan Kur’an” olacaktık!?. Güzel değil kötü örnek oluyoruz artık. İnsanlar bize bakıp dinden soğuyor. Birileri artık başlarını açsalar, yamyam birtakım insanlar dinden söz etmeseler, aslında daha iyi ederler sanki. Zaten bazıları başlarını açmaya başladı.

Kızılı moru yeşile boyayınca bizim olmuyor. Şarabı üç yudumda, besmele çekerek içerseniz helal olmaz. Hakkı ile elde edilmeyen makam da, servet de saadet sağlamaz.

Adamın biri birine namaz kıl diyormuş öteki de ona sen de zekat ver diyormuş. Yoldan geçen dönmüş bakmış, “Namaz oruç sende yok, hac zekat da ötekinde yok. Bir kelime-i şehadet kaldı onun da manasını bilmezsiniz tartışmayın varın gidin işinize” demiş.

İş geldi, Amentüden ibaret bir dine. O da %55’de kalıyor. İnandık diyen de neye inandığının farkında değil. Temel kitabından habersiz, Resulünün hayatından ve sözünden habersiz bir topluluk var. Bilmiyorlar. Bilmediklerini de bilmiyorlar. Çalıkuşu romanı kadar bile hayatlarında Kutsal kitabın etkisi yok. Okumamış çünkü. Kendisine din diye anlatılan hikayelerden ve ezberlenen ibarelerden ibaret bir din söz konusu. Onun için FETÖ, Kalkancılar başarılı oluyorlar. Hani bilmediğimiz şeyin peşine düşmeyecektik!.

Ya hu, sıradan insanlardan söz etmiyorum. Üniversite talebeleri, mezunları, yüksek lisans ve doktora yapan, siyaset, bürokrasi ve iş dünyasındaki, Media’daki STK’lardaki makam sahibi kişilerden söz ediyorum.

Mektepte okutulan din büyük ölçüde basmakalıp ibarelerden ibaret, ya da alameti farikaları yok edilmiş, birçok inanç sisteminde varolan ahlaki değerleri yüzeysel olarak anlatan bir din. 

Bakın dini kaybederseniz, devlet filan kalmaz. Zaten aileyi kaybetmek üzereyiz. Yönetim kendini yenilememekte kararlı. Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek.

Fıkra ile başladık, fıkra ile noktalayalım. Sapık bir mezhebin mensupları, hocalarının önderliğinde sırat köprüsüne gelmişler. Hocaları “işte şimdi bize vaad edilen cennetin kapısındayız. Hep beraber dünyadaki gibi birlikte gözümüzü kapayacak ve yolumuza devam edeceğiz. Kıldan ince kılıçtan keskin bu yol bugün size otoyol kadar genişletildi. Koşun.” Herkes gözünü kapamış koşmaya başlamış. Ve tabii cehenneme yuvarlanmışlar. Ağlayanlar bağıranlar. Bakmışlar, hocaları aralarında. Bizi aldattın demişler. Evet ama, sizden galu bela’daki intikamımı aldım. Ama peki dünyada bize anlattıkların, gösterdiklerin neydi?. Şeytan cevap vermiş: O reklamlardı!

Akıl sahipleri Şeytanın hilelerine karşı uyarılmadılar mı? Onun yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir saadet hayatı yalanlarına ne çabuk kandılar. Allah onlara akıl ve kitap vermedi mi. Peygamber göndermedi mi ve “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin” demedi mi? “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” demedi mi! Ne oldu! Vakit geç olmadan aklımızı başımıza alalım. Bu gidiş iyi değil. Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 913 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar