Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Sesimi duyar mısınız?

Cemaat”ten biri, bir mail atmış “Sesimi duyar mısınız, bak haykırıyorum” diye.. Ben duyduğum bu sesi sizinle paylaşmak istedim.. Kimdir, ne yaşadı, ne gördü bilmiyorum.. Mektubunun sonunda bir isim var sadece; Ömer Muhtar Yılmaz..

Anne-babalar çocuklarına sahip çıksınlar. Yaşadıkları gerçeği gizlemesinler.. Ülkemiz, din maskesi ile maskelenmiş, uluslararası bir komplo ile karşı karşıya..

Ha bu olanlar bize ders olsun. “Şeytan bizleri Kur’an’la aldatmasın”.. Unutmayalım ki, “Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı.Kafamızı kiraya vermeyelim ve gözümüze at gözlüğü takmayalım. “Din büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyelim.” Birilerinin önünde “Musalla taşındaki meyyit” gibi durmayalım! Gözünüze kibriti çok yaklaştırınca arkasında bir ormanı kaybedersiniz.. Öfke gibi aşk da aklı zail eder..

  “Her şey ne kadar sade ve huzurluydu biliyor musun 12 yıl evvel. Küçücük ve içi boş evler vardı. Bizler oraya gider ve namaz sonrası birkaç sohbet okur ve evlerimize huzur içinde dönerdik. Bize büyüğümüz çay demlerdi, yanına da ucuz birkaç bisküvi koyardı ama; o keyif ve lezzet nedense pahalı şeylerde bile imkânsızdı. Sonra uyurduk orada, tabii uyuyabilirsek… Gece 1-2-3 derken sabah namazı için kapıda belirirdi büyüğümüz de, ne çabalardı bizi uyandırmak için. O nasıl sabırlı bir adamdı yahu! O adamı çok sevdim biliyor musun? O adamları ben çok sevdim, hani sabah namazları sonrası seni dinleten adamları. Her tarafı dağıtıp kirlettikten sonraki haftaya evi tertemiz, bize yeniden açan adamları…

O adamlar gibi olmak istemiştim, fedakârlar biliyor musun onlar. Geleceklerinden, ailelerinden feragat edip, İslam davası uğruna nice eğlenceyi terk eden adamlar.

Aradan yıllar geçti. O adamlar geçip gitti. Yerine daha farklı bir versiyon ya da jenerasyon geldi. Daha varlıklı oldu evler, plazma tv, sinevizyonlar… Dandik bisküvi yoktu artık, yerine etli özel yemekler geldi, evler büyüdü ve bu adamlara ev veren, kiralayan insan sayısı arttı. Gelecekten vazgeçme değil gibi duruyordu artık mesele. Sanki artık burada gelecekler hazırlanıyordu insanlara. Buraya gelen acı çekmeye değil de sefa sürmeye geliyordu sanki artık. Ama olsun demiştim. İçindeki bazı, birkaçı çıkar amacı gütseler de geneli ve hele hele o “tepedeki” çok sağlamdı be ! O tepedekine hayrandım biliyor musun ? Hatta onun için bir kere “İlim aldığını söylediği zatta bir takım hatalar olsa da, sanki o; o hataları da düzeltip kendisine almış. Bu zamanın en büyük adamı…” demiştim.

Sonra bu son olaylar oldu. Senin de bildiğin olaylar işte, hani şu daha tazecik olaylar… Kalbimi kırdınız yahu! Bu yapı, bu sistem… Hep birlikte bu kırım işini yaptınız. Hayalimizde bir profil vardı ve yerle bir oldu o profil. Yıkım oldu biliyor musun? Hayata bakışım, dini yargılayışım değişti. 

Vallahi insan inandığı şeyin yanlışını görünce şunu diyor; peki ya kaynağı? Köken aldığı yer? İslamiyet?!

Diyeceğim o ki; Allah razı olduğu kullarından etsin sizleri, sizleri o kıvama soksun bir an evvel. Çünkü size teşekkür ediyorum. Vesile oldunuz; Tevrat, Zebur, İncil okudum yahu… Asla elime almayacağım kitaplardı bunlar. Bir yanda Kur’an eşgüdümlü gittim. Elbette Allah vardı, sadece aklıma oturtmam lazımdı, doğru nedir, yanlış nedir, hak nerede, hakikat ne?? Yani ikna olmam lazımdı hakiki din bu mu diye. Tek büyük Allah’a hamdolsun. Beni ikna etti biliyor musun? Bana dinin doğru olduğunu gösterdi, “fark ettiren” sûreyle gösterdi bana bunu, “fark ettiren” sûrede buldurdu aradığım ve ikna olmama yeten âyetleri. 

İnsan, dinin doğruluğunu yani hakikati fark edince; önce hakikat maskesinin altına gizlenen ve bu maskeyle insanları yönlendiren, daha doğrusu kullanan insanlara hiç hayır dua okumuyor biliyor musun ? 

Hele ki yaptığını kalben yaptığında. Sandığında inandığı davanın ardında Allah’ın davası olduğunu. Ve bir boşluk kaplıyor içini insanın. Yaptığı İslamî hizmet sanarak, içini ferahlatan işlerin, o inşirahla yattığı gecelerin yerine; “acabalarla” dolu sorular ve hangi “din”, kimin “dini” soruları” kaplayınca yüreğini. Çünkü o yürek, çok sağlam bağlanmıştı sana ve senin yoluna.

Ta ki o güne dek.. O gün ne mi oldu ? Önce “kin”, sonra “nefret”, sonra “sorgu”, sonra “sövgü” en son “af”…

Önce babamı suçladım, bana neden daha güçlü engel olmadı diye. Sonra kendimi suçladım, “neden büyük adam sözü dinlemedin” diye. En sonunda da ülke büyüklerini suçladım, “Neden bizleri açık ve net uyarmadılar da bu işe o kadar destek oldular, sessiz kaldılar büyümeye” diye. Nihayet suçluyu da buldum aslında “fert fert her birey”. Evet bizdik. Hepimizdik.

“Rab” dediğin tek mükemmel terbiyeci, sana kitap indirmiş de açıp bir kez dahi içine akleden kalbinle bakmamışsın dedim Ömer Muhtar! Hayatının terazisini bir kez olsun Kur’an yapmamışsın da milletin, senin gibi insan olanların kitap ve kelamını baz almışsın diye, kendime kızdım.

Şimdi artık, ne sana kızıyorum ne de senin yolundan gidene. Nitekim gördüm ki mükemmellik yok, sende de dünya hırsı olabiliyor dünyalık düşüncen olabiliyor. Kafamda bir tabu varmış, o yıkılmış sadece. Aslında o tabu da koca bir kaya parçasıymış, karanlık akıl mağaramda fecrin içeri sızmasını engelleyen. Sen koca bir şeye vesile oldun yani! Bir gence, hakiki yolun ne ve nasıl olacağını; sen kendini feda ederek gösterdin aslında. O genç, Allah nasip eder de evlat sahibi olursa, bir soy yetiştirecek ki; Allah’ın verdiği izin ölçüsünde; onlar artık sadece Kur’an’ın farklı, çeşit çeşit tefsirleriyle büyüyüp öğrenecek insan olmayı. Babaları bile olsa sınır koyup, sınır kaldıran ya da “izimden gel” diyen, bunu da akleden kalp atölyelerinde bir işleme tabi tutup hizmete sokacaklar hayat fabrikalarında.

Sözün özü; sana olan kin nefretim affedilebilir bir kılıfa büründü. Aslında şer gibi görünüyordu da belki hayır oldu. Ve sana ve senin yolundan giden kardeşlerime de artık dua eder oldum sadece. Allah sizleri razı olduğu kulları arasına katsın. Tabii beni de bu kaotik ortamda, her doğru görünenin altında bir şaibe olduğu bu ortamda doğru karar verip, doğru tarafta olan kulu etsin. Nitekim bildiğim şey, tek ve en kesin doğru, Allah’ın yeryüzüne ölümsüz bıraktığı yazılı eser olan Kur’an. Durduğum da, en güvendiğim yer de O’nun yanı artık. Onu bize bırakan Allah’a hamdolsun. Allah’ın selamı Müslümanlara, üzerimize olsun.” Mektup burada bitti. Selam ve dua ile.. 

yeniakit

Bu yazı toplam 1152 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar