Şehit Yasin Börü'nün Son Günü...

Şehit Yasin Börü'nün Son Günü...

Tarih; 7 Ekim 2014. Kurban Bayramı'nın 4. günü. Yer Diyarbakır. Allah'a adanmış kurbanların kanlarına, masum çocuk kanlarının karıştığı şehir. Kanlı Bayram…

Yasin börü ve arkadaşlarını rahmetle yâd ediyoruz

Tarih; 7 Ekim 2014. Kurban Bayramı'nın 4. günü. Yer Diyarbakır. Allah'a adanmış kurbanların kanlarına, masum çocuk kanlarının karıştığı şehir. Kanlı Bayram…

Yasin Börü 16, Yusuf Er 18, Yusuf'un kardeşi 11, Ahmet Dakak 18, Riyat Güneş 27 ve Hasan Gökguz 29 yaşlarındaydı o gün..

Gecenin karanlığını nur yüzleriyle aydınlatan bu yardım gönüllüsü gençler, fakir, bezgin, yorgun ve kendine dargın sokakların derdini yüklenmiş; mazlumların kapılarını tek tek gezmiş, emanetleri sahiplerine teslim etmiş halde evlerine dönüyorlardı. Bir telefondu değiştiren hayatlarını. Bir telefon.. Kesimhanede 5-6 poşet daha et kalmıştı ve bunların da ailelere teslim edilmesi gerekiyordu. Yarına kalmamalıydı. Bir boğazdan daha kurban eti geçmeliydi.

Dönüp kesimhaneden aldıkları kalan o kurban eti poşetlerini koydukları araba ile adreslere yakın bir yere gidip park etmişlerdi. Yusuf'un 11 yaşındaki kardeşini o gün sokaklar karışık olduğu için arabada bırakmışlardı. Kalan evlere et dağıtmak için sokakları gezerken PKK'lı bir grup ile karşılaşmışlar, kovalamaca başlamış ve dehşetin, vahşetin, canavarlığın kendinden utandığı sahneler yaşanmıştı.

O gün elleri et kokan, cebinde beş kuruş parası olmadığı halde fakirlere yardım dağıtmak için gece yarılarına kadar uğraşıp canlarını tehlikeye atan ve hatta en vahşi şekilde canlarından olan bu gençlerin yaşadıklarını anlamak için bu kez Yasin'den değil, grubun en küçüğünden başlamak istiyorum anlatmaya.

Abileri et dağıtırken arabada bekleyen 11 yaşındaki bir çocuk. Yasin'den daha sabi. Grubun en küçüğü. Abilerini kovalayan PKK'lı grup, içinde beklediği arabayı da bulmuştu sonunda. Camdan dışarı bağıran bir kadın, “o arabada bir IŞİD'çi daha var" diye kendisini hedef gösterince kaçıp kendini zor kurtarmış. Can havliyle sokaklarda koşarken 16 yaşlarında bir kız görmüş onu, haline merhamet etmiş. Kızın ailesi PKK'lı, evlerinde Öcalan posterleri var. Neyse ki, ailesini aradığında et dağıtımında oldukları sırada başlarına gelenleri anlatmamış canının korkusundan. Çocuğun çaresiz ailesi rica etmiş, bir gece misafir etmeleri için. Bu insani talep kabul edilmiş.. Çocuk, PKK'lının elinden kaçıp, PKK sempatizanlarının yaşadığı evde sabahlamış o gece. Yaşadığı korkuyu hayal etmek bile mümkün değil. 11 yaşında arabada beklemekten başka bir şey yapmayan bu çocuğun peşine düşüp onun da canına kast edenler eğer başarabilselerdi, şimdi 6-7 Ekim vahşetinin en küçük kurbanı olarak anılıyor olacaktı.

Bu küçük çocuğun abisinin de başkasında olmayan bir özelliği var. O gecenin tek canlı şahidi, Yusuf Er. Olay tarihinde mobilya fabrikasında işçiydi Yusuf. 18 yaşında, ortaokul mezunu, 6 kardeşi olan ve küçük kardeşiyle hayır peşinde koşan bir yiğitti. Şimdi onu özetleyen bir tek cümle var, 'acısını şahitliğine gömen genç'.. Çünkü o şükrediyor yaşadıklarına, yaşadığına şükrediyor, tüm dehşetine rağmen şahitliğine de şükrediyor. Şimdi askerde, vatan için gözünü kırpmıyor ve bu davanın omuzlarında olduğuna inanıyor. Gözlerinin önünde arkadaşları liğme liğme edilen ve canını kıl payı kurtaran Yusuf'un şükrü, hayat boyu üzerinden atamayacağı bir korkuyla yaşamak zorunda kalan kardeşinin şükrüyle birleşiyor.

Geriye ise şehitler kalıyor.

18 yaşında olup, akrabalarının yanında ambalajcıda çalışan Ahmet Dakak mesela. O gece katledilen 4 şehitten biri. Beş kardeşin ortancası.

Hasan Gökguz, bir diğer şehit. 29 yaşında olduğu için şehitlerin en yaşlısı sayılıyor. İş buldukça inşaatlarda çalışıyor. 1 çocuk babasıydı ve şehit edildiğinde eşi hamileydi. O şehit olduktan sonra doğdu ikinci yavrusu. İki şehidin adını verdiler ona, Hasan Furkan. Adını taşıdığı babasını hiçbir zaman göremeyecek, Mavi Marmara şehidi Furkan Doğan'ın da hatırasını taşıyan bir oğul…

Riyat Güneş, Yasin'den önceki son şehit. 27 yaşında, o da evli, o da inşaat işçisiydi. Olay tarihinde kızı 1 yaşındaydı. Babasını sadece 'şehit' olarak hatırlayacak bir kız evlat.
Ve adı davayla, davımızla, insanlığınızla özdeşleşen Yasin. O gecenin en koyu karanlığının, en büyük belasının, en korkunç vahşetinin başına çöktüğü Yasin. Şehitlerin en masumu aynı zamanda, en güzeli hatta, en küçüğü, anasının kuzusu Yasin.. 16 yaşındaydı, hep öyle kalacak... Gaffar Okkan Anadolu Lisesinde okuyordu. 3 kardeşin en büyüğüydü, ailenin ilk göz ağrısı. O şehit olduktan sonra fırında çalışan babasıyla, ev hanımı annesinin bir çocuğu daha oldu. Adını Yasin koydular, hiç ölmeyen Yasin yeniden doğdu. Daha doğar doğmaz abi oldu.

Bu yazdıklarım, iki yıl önce bu Kurban Bayramı gününde zılgıtlar eşliğinde katledilen bu dört şehidin hikayesinin sonuydu aslında. Peki ya başı?

Kana susayan bir fitne çağrısıyla yazıldı onların ölüm fermanları. Bir tweetle. Sözde “Kobani'de kan akmasın" demek için döktüler bu gençlerin kanlarını. Bir kurban bayramında, fakire fukaraya et dağıtmaktan dönen gençleri vurdular. Türkiye sınırları açtı, DEAŞ, Kobani'yi alamadı, Kobani'de kan akmadı. Ama Yasin... Ama Ahmet... Ama Hasan... Ama Riyat... Ya onların kanlarının hesabı?

Altı duruşma oldu, vicdanları rahatlatan bir gelişme yok. Yasin'in annesinin yanan yüreğine su serpen bir haber yazamadık henüz. Bir satır düşemedik canilerin hanesine. Katliam sokağından çıkan delilleri bulamadık, denkleştiremedik daha.

Ya o caniler? Kanla beslenen kansızlar! Hınçları neydi ki, Yasinleri öldürmeye doymadılar. Sanki onlarca canı vardı Yasin'in. Her defasında bir canını almaya koyuldular.

abası Yasin'i ayağındaki benden tanıyabildi, ona ayağından başka bir iz bırakmadılar.

Ersin Çelik / Yenişafak