ŞEHİD PROF. DR. ABDULAZİZ ALİ RANTİSİ'Yİ RAHMETLE ANIYORUZ

ŞEHİD PROF. DR. ABDULAZİZ ALİ RANTİSİ'Yİ RAHMETLE ANIYORUZ

Haydi, kalk ayağa ve tarih yaz, çünkü Putların takipçileri kirletmiş bulunmaktadır tarihiGayret et engelleri aşmayaTa ki yol bulasın zirvelere ulaşmaya”..

Şehadetinin yıldönümünde İntifada'mızın ölümsüz önderi ve İslami direnişin asla sönmeyecek meşalesi Şehid Prof. Dr. Abdulaziz Ali Rantisi'yi rahmet, minnet ve özlemle anıyor; Özgür Kudüs'e ulaşıncaya kadar sürecek olan mukaddes islami direnişin zaferi için Rabbimizden fetihler niyaz ediyoruz.

İslami Direniş önderliği sancağını Şeyh Ahmed Yasin'den sonra devralan Prof. Rantisi daha ilk günden işgalci Siyonistlerin tehditleriyle karşı karşıya gelmeye başladı. Ama o işgalci saldırganlar karşısında taviz vermemeyi, mücadele konusunda gevşememeyi, tam bir kararlılıkla yoluna devam etmeyi tercih etti.

Şehadetinden iki gün önce gerçekleştirilen bir röportaj kaydında, işgalcilerin tehditleri karşısından ne düşündüğünün sorulması üzerine, adanışın öğretmeni Rantisi zihinlerimize kazınan şu cevabı vererek bizlere veda ediyordu.


"Ölüme burun mu kıvıracağımızı sanıyorlar. Kanserle de olsa, kalp krizinden de olsa ya da bir apachi helikopterinin füzesi ile de olsa ölüm ölümdür. Nasıl gelirse gelsin hepimiz öleceğiz ve hepimiz o günü bekliyoruz. Kalp kriziyle gelmiş, apachi füzesiyle gelmiş hiç bir farkı yok. Ama ben Apachi ile gelecek olan ölümü tercih ediyorum."

 

Abdulaziz Rantisi" Rantisi, Filistin halkı için hapis yatan, işkenceye maruz kalan, sürgün edilen, hayatını arzuladığı şekilde Apaçhilerden fırlatılan füzelerle noktalayan, asra damgasını vuran bir Filistin lideridir.




22 Mart 2004 sabahı bütün İslâm âlemi, Filistin davasıyla ismi özdeşleşen ve sadece HAMAS'ın değil genelde bütün Filistin direnişinin, Kudüs davasının önderi olan Şeyh Ahmed Yasin'in şehit edilmesiyle sarsıldı. Vahşette sınır tanımayan Siyonist işgalciler korkakça ve kahpe bir saldırı düzenleyerek, tekerlekli sandalyeye mahkûm ve muhtelif hastalıklarla boğuşan Şeyh Yasin'i sabah namazından çıktığı sırada üzerine havadan füzeler fırlatmak suretiyle şehit etmişlerdi.

"İnsan hakları, demokrasi, barış" gibi sevimli kavramları öne çıkarmasına rağmen siyonist vahşete destek veren, bu vahşetin mağdur ettiği insanların kendilerini savunmalarını ise "terör" olarak nitelendiren hâkim güçler tarafından cüretlendirilen Siyonistler bu cinayetle yetinmeyerek Filistin direnişinin diğer önderlerini de hedef alacaklarına dair açıklamalar yaptılar. Onların bu tehditleri karşısında Filistin direnişinin öncülüğünü kabullenmek büyük bir fedakârlık gerektiriyordu. Çünkü bu, kelle koltukta yaşamak, her an ölüm tehdidiyle karşı karşıya olmak anlamına geliyordu. Ama direniş bayrağının da yere düşmemesi gerekiyordu.

Prof. Abdülaziz Rantisi, direniş bayrağının yere düşmemesi için kendisine tevdi edilen vazifeyi kabul etti. Bazıları böyle bir vazifeyi üstlenmeyi her halde bir nimete konmak sanıyorlardı ki, Şeyh Yasin'in şehit edilmesinden sonra HAMAS'ta liderlik tartışmasının, bölünmenin ortaya çıkabileceğini iddia ettiler. Oysa bu iddiaları vakıayı, gerçeği değil iddia edenlerin içlerindeki temennileri yansıtıyordu. Çünkü onlar böyle bir şeyi temenni eden Siyonist işgalcilerin hesabına ve onların ağızlarıyla konuşuyorlardı. Ama gerçek onların arzuladıklarından ve umduklarından çok farklıydı. HAMAS bırakın kendi içinde liderlik tartışmasından kaynaklanacak bir fitnenin içine sürüklenmeyi genel anlamda Filistin cephesinde bir fitne ve kavganın ortaya çıkmaması için büyük bir hassasiyet gösteren hareket olarak bilinmektedir. Bu yüzdendir ki özerk yönetimin kendisine yaptığı haksızlıklara hep sabretmeyi, fitnenin önünü açacak girişimlere engel olmayı tercih etmiştir.

Direniş bayrağını Şeyh Ahmed Yasin'den sonra devralan Prof. Rantisi daha ilk günden işgalci Siyonistlerin tehditleriyle karşı karşıya gelmeye başladı. Ama o işgalci saldırganlar karşısında taviz vermemeyi, mücadele konusunda gevşememeyi, tam bir kararlılıkla yoluna devam etmeyi tercih etti. İşgalcilerin tehditlerinin sorulması karşısında da, bir hastalıktan veya kalp krizinden ölenin de, Apaçi helikopterlerinin saldırısına uğrayanın da dünyaya veda etmek zorunda kaldığını, kendisine sorulsa Apaçi'yi tercih edeceğini ifade ederek iki mesaj vermeye çalıştı: Birinci olarak işgalcilerin tehditlerinden korkmadığını. İkinci olarak da ölümler arasında tercih yapma imkânı olsa şehadeti tercih edeceğini, şehadetin onun için en ulvi hedef olduğunu.

İşgalcilerin Prof. Rantisi'yi hedef alan saldırıları da diğerleri gibi haince ve korkakça bir saldırı olmuştur. Onlar bu saldırılarıyla aynı zamanda Gazze'den çekilmelerinin bir yenilgi olarak algılanmamasını sağlamak istediklerini ifade ettiler. Bu konudaki stratejilerini yetkililerin ağızlarıyla da dışa yansıttılar. Biz onların bu stratejilerine daha önce de dikkat çekmiştik. Ancak her ne kadar yeni ve vahşi cinayetlere imza atsalar da Gazze'den çekilmeyi kabullenmek zorunda kalmaları Filistin direnişinin bir zaferidir ve Siyonistler açısından da Güney Lübnan'dan çekilme gibi ciddi bir yenilgidir.

Burada üzerinde durulması gereken bir husus da Rantisi cinayetinin arkasındaki ABD rolüdür. Bu konuyla ilgili olarak cinayetin işgal devletinin başbakanı Şaron'un ABD ziyaretinin hemen arkasından ve Bush'un ona açık çek verdiğini açıklamasından hemen sonra gerçekleştirilmesine özellikle dikkat çekmek gerekir. Bush, Şaron'un söz konusu ziyaretinde onun geliştirdiği projelerine hayran kaldığını ve tam destek verdiğini dile getirdi. Gerçi onun görünüşte kastettiği Gazze'den çekilme ve Filistin halkıyla irtibatı kesme projesiydi. Ancak Rantisi cinayeti de bu projeyle bağlantılı olduğundan tahminimize göre bu cinayet de Bush - Şaron görüşmesinde ele alınmış ve karara bağlanmıştır. Cinayetin, ABD'nin Irak'taki direniş karşısında köşeye sıkıştığı ve büyük kayıplar verdiği günlerde gerçekleştirilmesinin de bir rastlantı olmadığını düşünüyoruz. ABD'nin o günlerde dünya kamuoyunun dikkatlerini bir başka yöne çekmeye ihtiyacı vardı ve Rantisi'nin şehid edilmesi böyle bir şeyi sağlayabilecek türden bir olay olacaktı ve nitekim öyle olmuştur.

Cinayette kullanılan teknoloji ise tamamen Amerikan emperyalizminin Siyonist işgal devletine ikram ettiği teknolojidir. Örneğin işgal devletinin nokta operasyonları adını verdiği cinayet saldırılarında, bu çerçevede Rantisi'yi hedef alan vahşi saldırısında kullandığı Apaçi helikopterlerini ABD, İsrail işgal devletinden başka hiçbir ülkeye vermemektedir. Bu helikopterlerin kullandığı füzelerin de ABD ürünü olduğunu tahmin ediyoruz.

Sonuç olarak cinayet kararının Şaron - Bush görüşmesinde verildiği anlaşılıyor. Cinayette kullanılan teknoloji ise tamamen ABD tarafından ikram edilen bir teknoloji. İnfaz işlemi ise Şaron tarafından planlanıp onun cani pilotları tarafından gerçekleştiriliyor. Bu durumda cinayetin İsrail - ABD ortak cinayeti olduğunu söylemek gerekir.

Prof. Rantisi Kimdir?
Şeyh Ahmed Yasin'in şehit edilmesinden sonra Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS)'nin Gazze bölgesi genel sorumlusu olarak seçilen ve son dönemde ismi bayağı öne çıkan Prof. Abdülaziz Rantisi de direnişin, mücadelenin içinde yoğrulmuş biridir. Hicretten sürgüne, zindandan füze saldırısına kadar, siyonist vahşetin yansıması olan bütün zulümlere muhatap olmasına rağmen verdiği mücadeleden bir adım geri atmamıştır.

Abdülaziz Ali er-Rantisi 23 Ekim 1947'de bugün İsrail olarak gösterilen, ama gerçekte bütün halindeki Filistin'in gasp edilmiş bir parçası olan bölgedeki Yafa ile Uşdud arasında kalan Yebna köyünde dünyaya geldi. Ailesi köyün en zenginlerindendi ve geniş araziye sahipti. Ama o daha altı aylıkken ailesi işgalci siyonistlerin köylerini gasp etmeleri sebebiyle hicrete zorlandı ve böylece daha bebeklik çağında hicreti yaşadı. Ailesi hicretten sonra Gazze'nin güneyindeki Han Yunus kasabasına kurulan bir mülteci kampına yerleşti. Artık BM mültecilere Yardım Yüksek Komiserliği (UNRWA)'nin yardımlarına el uzatan oldukça yoksul bir aile haline gelmişti.

Siyonist saldırganların köylerini işgal etmeleri sebebiyle ailesinin bütün mal varlığını kaybederek UNRWA'nın yardımlarına el uzatan son derece yoksul aile haline gelmesi Rantisi'yi de küçük yaştan itibaren çalışmaya zorladı. Çünkü 11 fertten oluşan ailesinin geçimine bir katkıda bulunması gerekiyordu. Bu yüzden yaşıtlarıyla oynamaya fırsat bulamadan altı yaşından itibaren okulundan artan zamanlarda iş bulup çalışmaya başladı.

Bütün zorluklara ve ailesinin yoksulluğuna rağmen öğrenimini sürdüren ve üstün zekâsıyla öne çıkan Abdülaziz Rantisi 1965'te liseyi bitirerek üniversite tahsili için Mısır'ın İskenderiye şehrine gitti. 1970'te Kahire Tıp Fakültesi'nden üstün başarıyla mezun oldu. Daha sonra Gazze'ye döndü ve hem doktor olarak çalışmaya başladı hem de üniversitede yüksek lisans ve doktora tahsili yaptı. Yine Mısır'da çocuk sağlığı alanında yüksek lisans ve doktora yaptı. İhtisaslarını tamamladıktan sonra da 1976'dan itibaren Gazze'deki Han Yunus Nasır Hastanesi'nde çalışmaya başladı.

Sağlık alanında muhtelif sosyal kuruluşlarda çalışmalar yaptı. Bunlardan bazıları: İslâmi Külliye Yönetim Kurulu üyeliği, Gazze Arap Tıp Cemiyeti üyeliği, Filistin Kızılayı üyeliği.

1978'de Gazze İslâm Üniversitesi'nin açılmasından sonra bu üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Bu üniversitede ırsi yollardan geçen hastalıklar ve çocuk sağlığı üzerine önce doçent sonra da profesör olarak dersler verdi.

Oldukça zeki ve başarılı bir şahsiyet olan Rantisi, meslek hayatına atıldıktan sonra çok değişik alanlarda yıldızı parladı. İlmi çalışmalarda, sosyal aktivitede, davette ve direnişte hızla tanınan, kendini gösteren bir şahsiyet oldu.

Rantisi, 1987'de HAMAS'ı kuran yedi kişiden biridir. Ancak HAMAS'ın biri birden ortaya çıkmış bir örgüt olmadığını, daha önce zaten var olan Filistin Müslüman Kardeşler cemaatinin işgale karşı fiili direniş amacıyla kurulan bir örgütlenmesi olduğunu hatırlatalım. Rantisi de HAMAS'ın şekillenmesinden önce Gazze'de Müslüman Kardeşler cemaatinin lider kadrosu içinde yer alıyordu.

Gazze'de Müslüman Kardeşler cemaatinin HAMAS adıyla bir örgütlenmeye gitmesinin amacı işgal devletine karşı fiili bir mücadele ve halk ayaklanması başlatmaktı. Bunda da 7 Aralık 1987'de bir siyonistin kamyonetiyle Filistinli işçileri taşıyan araca arkadan kasıtlı olarak çarpması ve dört işçinin ölümüne, dokuz işçinin de yaralanmasına sebep olması alevi çakan gelişme oldu. İşte bu olaydan sonra bir araya gelen yedi önder, işgal güçlerine karşı kitlesel hareket başlatma kararı aldı. Bu yedi önderden biri de Prof. Dr. Abdülaziz Rantisi'ydi. Aynı zamanda 1987 intifadasının başlangıcını teşkil eden bu gelişmede halkı örgütleme faaliyetleri de Rantisi'nin öğretim görevlisi olarak çalıştığı Gazze İslâm Üniversitesi'nden başlatıldı.

HAMAS'ın kuruluşu resmi olarak 9 Aralık 1987 tarihinde ilan edildi. Ondan bir gün önce de Gazze İslâm Üniversitesi Öğrenci Meclisi halkla irtibatı sağlamak amacıyla bir toplantı düzenlemişti. Bu mecliste bulunan öğrencilerin tümü de HAMAS'ın birer fertleriydiler. 10 Aralık 1987 tarihi ise HAMAS'ın ilk bildirisinin yayınlandığı tarihtir. Bu bildiriyle aynı zamanda işgale karşı Filistin halkının en kapsamlı cihadını başlattığı ilan ediliyordu.

1987 intifadasının başlamasından 37 gün sonra yani 15 Ocak 1988 tarihinde gece yarısından sonra kalabalık bir işgalci asker birliği Prof. Rantisi'nin evini kuşatmaya aldı. Evin kapısını büyük gürültülerle kırarak içeri giren askerler Rantisi'yi tutukladılar. Böylece onun için zindanlar dönemi başlamış oldu. Aynı zamanda o HAMAS'ın resmen kuruluşunun ilan edilmesinden sonra lider kadrosundan tutuklanan ilk kişi oluyordu. Bir ay zindanda tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Ama çok geçmeden 4 Mart 1988 tarihinde tekrar tutuklandı. Bu ikinci tutuklanışından sonra 2.5 yıl zindanda tutuldu. Bu ikinci tutuklamayla birlikte aynı zamanda onun için yargı işkencesi başlamış oluyordu. Çünkü işgal devleti onu mahkeme önüne çıkarıp hakkında herhangi bir hüküm vermeden davasını erteliyordu. 4 Eylül 1990 tarihinde serbest bırakıldı. Ama aradan sadece 100 gün geçtikten sonra tekrar tutukladı ve bir yıl idari davadan zindanda tuttu. (İdari dava olağanüstü hal uygulaması gibi bir yargılama sistemidir.) Rantisi bütün bu ve benzeri tutuklamalarla, toplam yedi yıl süreyle işgal devleti zindanlarında kaldı.

Onun mücadele hayatının en önemli merhalelerinden birini de Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine 415 arkadaşıyla birlikte sürgün edilmesi olayı oluşturmaktadır. Bir yıla yakın devam eden bu sürgünde sürgün edilenlerin sözcülüklerini yaptı.

İntifadanın ilk yıllarında sürgünler genellikle tek tek veya birkaç kişilik gruplar halinde yapılıyordu. Fakat 1992'nin sonunda, daha sonra sözde "barış kahramanı (!)" ilan edilen İzak Rabin'in başbakanlığı döneminde 415 Filistinli, gecenin geç saatlerinde evlerinden alınarak toplu bir şekilde ve gözleri ve elleri bağlı halde Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine bırakıldılar. İsrail hükümetinin, çoğunlukla tahsilli kesimden ve birçoğu üniversite hocası olan bu 415 kişiyi sürgün etmekteki amacı onların dünyanın değişik ülkelerine dağılmalarını sağlamaktı. Böylece tamamı İslâmi anlayış sahibi olan bu insanların tasfiye edilmeleriyle intifada önemli bir manevi gücünü kaybetmiş olacaktı. İsrail'in zor durumda kalmamasını isteyen bazı ülkeler de sözde iyilik yapıyormuş gibi görünerek Güney Lübnan sürgünlerini kabul edebilecekleri yolunda açıklamalarda bulundular. Ancak o insanlar kendi vatanlarına dönmekten başka hiçbir öneriyi kabul etmeyeceklerini bildirdiler ve kışın soğuğuna yazın sıcağına dayanarak vatanlarına dönebilmek için direndiler. Bir ara İsrail hükümeti sürgünlerden bazılarını kabul edebileceğini söyledi. Ancak geri dönmelerine izin verilen kişiler diğer sürgünlere de kapılar açılmadıkça böyle bir teklifi kabul etmeyeceklerini açıklayarak büyük bir fedakârlık ve dayanışma örneği sergilediler.

Bu arada BM olayın dışında kalmadığını göstermek amacıyla Güney Lübnan sürgünlerinin vatanlarına dönmelerine imkân sağlanmasını isteyen 799 sayılı bir karar çıkardı. Ancak bu kararın peşine düşmediği gibi İsrail hükümetine de bu kararı uygulaması için hiçbir baskı yapmadı. Fakat BM'in bu ilgisizliğine rağmen Mercu'z-Zuhr sürgünleri direnmeye devam ettiler. Bu direniş bir yıla yakın bir süre yani 17 Aralık 1993 tarihine kadar devam etti. Bu süre içinde sürgündeki o 415 kişinin sözcülüğünü Prof. Abdulaziz Rantisi yaptı.

17 Aralık 1993 tarihinde İsrail hükümeti o insanların yeniden yurtlarına dönmelerine izin vermek zorunda kaldı. Ancak dönüş gerçekleşir gerçekleşmez Prof. Abdulaziz Rantisi'yi tutukladı. Siyonist rejimin, haksız yere yurtlarından çıkarılan insanların sözcülüğünü yapmak dışında Rantisi'ye nispet edebileceği hiçbir "suç (!)" yoktu. Bu yüzden onu tutukladıktan sonra uzun süre mahkeme önüne çıkarmadı ve duruşmasını oldukça basit gerekçeler ileri sürerek sürekli erteledi. Kendisini de Bi'ru's-Sebu hapishanesinde tek kişilik bir hücrede elleri ve ayakları bağlı bir şekilde tuttu. Ellerinin ve ayaklarının bağlı tutulmasına cezaevi yönetimi karar vermişti. Günde sadece bir saat, o da zincirlere bağlanmış bir şekilde hücre dışına çıkmasına fırsat veriliyordu. İşgal yönetimi bununla da yetinmeyerek ailesinin kendisiyle görüşmesine engel oldu ve ailesine sürekli baskı yaptı.

Prof. Rantisi, Eylül 1994'te şeker hastası olduğu için tedavi edilmek üzere hastaneye yatırılmasını istemiş ancak bu isteği dikkate alınmamıştı. Avukatı da müvekkilinin sağlık durumunun gittikçe kötüleştiğini açıklamıştı.

Rantisi aradan uzun bir süre geçtikten sonra mahkeme önüne çıkarıldı. Bu kez karar işkencesi başladı. Siyonist mahkeme onu tekrar tekrar mahkeme önüne çıkararak hakkında herhangi bir karar vermedi.

Haksız yere mağdur edilen insanların sözcülüğünü yaptığından dolayı zindana atılan Prof. Rantisi 1997 ortalarına kadar yani dört yıla yakın bir süre zindanda tutuldu. Şeker hastası olduğu ve sık sık tıbbi kontrolden geçirilmesi gerektiği halde işgal yönetimi onu bu kadar süre zindanda işkenceye tabi tuttu. Siyonist rejimin onu zindanda tutmasını haklı gösterecek hiçbir gerekçesi olmadığı halde uluslararası hukuk kuruluşları Prof. Rantisi'nin serbest bırakılması için ciddi bir girişimde bulunmadılar.

Rantisi dışarıda bir yılını doldurmadan, 9 Nisan 1998 tarihinde, HAMAS'ın askeri kanadının liderlerinden Muhyiddin eş-Şerif'in şehid edilmesi olayında özerk yönetimin İsrail'le işbirliği yaptığını söylemesi sebebiyle özerk yönetimin zindanına atıldı. Burada da hücre işkencesine maruz kaldı. İki yıla yakın bir süre de özerk yönetim zindanında kaldıktan sonra 14 Şubat 2000 tarihinde serbest bırakıldı. Ancak ilginçtir ki o daha ailesiyle görüşemeden siyonist işgal güçleri oğlu Muhammed'i tutukladılar.

Rantisi daha sonra da özerk yönetim tarafından tutuklanıp zindana atıldı. En son 2002'de Filistin halkını harekete geçirecek bir açıklama yapmaması şartıyla serbest bırakıldı. Ancak o özellikle Yol Haritası planının gündeme gelmesi üzerine bu plana karşı olduğunu ve işgal devletiyle masa üstünde bir anlaşmayı kabul etmediğini açıklama ihtiyacı duydu.

Rantisi, 10 Haziran 2003 sabahı işgal devleti uçaklarının füze saldırılarına maruz kaldı, ama yaralı olarak kurtuldu.

Bazıları bu suikast girişiminin başarılı olamaması üzerine hemen kendilerine göre komplo teorileri üretmeye başladılar. Güya Rantisi, uzlaşmacıymış da, İsrail onun öne çıkmasını istemiş de böyle bir oyun çevirmişmiş!!! Oysa Rantisi zaten önde olan, HAMAS'ın Gazze'de resmi sözcülüğünü yapan, hareketin en önde gelen elemanlarından biriydi ve öne çıkarılmaya da ihtiyacı yoktu. İkinci olarak Prof. Rantisi, birçok baskıya, sürgüne maruz kalmasına, birçok kez zindana atılmasına rağmen işgalci siyonistler karşısında bir adım bile geri atmış değildi. Üçüncü olarak söz konusu girişim, İsrail işgal devletinin başarısız kalan ilk suikast girişimi değildi. Ondan önce de yine aynı yolla, havadan nokta atışı yapmak suretiyle gerçekleştirdiği birçok suikast girişimi başarısız oldu. 10 Haziran 2003 tarihli girişiminde de Rantisi'nin aracına doğru ABD'nin verdiği helikopteri kullanarak ABD'nin ikram ettiği füzelerden yedi adet fırlattı. Ancak Allah'ın izniyle Rantisi yaralı olarak kurtuldu. Ama iki Filistinli olay yerinde, Rantisi'nin bir koruma görevlisi de hastanede hayatını kaybetti. Rantisi ve oğlu dâhil 25 kişi de yaralandı. Olayın komplo teorileriyle izah edilir bir yani yoktu, yapılan saldırının tamamen cinayet amacı taşıdığı apaçık ortadaydı.

 

 



Prof. Rantisi, Şeyh Ahmed Yasin'in şehit edilmesinden sonra HAMAS'ın Gazze'deki genel sorumluluğuna seçildi. İşgalci siyonistlerin sözcülüğünü yapar gibi konuşan ve onun temennilerini dile getiren birtakım uzaktan kumandalı yorumcular bu olay üzerine de hemen komplo teorileri geliştirmeye başladılar. HAMAS'ta liderlik kavgasının ve bölünmenin ortaya çıkacağını iddia ettiler. Oysa HAMAS'ta lider konumunu kabullenmek bir nimete konmak değil büyük bir fedakârlığı göze almaktır. Dolayısıyla böyle bir fedakârlığı göze alarak kelle koltukta yaşamaya razı olanların dünyevi çıkarlar, koltuk hesapları için birbirlerine düşecekleri yorumu yapanlar sadece ve sadece kendilerine yön veren siyonistlerin ve "büyük baba"ları emperyalist ABD'nin temennilerini yorum diye piyasaya sürmektedirler.

Rantisi, HAMAS'taki faaliyetine ek olarak Gazze İslâm Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışıyordu.

17 Nisan 2004 tarihinde Prof. Rantisi'nin arabası Gazze şehrinin kuzeyinde el-Gifari mahallesinde bulunan el-Cela caddesinde işgalci saldırganlarının helikopterleri tarafından atılan füzelere hedef oldu. Bu saldırıda ağır bir şekilde yaralanan Prof. Rantisi, Gazze'deki Şifa hastanesine kaldırıldı. Ancak gösterilen tüm gayretlere rağmen kurtarılamadı ve hayatını kaybetti.

Saldırıda Rantisi'nin iki koruma görevlisi ile 25 yaşındaki oğlu Muhammed olay yerinde şehit oldular. Bu üç kişinin cesetleri atılan füzelerle parçalanmış ve organları etrafa saçılmıştı.



Halid Meşal'in Kaleminden Şeyh Ahmed Yasin Ve Rantisi

30 Temmuz 2006
İki Büyük Şehidin Aziz Hatırasına

Adımın, ümmetin şehidi büyük komutan merhum Şeyh Ahmet yasin ile 1997 deki bana düzenlenen başarısız suikast girişiminde beraber anılması benim için ne büyük gurur ve şereftir. Netenyahu ve Yatum suikast istemişti ancak Allah (cc) bunu büyük bir başarısızlık, hızlı bir serbest bırakılma" ya inkilap ettirdi ki düşmanın zararı katlansın ve davamızın kazanımları çoğalsın.

Ammandaki El- Huseyniye şehri bu iki adamın buluşma noktasıydı. Birincisi hapis cezası almış ikincisi idama mahkumdu. Ancak Allah bir mucize takdir etti. Bu ikisinin de kahraman ve izzet içinde hayata devam etmelerini, mossadın adamlarını rezil etti, efsanevi (!) itibarlarını paramparça etti.

Ölüm ile hapis arasında dönüp duran hayat durağında ve sonraki Allah"a yolculuk durağında Şeyh ile ilişkimizi kuvvetlendiren bir sonraki buluşma bir yıl sonra 1998 "deydi. Mübarek hac vazifesini kutsal topraklarda ifa etmekteyken Arafat meydanında gerçekleşti.

Filistinin Şahini, parlak kahramanı, Şehid komutan Dr. Rantisiyle ise ilk karşılaşmamış sürgüne gönderildiğimiz, meydan okumanın, direnişin, vatan topraklarında özgürce yaşama ısrarının efsaneleştiği "merc zahur" da oldu. Bu iki büyük insanla karşılaşmamız hep böyle olağandışı şartlarda, zorlu imtihanların gölgesinde gerçekleşse de, bu sayede Rabbim bu zorlu imtihanları nimete çevirdi. Bütün hamd, lütuf O"na aittir.

Bundan sonra da bu büyük insan ve eşsiz komutanla sürekli irtibatımız devam etti. Evet sadece telefon aracılığı ile bir irtibat, görüntü ve görüşme olmadan ama kardeşliğin sıcaklığı ve maneviyatın gölgesinde. Bu görüşmelerin ana teması davamızın ve halkımızın sıkıntıları, siyasi durumlardı. Ama yine de latife ve sevgi doluydu. Dürüstçe görüşler, benzer duygular içinde sanki ruhlarımız görüşüyor, cesetlerimiz kucaklaşıyor ellerimiz musafaha ediyor gibiydik.

Zorunlu coğrafi ve güvenlik şartları tek önderlik çerçevesinde aramızda kolayca anlaşmamız için bize fırsat tanımamıştı. Önderlik konusunda herkes için Şehid Şeyhin müstesna bir yeri vardı. Birkaç telefon görüşmesi zorlu şartlar altında yüz yüze görüşmekten daha etkili olmuştu. Bazıları yüzyüze görüşme şansına sahip oldular ama bu telefon görüşmelerinin bize kazandırdığı birlik ve uyumu gerçekleştiremediler.

Bu görüşmelerin ve lezzetinin devamını umuyordum. O lezzet ki tüm aileme ilginç bir şekilde sirayet etmişti. Çocuklarıma kızlarıma anneme ve babama. Sanki bu sevgi hisleri ve sıcak duygular ile tek bir aileymişiz gibiydi. Hatta şeyh veya doktoru (rabbim ikisine rahmet etsin) aradığım anlarda onların yüzüne öyle bir sevinç yayılıyordu ki...

Ancak Allahın sadece Allahın hikmetini bildiği takdiri galip geldi ve bu iki büyük insan hızlı bir şekilde arka arkaya vefat etmesi insanı çok sarsıyor nefesleri kesiyor.

Zorlu, arka arkaya gerçekleşen bu ahirete irtihallerin anılarını yaşarken, işte bu duygular kalbime aklıma ve vicdanıma doluşuyor. Ve ben bu kelimeleri yazarken kalemimden mürekkep değil kalbimden kan damlıyor kelimelerime diye hissediyorum.

Yaramızı sıvayan, sıkıntılarımızı hafifleten, kalbimize huzur veren iki nokta var. Birincisi ; şüphesiz ki biz Allah ile irtibat muamele halindeyiz ve O her şeyden münezzeh yüce ve büyüktür. Affedici merhametlidir. İstediğini yapıcı, kullarının üzerinde gözeticidir. Kendi nefsine merhameti yazmıştır. Ve merhameti her şeyi kuşatımıştır. Bizim işimiz daima Allah iledir. Zolukta ve kolaylıkta. Biz onun kullarıyız . İşin varacağı yer O"dur. Ve hoşnutluk O"nun rızasındadır. İtimatta Onun hükümlerindedir. Tüm hazırlık O"nunla buluşmak içindir köklü imanın, kesintisiz şükrün, tükenmeyen güzel sabrın gölgesinde ..

İkinci olarak ; şüphesiz ki Hamas Hareketi hala verdiği söz üzerinedir. Bilakis güçlenmiş ve ilerlemiş, halkının ve ümmetin daha fazla destek ve sevgisini kazanmıştır. Nasıl böyle olmasın ki. İki büyük şehidin kanları tohumları sulamış, dalları kuvvetlendirmiş, meyveleri olgunlaştırmıştır.

 

 



Evet! ahirete gidişleri hareketimiz, davamız, ümmet ve insanlık için büyük bir kayıptır. Ancak onlar şehadet şerefi ve karşılığı ile dünya ve ahirette kazananlar olmuşlardır Allahın izniyle. Onlarla birlikte Hamas da kazandı. Bu iki şehidin ortaya çıkardığı direniş projesi kazandı. Hakk ve sebat prensipleri, kahramanlık ve yiğitlik ilkeleri de kazandı.
Ve işte Siyonist düşman nasılda Gazze şeridinden yenilmiş ve zelil olarak kaçmanın hesabını yapıyorlar. Ve yine ilişkileri bozmak, nifak tuzakları planlamaktalar aynı zamanda.

Ve çok yakında Allahın izniyle işgalciler Gazzeden ayrılacaklar. Çok geçmeyecek tüm Filistin topraklarından da defolup gidecekler. Peygamberler beşiği, isra ve miraç mekanı, mübarek kutsal topraklarımızda işgalcilerin yeri yoktur.
İşgalcilerin her ayrılışında Filistin çocuklarının çocukları bu iki büyük şehidi Rantisi ve Yasini, zaferin simgeleri, en parlak kurucuları olarak anacaklardır. Onlar halkları Allah"ın izniyle özgürlüğe ve zafere ulaşsınlar diye şehadete koşmuşlardır.

Bu sevgili şehidlerimize Allah rahmet eylesin. Ve en hayırlı mükafatları onlara ihsan etsin. Ve ben rabbimden şehadet mührü ile hayat yolculuğunda suikast ve hapishane durakları arasında nasıl buluşturduysa asıl diyarımızda da buluşturmasını diliyorum. Allahumme amin...

Halid Meşal
9 Safer 1426
19.03.2005

Bir Şair Olarak Abdulaziz Rantisi

31 Mayıs 2006
"Ölüm bizlere eninde sonunda gelecek, ya yatağımızda ya da Apaçi ile... Ben Apaçi'yi seçiyorum" Abdulaziz Rantisi (Şehadetinden bir hafta önceki bir konuşmasından)

Şehid Abdulaziz Rantisi"yi çoğumuz, Hamas hareketindeki üst düzey görevi ile, etkileyici liderlik yönü ile veya hayatını biraz araştırdıysak fedakar bir tıp doktoru yönüyle tanırız. Oysa Şehid Rantisi"nin, komutanlığı, dava adamlığı ve doktorluğu dışında, bir de oldukça güçlü olan, fakat biz Türkiyeli Müslümanlar tarafından pek fazla bilinmeyen bir yönü daha vardır, "şairlik"" Arap Diline hakim olan kimselerin ve Arap dünyası dil kurumlarının görüşlerine göre, yetkin ve taşları yerine oturmuş bir şiir kültürüne sahiptir Rantisi. Ayrıca şiirlerinin toplandığı bir de Divan sahibidir. Şiir yazmak, edebi bir kişilik taşımak belki en çok Rantisi"ye yakışır. Ancak günümüz şairlerinin pek çoğu, kalem tutmayı ve şiir yazabilmeyi, silah bırakmanın ve zulme karşı direnmeyi ikinci plana itmenin bahanesi saymaları, hayatlarında önceliği "Hakkı üstün tutmaya ve müdafaa etmeye" ayıran kitlelerin gözünde problemli bir şair algısının oluşmasına sebebiyet vermişti. Bu ortamda, şiirle uğraşan Müslüman Gençlerin zihin karışıklığının giderilebilmesi açısından, Şehid Rantisi"nin kimliğinde hem şiir uğraşının hem de zalimlere karşı tavizsiz bir tevhidi duruşun ahenkli bir şekilde buluşması ve gerçek bir hareket önderinin vasıfları ile derin bir şiir kültürünü aynı kişilikte barındırıyor olması son derece önemlidir.

Esasen şiir, yüzlerce yıllık İslami Kültür geleneğinin içerisinde, en çok tartışılan konulardan bir tanesidir. Çünkü sahabenin içinde şairlik yönleri olan kişilerin varlığının bilinmesi ve Peygamberin bu kimseleri, Allah için şiir okumaya teşvik ettiğine dair rivayetler bir yanda dururken, diğer yanda Kur"an"ın uzun surelerinden birisi olan Şuara Suresi de yine şairler ve şair kişiliklerin özellikleri hakkında geniş bilgiler vermektedir. İşte bu hususun nasıl anlaşılması gerektiği hususunda gerek alimlerimiz gerekse şairlerimiz yüzlerce yıl zihin yormuşlar ve tartışmışlardır. Peygamber (a.s.)"ın hadisleri incelendiğinde ise konunun temeli ile ilgili iki rivayet dikkat çekmektedir:

"Übey İbnu Ka'b (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şiirde hikmet vardır"

"Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden birinin içine onu bozacak irin dolması, şiir dolmasından hayırlıdır."

Rivayetlere dikkat edilirse, Resulullah (a.s.) şiirde hikmetin olduğunu ve içinde hikmet bulunan şiirde hayır olduğunu te"vile yer bırakmayacak bir açıklıkla ifade etmektedir. Ancak yine Resulullah, bir kişinin içine şiirin dolmasının, hayatının merkezinde şiir bulunmasının ne kadar olumsuz bir durum olduğunu da açıkça ifade etmektedir. Yani bir anlamda hikmetin ifade edilmesi ve Müslümanların faydalanması için uğraşılan şiirde hayır varken, nefsin merkezine oturan, ve kişinin sadece şiirle uğraşmasına sebep olacak kadar ön planda olan bir şiir anlayışının ne kadar tehlikeli olduğuna dikkat çekmektedir. İşte günümüz Müslümanlarının uğraşa geldikleri şiirler de yine bu perspektiften değerlendirilmeli ve Allah Resulü(s.a.v.)"in izin verdiği ölçüde kalanı kadarı hayırlı kabul edilmeli, bunun ötesine geçen ve Müslüman şahsın İslam Ümmetinin temel meseleleri ile ilgilenmesine engel olan , hayatının tek meşgalesi haline gelen yani "İçine dolan şiir" ise, dengeli bir davranış biçiminin yok olması ve bunun yerini ifratın alması olarak değerlendirilmelidir.

Rantisi"nin şiiri incelendiğinde ise, yukarıda da bahsettiğimiz çizginin muhafaza edildiğini, ve şiirin hayatındaki öncelikli mesele olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü rahmetli Şehid Rantissi"nin hayatının merkezinde hiçbir zaman bir edebiyat merkezli bir hareket oluşturma gayreti göstermek, yahut direniş bilincini bir kenara bırakarak davasına sadece "kültürel" bir yön vermek gibi bir hal vaki olmamıştır. Her müslümanın hayatının, Şehid Rantisi"nin yaşamı gibi çok yönlü olması beklenemez şüphesiz ancak en azından, şiirle uğraşan bir Müslüman için şiirini Şehid Rantisi gibi Müslümanların hayrına ve faydasına kullanabilmek de bir gerekliliktir. Esasen şiirin bir müslümanın hayatında ön planda olsa dahi , bu bir hedef dahilinde olmalıdır, yani Müslüman bir şairin, yazmış olduğu şiirler bir anlamda şairin silahıdır. O şiiri sadece Allah"a yönelmek, Müslümanları Allah"ın davası için çaba göstermeye davet etmek ve cihada çağırmak amacıyla bir araç olarak kullanıyordu. Böylece, günümüzün baskın şiir anlayışı olan "Edebiyat yapmak için Edebiyatla meşgul olmak" gibi Müslümanların içerisinde de taraftar bulan şiir anlayışlarını hem hayatıyla hem de şiirlerinin içeriği ile reddediyordu. Şehid Abdulaziz Rantisi"nin oğlu Muhammed Rantisi de edebiyat için yapılan edebiyatı bir çeşit "sapıklık" olarak niteleyerek babasının da bu konuya bakışının bu şekilde olduğunu defaatle belirtmiş ve babasının şiiri yalnızca bir "araç" olarak kullandığını, nasıl ki Hassan B. Sabit şiirleri ile Resulullah"ı müdafaa ediyorsa Şehid Rantisi"nin de aynı şekilde şiir yeteneğini kullanarak mazlum halkların haklarını ve İslam"ı müdafaa ettiğini ifade etmiştir.

Öte yandan, Şehid Rantisi"nin hayatı bütün olarak göz önüne alındığında, Resulullah(a.s.) döneminde, sahabenin önde gelen isimleri arasında yer alan ve diğer bir yönüyle şiire oldukça hakim bir hatip olan Abdullah B. Revaha(r.a.)"ın hayatı ile ciddi bazı benzerlikler göze çarpmaktadır. Abdullah B. Revaha, yaşadığı dönemde içinde bulunduğu topluluğun öncülerindendi. Şehid Abdulaziz Rantisi de yaşadığı dönemde Filistin Halkının direnişine öncülük eden liderler arasında yer almaktaydı. Abdullah B. Revaha"nın, Mute Savaşında, kendisinden önceki komutanların şehadetinden sonra komutanlık görevini üstlendiğini ve Mute"de bu hal üzere şehid olduğunu İslam Tarihi eserlerinden öğreniyoruz .Şehid Abdulaziz Rantisi de Hamas Hareketinin kendisinden önceki Komutanı Şeyh Ahmed Yasin"in şehadetinden sonra görevi üstlenmiş ve İsrail Helikopterlerinden atılan füzelerle Rabbine kavuşmuştu. Bir anlamda diyebiliriz ki Şehid Abdulaziz Rantisi hem şairliği hem de devrimciliğinde ki dirayeti ve kararlığı ile devrimizin Abdullah B. Revaha"sı idi.

Şehid Abdulaziz Rantisi"nin şiirlerine teknik yönden bakıldığında görülen en önemli iki özellik, belirgin bir akıcılık ve söylemindeki netliktir. Bu durumu Şehid Abdulaziz Rantisi"nin şu dizelerinden anlamakta rahatlıkla mümkündür:

"Bir çıkarıversin akıncıların aslanı kınından kılıcını
İşte o zaman kurtulur ülkeler, helak olmaktan
Fakat kaçmak, kaytarmak ahlak olursa bizlere
And olsun Allah"a bir yurdumuz olmayacak asla
İçinde rahat edeceğimiz"

Diğer taraftan şiirlerinde gayet baskın bir epik özellik görülürken, şiirini mazlum halka doğru bir tavrı açıkça göstermek için kullandığı da bilinen bir gerçektir.Şehid Rantisi"nin şair yönü ile ilgili bir makale kaleme alan Bayan Gazeteci Reşa Ulvan da bu konuyu şöyle ortaya koymuştur: "Dr.Rantisi sadece Evrensel İslami Hareketin lider kişiliklerinden biri değildir.O haddi zatında bir hatip , bir edip ve şairdi." Rantisi bu anlamda bir çok farklı yönü olan şiirini, Müslümanlara hitab etmek ve Müslümanları Allah yolunda mücadeleye davet etmek için kullanmaktaydı. Rantisi"nin bu yönüne örnek olarak şu dizelerini verebiliriz:

"

"Haydi, kalk ayağa ve tarih yaz, çünkü
Putların takipçileri kirletmiş bulunmaktadır tarihi
Gayret et engelleri aşmaya
Ta ki yol bulasın zirvelere ulaşmaya"

"
Yine kendilerini İsrail karşısında yalnız bırakan Arap başkanlarına hitaben yazdığı dizeler de Rantisi"nin şiiri hangi amaçla kullandığını göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Kalplerinizi ve vicdanınızı canlandırınız!
Şayet kalpler kalmadı ise,
Vatanların pazarlığı,
Büyük günahlardan dahi büyüktür.
Bir dönüp bakın!
Gazze çocuklarına
İşiteceksiniz ki,
Karanlığın rahminden sabah doğuyor"
Bir dönüp bakın
Sabahın güzelliğine"
O, gecenin karanlığından sıyrılıp
Kefenlere son veriyor,
Haykırıyor"

"

Bedeni parçalanan Yüce Yasin"e dönüp bakın ki,
O"nun hamasetiyle
Zulmün etrafına çemberler çevrilmiştir.
Nun"un karnının içinden kızarak çağırıyor:
"Kafirler Aksa"dan uzaklaşmadıkça
Barış yoktur" diyor.

"

Ey Cüceler topluluğu!
Nasıl bir toprağı halksız görüyorsunuz?
Sefalet ve yokluk olsun size!
Ey İşgalciler!
Filistin"in kervansarayları ve tatil yerleri kimindir?
Dahası galibiyet nerede, devrimci nerede?
Bizim yüzbinlerce insanımızı etkileyen simgeler
Gerçeği hissetme feyzini zayıflatan şiarlar"
Görüyorsun!
Bizim nice insanlarımızı
Soğuk algınlığı yakalattı.

....

Şehid Rantisi"nin hayatı baştan sona incelendiğinde, Allah yolunda geçirilmiş bir hayatın ve şehadete kadar aralıksız devam etmiş bir mücadelenin yukarıda örneklerini gördüğünüz etkileyici şiirlerle süslendiği görülür. Bir Müslümanın hayatında şiirin nasıl yer bulması gerektiğinin anlaşılabilmesi için belki Abdulaziz Rantisi günümüzün en güzel örneklerinden bir tanesidir. Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde, sorumluluktan kaçmanın ve direnişi terk ederek, mücadeleyi sadece "şiir" yazmak yahut genel olarak "edebiyat" ile uğraşmakla özetleyenlerin göz önünde olduğu düşünülürse, Rantisi"nin şair kimliğinin gelecek nesillere örnek olarak gösterilmesinin önemi bir kez daha anlaşılır. Resulullah (s.a.v.)"in yukarıda alıntıladığımız hadislerinde belirttiği çizginin korunabilmesi İslami anlayışın zihinlerde ilk günkü gibi yer edebilmesi için önem arz etmektedir.Eşinin Abdulaziz Rantisi hakkında bir röportajda söylemiş olduğu sözler bir Müslümanın hayat idealinin ne olması gerektiğini açıkça gözler önüne sermektedir:"O"nun tek ideali Allah yolunda şehid olmaktı, başka bir şey değil"

Rantisi, ailesini şöyle hikaye eder: "Bizler kendi vatanımızda onurlu ve varlıklı bir hayat yaşıyorduk Yebna'da bugüne kadar hâlâ duran doğduğum evimiz her tarafından sarılı geniş bir bahçenin içindeydi Ancak yurdumu işgal edip sahiplerini dağıtan Yahudiler bizi fakirlik kıskacı arasında ezdikçe ezdiler"

6 yaşındayken İlk okula başlar. Fakat ailesinin maddi durumunun çok kötü olmasından ötürü, okuldan arta kalan zamanlarında çalışmak zorunda kalır.

Ortaokulun sonlarındayken (1962) babasını kaybeden Rantisi'nin erkek kardeşi, ailesinin geçimi temin etmek için Suudi Arabistan'a çalışmaya gider.

Rantisi, liseye girmek için hazırlandığı dönemde yalın ayak yürümektedir. Fakir olduğu için ayakkabı alacak parası yoktur. Bir gün bir yerden para bulur ve ayakkabısını alır. Annesi, ayakkabısını Suudi Arabistan'a giden kardeşine vermesini ister. Rantisi de buna hayır demez ve evine yalın ayak döner.

1965 yılında lise eğitimini tamamlayan Rantisi, eğitim bursunu kazanarak Mısır'ın İskenderiye şehrine gider. Orada üniversite eğitimine başlar. 1972 yılında üstün dereceyle tıp eğitimini tamamlar. Sonra, halkına hizmet etmek için Filistin'e döner. Han Yunus'un Nasır hastanesinde çalışır. Artık Rantisi, Filistinli çocukların yarasını saran bir çocuk doktorudur.

Abdulaziz Rantisi: Çile ve Mücadele Dolu Bir Yaşam 

Rantisi, 1973 yılında evlenir. Düğününü yapmak isteyen Rantisi'nin mahallesinde elektrikler yoktur. Bunun için de ilk defa mahalleye elektrik hattı çektirir. Fakat, mahalleye gelen elektrik lambaları bile aydınlatmaz. Bunun için de belediyeden hattı biraz daha güçlendirmelerini ister. Belediye, Rantisi'nin ricasını kabul eder ve üç günlüğüne elektrik hattını güçlendirir.

Evlendikten kısa bir süre sonra, master eğitimi için İskenderiye'ye gitmek ister. Fakat hastane, önlerine engeller koyar. Rantisi de arkadaşlarıyla birlikte greve başlar. Kazançlı çıkan taraf Rantisi ve arkadaşları olur. Mısır'a gider ve eğitime başlar. İskenderiye'de yine çocuk sağlığı üzerine master eğitimini tamamlar ve 1976 yılında Gazze'ye döner.

Bu zaman zarfında İslami Külliye Yönetim Kurulu üyeliği, Gazze Arap Tıp Cemiyeti üyeliği, Filistin Kızılayı üyeliği yapar. 1978'de Gazze İslam Üniversitesi'nin açılmasından sonra bu üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlar.

Rantisi'yi, Rantisi yapan isimlerden birisi, Mısır'daki Mahmud Iyd adlı bir hocasıdır. Hocası, Filistin davasını destekler, Enver Sedat'a şiddetli bir şekilde karşı çıkar. "Rantisi, Mahmud Iyd'in benim üzerimde büyük tesiri olmuştur" demektedir.

İşgalcilerle ilk mücadelesi 1981 yılında olur. Rantisi, ev hapsiyle cezalandırılır. Rantisi, işgalcilere vergi vermeye da karşı çıkınca tutuklanır. Kısa bir süre sonra serbest bırakılır. Rantisi, bugünlerini şöyle anlatır: "İşgal Siyonist düşman 1981'de Filistinli doktorları da -ekonomik açıdan zayıflatmak için- ek vergiler uygulamasına kattı

Doktorlar ek vergiyi boykot sadedinde, imza toplamayı sürdürdüler Boykot esnasında Siyonistler bana zorunlu ikamet kararı çıkardılar Bunun sonucunda ben, birkaç gün Gazze Doktorlar Cemiyetine gidememiştim Çünkü Han Yunus'ta ikamet ediyordum Daha sonra bir de baktım ek vergi ödemekten kaçınmam sebebiyle askeri mahkemeye çağırılıyorum" Tutuklanmamam için sembolik bir ödeme yapmamı istediler Ancak ben bunu da reddetti."

Hemen hemen her gün, beraberindeki gençlerle birlikte işgal askerlerine karşı çatışmaya girer. İsrail askerlerine karşı sapan taşlarıyla mücadeleyi sürdürür.

7 Aralık 1987'de bir İsrailli, kamyonetiyle Filistinli işçileri taşıyan araca kasıtlı olarak çarpar. 4 Filistinli şehid olur. Filistin'de sular durulmaz. İhvan-ı Müslimin'in Filistin'deki 7 lideri 9 Aralık akşamı toplanır. Bu liderlerden birisi de Rantisi'dir. Liderler karar verirler: İntifada Başlayacak!

Rantisi, intifadaya karar verme süreci hakkında "1. İntifada olayı meydana geldiğinde ben Gazze şeridindeki İhvan-ı Müslimin Hareketinin 7 yöneticisinden biriydim Siyonistlerin bir aracı Filistinli işçileri taşıyan bir arabaya çarpmış, içindekilerin hepsi ölmüştü" Filistinliler sokağa döküldü" Meydana gelen olaylarda bir şehid, birkaç tane de yaralı vardı" demişti.

Rantisi, İntifada kararının verilmesinden sonra halkı örgütleme faaliyetlerine öğretim görevlisi olarak çalıştığı Gazze İslâm Üniversitesi'nden başlar.

İntifada'nın başlamasından kısa bir süre sonra 15.01.1998 tarihinde, İntifada'dan tam 37 gün sonra işgal askerleri evini basar ve lider kadrosundan ilk tutuklanan isim olarak kayda geçer.

Rantisi, tutuklanış anı hakkında "Bir cuma gecesi bir de baktım ki, işgal askerlerinden çok büyük bir güç evimi kuşatmış Bazı askerler bahçe duvarından içeri atlamak için tırmanıyordu. Bu arada kalabalık bir asker grubu da dış kapıyı şiddetle vuruyor ve korkunç sesler çıkarıyorlardı. Bu seslerden dolayı yattığım odanın bitişiğinde kalmakta olan küçük çocuklar korktu. Ben, hemen yataktan fırladım ve yattığım odanın kapısına dayandım. Niyetim askerleri içeri sokmamaktı. Askerlerden üç tanesi içeriye zorla girmeye çalışınca onlara yumruklarla mukavemet ettim. Bunun sonucunda askerlerden biri yaralandı Tam bu esnada bir subay sesi duyuldu. Askerlere oradan uzaklaşmalarını ve çatışmayı kesmelerini emrediyordu. Daha sonra subay benden elbiselerimi giymemi istedi. Ben de elbiselerimi giydim ve onlarla dışarı çıktım. Gözlerimi bağladılar. Arkadan zincirlenen ellerim hemen şişti Uzun süre ellerim tutmaz durumda kaldı" demişti. 21 gün hapis yatan Rantisi, sonrasında serbest bırakılır.

İkinci kez tutuklanışı, 4.03.1998 tarihinde gerçekleşir. Bu defa 2.5 sene hapis yatar. Hamas'ın kuruluşuna katılmakla suçlanır. 04.09.1990 tarihinde serbest bırakılır. Üçüncü defa, 14.12.1990 tarihinde daha tutuklanır ve bir yıl hapis yatar.

Tarih yaprakları 17.12.1992'yi gösterdiğinde, Rantisi'ye Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine sürgün kararı çıkar. 416 arkadaşıyla beraber kaldığı Mercu'z-Zuhr'da arkadaşlarının sözcülüğünü yapar.

Rantisi, Mercu'z-Zuhr'a gidişini şöyle anlaymaktaydı: "1992'nin Aralık ayının on dördüncü gecesiydi Gecenin geç saatlerinde işgal gücü askerleri Han Yunus'taki evimi kuşattılar Kendileriyle beraber çıkmamı istediler Evden çıktım Askeri bir araç bizi Han Yunus'taki istihbarat bürolarının bulunduğu idare merkezine götürdü "Az bir süre bekleyip sonra Gazze'ye gideceğiz" dedi Ben ona; " (İzak) Rabin bu yaptığına pişman olacak!" diye öfkeyle bağırdım "

İzak Rabin'in döneminde 416 Filistinli, toplu bir şekilde ve gözleri ve elleri bağlı halde Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine bırakıldılar. BM 799 sayılı kararıyla, sürgüne gönderilenlerin, ülkelerine dönmelerini talep eder. Fakat İsrail, bu kararı uygulamaz. Sürgün, 17 Aralık 1993 tarihine kadar devam eder. Bu direniş, toplu sürgün kararlarının kapısını günümüze kadar kapatmıştır.

Sürgünden döner dönmez yine tutuklanır ve 3.5 sene hüküm giyer. Hapisten 21.04.1997 tarihinde çıkar. Uzun bir süre mahkemeye çıkarılmayan Rantisi, Bi'ru's-Sebu hapishanesinde tek kişilik bir hücrede elleri ve ayakları bağlı bir şekilde bırakılır. Günün sadece birkaç saatinde ayakları ve kolları çözülür.

1997 yılında Gazze'ye dönmesinden sonra Şeyh Ahmed Yasin ile omuz omuza, Hamas'ı yeniden yapılandırmak için çalışmaya başlar. Hamas'ın sözcüsü ve siyasi lideri olarak görev yapar.

Gazze'ye dönmesinden kısa bir süre sonra bu defa, Filistin Yönetimi tarafından 10.04. 1998 tarihinde tutuklanır. 15 ay, Filistin Yönetimi'nin hapishanelerinde tutuklu kalır.

Rantisi, Filistin Yönetimi tarafından toplam 4 defa tutuklanır ve 27 ay hapis yatar. Her birisinde de hücre hapsiyle cezalandırılır. Filistin Yönetimi bunun dışında 2 defa daha Rantisi'yi tutuklamak ister. Fakat, halk Rantisi'nin evini çevreleyince, tutuklamaktan vazgeçerler. Son olarak 2002'de Filistin halkını yönlendirecek bir açıklama yapmaması şartıyla serbest bırakılır.

İsrail ordusu, 10.06. 2003 tarihinde Rantisi'ye suikast düzenler. Fakat, Rantisi bu saldırıdan sağ olarak kurtulur. Şehadetinden 3 hafta önce de yine bir suikast düzenlenir. Fakat bundan da sağ olarak kurtulur.

Rantisi, 17.04.2004 tarihinde Gifari mahallesinde bulunan Cela caddesinde akşam saatlerinde İsrail savaş helikopterleri tarafından düzenlenen füze saldırısında şehid olur. Rantisi'yle birlikte bir oğlu ve iki koruması da şehid edilir. Prof. Rantisi göğüs ve boyun kısımlarından isabet almıştı.


Kaynaklara göre Rantisi'nin bulunduğu mekan, Filistin Yönetimi'ndeki istihbaratçılar tarafından İsrail'e bildirilmişti. Rantisi, İsrail'in suikast düzenleneceklerinin başında geliyor, sürekli tehdit edilmekteydi.

Suikast, dönemin başbakanı Ariel Şaron'un ABD ziyaretinden ve Başkan Bush'un Şaron'un politikasına destek verdiğini ilan etmesinden hemen sonra gerçekleşmişti.

Rantisi, Gazze'de on binlerce Filistinlinin katıldığı bir törenle toprağa verildi. Cenazeye katılan kassamiler, intikam yeminleri ettiler.

Suikast emrini veren İsrail Başbakanı Ariel Şaron ise, hükümetinin politikasında bir değişiklik olmayacağını, "terörist" olarak nitelediği Filistin direniş önderlerine suikast düzenlemeye devam edeceklerini söylemişti.

İsrail'in Hamas lideri Şeyh Ahmet Yasin ve halefi Abdülaziz Rantisi'yi suikastla şehid edilmesine Hamas'tan beklenen misilleme aylar sonra geldi.

Berşeba kentinde iki otobüse eşzamanlı düzenlenen intihar saldırısında 15 kişi öldü, 80 kişi yaralandı.Sorumluluğu üstlenen Hamas, Şeyh Ahmed Yasin ve Rantisi'ye düzenlenen suikastlerin intikamını aldıklarını ilan etti.

"Filistin İmanın bir parçasıdır. Hz. Ömer, bu toprakların Müslümanlara ait olduğunu söyledi. Bunun için de hiç kimse ne satmak ne de hediye etme hakkına sahip değildir." Rantisi'nin meşhur sözleri arasında yer almaktadır.

Rantisi, 2 erkek ve 4 kız çocuk babasıydı.


Bizlere yaşamının her bölümüyle, önce "devrimci" olmamızın gerekliliğini en güzel şekilde gösteren, tavizsiz bir şekilde İslami mücadeleyi kuşanarak şehadetle ödüllendirilen, ve bir komutan, bir doktor, bir baba ve bir şair olarak bizlere en güzel şekilde örneklik teşkil eden, Şehid Abdulaziz Rantisi"yi bir kez daha minnet ve rahmetle anarken, Rabbimizin bizleri de Abdulaziz Rantisi"nin takip ettiği yoldan ayırmamasını temenni ediyoruz.