Seçici Körlük

Seçici Körlük

Kültürsüzlüğün, bayağılığın, yozlaşmanın kol gezdiği bir dönemden geçtiğimiz için, Batı'nın ideolojik hakimiyeti ve kontrolü ile ilgili olarak hiçbir şey yapmıyor...

Kültürsüzlüğün, bayağılığın, yozlaşmanın kol gezdiği bir dönemden geçtiğimiz için, Batı'nın ideolojik hakimiyeti ve kontrolü ile ilgili olarak hiçbir şey yapmıyor, bilinçli bir farkındalık oluşturamadığımız için, geçmişte yaşadığımız başarılara sığınıyoruz.

 

Herhangi bir toplum, herhangi bir kültür, kapsamlı bir tarih bilinci ufkuna, perspektifine sahip olmadığı takdirde, hangi alan ve bağlamda olursa olsun, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilemez. Günümüz dünyası gerçeküstü bir siyasal dünyada yaşıyor. Böyle bir dünyada nitelikler ve değerler değil, şeyler tayin edici hale gelmiştir. Şeylerin tayin edici hale gelmiş olması kuşkusuz yeni bir durum değildir.

16. yüzyılla birlikte başlayan küresel dönüşümler, kapitalizmin ortaya çıkışı, Avrupa’nın ve Amerika’nın icadı, Hristiyanlığın Batılılaştırılması, Beyazların ve Hristiyanların üstünlüğü telakkisinin yaygın hale gelmesi, Avrupa’nın Yunan-Roma bir geçmiş üzerinde temellendirilmesi, sömürgeciliğin kutsallaştırılması, bilimsel ırkçılığın ideolojik meşruiyete sahip olması, daha fazla insan sayılanların, daha az insan sayılanları sömürgeleştirerek mülksüzleştirilmeleri ve ontolojik ayrımcılığın tarihe girişi, Batı’nın yükselişiyle birlikte (18. Yy) Batı ontolojik düzeninin dokunulmaz-tartışılmaz kılınması sonrası Batı, Batı dışı toplumlarda, bütün dünyada ideolojik hakimiyetini ve kontrolü ele geçirmiştir. Sözünü ettiğimiz tarihten bu yana ve halen egemenlerin referansları, paradigmaları, tercihleri ve kararları ile ilgili olarak entelektüel-felsefi ve eleştirel bir sorgulama yapılamıyor. Bu zaman zarfında egemenlerin referanslarını, tercih ve kararlarını etkileyebilecek, reddedebilecek farklı bir ontolojik düzen fikri ortaya koyulamıyor.

İslam dünyası toplumlarında, ideolojik hakimiyet ve kontrol, kapsamlı, ikna edici entelektüel-felsefi-siyasal bir sorgulamaya tabi tutulmadığı için, bugün ideolojik hakimiyeti sağlayan modern bütün anlatıların karşı karşıya bulunduğu derin kriz ve varoluşsal tıkanma-tükeniş de gereği gibi algılanamıyor, değerlendirilemiyor. Bu varoluşsal tıkanma ve tükenişi; bunların nedenlerini-sonuçlarını sağlıklı bir şekilde değerlendirebiliyor olsaydık, bu değerlendirmeleri yapabilecek nitelikte bağımsız kadrolara sahip bulunsaydık, bugün Müslümanlar olarak İslami ontolojik düzenin ufku-imkanları üzerinde çalışmalar yapıyor olacaktık. Bağımsız, alternatif imkanlar, tasavvur ve tahayyüller üzerinde konuşmamak, tartışmamak, bu konular etrafında hep sessiz kalmak gibi anlaşılması çok güç, derin bir sorunumuz olduğunu hatırlamak ve bu konu etrafında düşünmeye başlamak zorundayız. Taklide mahkûm edilen halklar/toplumlar, iradeleri yok edildiği için ne yapacaklarına kendileri karar veremezler. Başka bir zihin dünyası, kolonyalist zihin dünyası tarafından denetlenen toplumlar/kültürler nasıl düşüneceklerine dair nihai tercihte bulunamazlar. Bu tür toplumlar, günümüzde yaşandığı üzere özgür olmadıklarını da farkedemezler.

Kültürsüzlüğün, bayağılığın, yozlaşmanın kol gezdiği bir dönemden geçtiğimiz için, Batı'nın ideolojik hakimiyeti ve kontrolü ile ilgili olarak hiçbir şey yapmıyor, bilinçli bir farkındalık oluşturamadığımız için, geçmişte yaşadığımız başarılara sığınıyoruz. Kapitalist, seküler, liberal hayat tarzıyla uzlaştığımız, bütünleştiğimiz için bugün kolay hayatlar yaşıyoruz. Kolay hayatlara intibak eden, bu hayatların büyüsüne kapılan Müslümanlar, bu hayat tarzının bir sonucu olarak, kolay ve ucuz dindarlık yolunu seçiyor, sorumlu ve nitelikli hayatlar, sorumlu ve nitelikli dindarlıklar için mücadeleyi anlamsız buluyor. Maddi ve fiziksel güvenliğe sahip olan halklar, zihinsel-ahlaki-düşünsel güvenlik sahibi olup olmamayı hiç mi hiç umursamıyor. Anlam ve değer bilincini, yüksek sorumluluk duygularını kaybederek değersiz varoluşları ve faydacı ölçütleri seçen toplumların, ne yaparsa yapsınlar hiç bir mücadeleyi kazanamayacakları hatırlanmıyor.

Zaman dışı bir dille, yaklaşımla, yöntemle, tarihsel gerçekliğe kayıtsız bir kültürle yeniden bir dünya vizyonu oluşturulamaz. Yeni bir dünya vizyonu, çıkarlarla ilgilenmeyen, sadece fikirlerle ilgilenen kadrolarla oluşturulabilir. Hamasetin ve popülizmin kültürel hayatı ele geçirdiği, toplumsal istikrarın hamaset ve popülizm ile sağlanabildiği bir toplumda, geleceğe yönelik olarak ortak ve somut bir gündem oluşturulamaz. Hamasetle, popülizmle ve manipülasyonlarla geçirilen zamanlar boşa harcanan zamanlardır. Hamaset ve popülizmle bütünleşen toplumlar dünyada ve tarihte olan bitenin farkına varamazlar.

Fikirlerle ilgilenen kadroların kimi gerçekleri görmek, kimi gerçekleri görmemek gibi seçici bir körlüğe hiç bir şekilde iltifat etmemesi, iltifat duymaması gerekir. Seçici körlükler, günümüzde Müslümanları ne yazık ki felç edici yanılsamalara sürüklüyor, İslami bütünlüğün inşasını engelliyor. Toplumlarımızda, kendi çıkarlarımıza ve bencilliklerimize uygun olanı görmek, farklıya özgü gerçeklikleri görmemek acilen yüzleşilmesi gereken patolojik bir tutum haline gelmiştir.

Tarihsel, yapısal, niteliksel her dönüşüm, değişim, yeniden inşa ve yenilenme, ancak, gündelik bilincin sınırları aşılarak başlatılabilir. Popülist-hamasi bir dille gündelik/yerel bilincin sınırları aşılamaz. Her popülist dil-söylem-hareket büyük sayıların, kalabalıkların ilgisini cezbedebilecek, onayını alabilecek hikayeler anlatarak varlığını sürdürür. Homojen tek halk fikri hiç bir şekilde meşrulaştırılamaz. İslami perspektif, insanlara halkın çoğul bir gerçeklik olduğunu öğretir. Her popülist hareket-akım halkın gerçek temsilcilerinin kendileri olduğunu iddia eder, halkın bir kesimini gerçek halk olarak görür; rakiplerini dışlar, aşağılar, etiketler ve bu suretle ayrımcı yaklaşımları sıradanlaştırır. Popülist hareketler-akımlar ancak otoriter kişiliklerle yollarına devam ederler. Otoriter kişilikler uzlaşma kültürüne yabancıdır.

Hangi tür iktidar-egemenlik adına olursa olsun, İslam dünyası toplumlarının, popülizm-hamaset ve manipülasyon yoluyla sömürgeleştirilmesi, sömürgeleştirilebilmesi sessizlikle, tepkisizlikle karşılanabilecek bir durum değildir. Seçici körlük’le malul bulunan toplumlarımız, bu maluliyet sebebiyle, dünya siyaset tarihinin kuşkusuz en büyük stratejik ve ahlaki yanlışı olan Türkiye’nin Suriye politikasını onaylayabilmiştir. İslam dünyası toplumlarında yüzyıllardır, akıl-fikir-ahlak merkezli mücadelelerin yerini, maalesef, kişilik merkezli mücadeleler almıştır. Politik alanda/hayatta olduğu kadar, dini alanda/hayatta merkezi bir role sahip olan kişilerin genellikle bahşedilmiş yeteneklere/ayrıcalıklara sahip olduklarına inanılır. Bu kişiler, her şeyi ve herkesi bir şekilde kontrol ederler.

Gerçek uyuşturucular bir toplumun zihin ve ruh dünyasını hangi ölçüde tahrip ediyorsa, dini uyuşturucular/hezeyanlar da aynı ölçüde tahrip ediyor. Günümüzde, toplumlarımızda siyaset felsefesi perspektifinin/bilincinin yerini, ne yazık ki, siyasal folklor almıştır. Siyasal iktidarlar, siyasal folklor aracılığıyla, İslami motifleri kullanarak milli kültürü tahkim etmeye çalışıyor. Bu nedenle de, günümüzde, İslam toplumlarında milli kültürle bütünleşen bir dindarlık biçimi hayata geçiriliyor.

Nerede, hangi gerekçeyle olursa olsun, seçici körlükler, ahlaki tercihleri, duruşu, tarzı, tavrı imkansız kılıyor. Her türlü uyuşturucu, ancak, bilinçli farkındalıkların bulunmadığı ortamlarda etkili oluyor. Tarihin senaryosu esrarengiz güçler, unsurlar, failler tarafından yazılmıyor. Toplumlarımızda batıniliğin/mistisizmin/tasavvufun kurumsallaşması, toplumsallaşması, devlet himayesine istihkak kazanması, güçlü ve tayin edici bir geleneğe dönüşmesiyle birlikte tarihten çekildiğimizi hatırlamamız gerekiyor.

 

Atasoy Müftüoğlu/İslami Analiz