Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Sayın Bülent Arınç, Müslümanların Katledilmesine Gerçekten Üzülüyor Mu..

Sayın Bülent Arınç, Müslümanların Katledilmesine Gerçekten Üzülüyor Musunuz...?

Suriye"nin Humus kentinde rejim güçlerinin büyük bir katliam gerçekleştirdiği haberlerinin yayılması üzerine tepki verenlerden biri de Bülent Arınç oldu.

Öncelikle, Sayın Bülent Arınç"ın verdiği bu tepkideki hassasiyetlerine bütün benliğimizle aynen katıldığımızı belirtmek istiyoruz.

Zira kendisi, Üstad Bediüzzaman"ın "zalimler için yaşasın cehennem" sözünü referans alarak, zulmü, katliamı telin ediyor. Biz de aynısını diyoruz:

"Müslümanlara herkes için, her yönetim ve yönetici için yaşasın cehennem! Hangi ülkede ve beldede olursa olsun Müslümanların kanını döken, ırzını, onurunu, namusunu çiğneyen bütün zalimler, kan içiciler, zorba diktatörler için yaşasın cehennem! İslam topraklarını işgal eden, Müslümanların yurtlarını kan gölüne çeviren emperyalistler ve siyonistler için yaşasın cehennem..!"



Müslüman olmak, insanlık onurunu taşımak bunu söyletir insana; aynen o temiz yüreği ve güçlü imanı ile bunu Söyleyen Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri gibi"

Fakat Sayın Arınç, zulüm ve katliamlara tepki adına öylesine ileri gitti ki, İran İslam Cumhuriyeti"nin kimliğini bile tartışmaya açtı. Diyor ki; "duymak istiyorum İran bu vahşeti nasıl karşılıyor? Lübnan bunu nasıl karşılıyor, Irak bunu nasıl karşılıyor? Eğer onlardan bir seda çıkmazsa ülkelerinin içindeki İslam kelimesini çıkarmaları gerekir..!"

"Lübnan bunu nasıl karşılıyor?"
derken, Saad Hariri"nin başkanlığındaki Batı destekli 14 Mart Cephesi"ni sormuyor herhalde; zira 14 Mart Cephesi ile Türkiye hükümetinin arasının ne kadar iyi ve birbirlerine ne kadar yakın olduklarını biliyoruz. Arınç bu soruyu isim belirtmeksizin Hizbullah"a soruyor. Zira aynı soruyu Irak için de sorarken, kimleri hedef aldığını anlıyoruz.

Sayın Arınç, yine zulüm ve katliam karşısındaki tepkisini öylesine yükseltiyor ki, "Arap Birliği bir taraftan, BM bir taraftan, Türkiye de tek başına hak, hakikat ve Suriye halkının yanında bütün adımları atacak ve üzerine düşen insani görevi, kardeşlik görevini yerine getireceğiz" diyor.

Bunun anlamı açık; cümleler içinde telaffuz edilen anlam "Suriye'ye askeri müdahale"dir; zaten başından beri varılmak istenen hedef de budur.

Üstad Bediüzzaman"ın sözünden hareketle, Müslümanların katledilmesi üzerine böylesi bir tepki veren Sayın Arınç"a sırasıyla birkaç soru sormak istiyoruz:

1- Bir on yıl kadar geriye gidelim; Amerika Başkanı George Bush Bush, 11 Eylül eylemlerinin gerçekleştirilmesinin ardından yaptığı o meşhur konuşmasında bütün dünyaya şunu söylemişti; "ya bizimle berabersiniz, ya da teröristlerle!" Ardından da, yeni bir "haçlı savaşı"nın başlatılacağını açıkça ifade etmişti.

Amerika bu savaşı önce Ekim 2011"de Afganistan"a karşı başlattı, iki yol sonra da Irak"a başlattı. Her iki saldırı ve işgalin gerekçesi "terörizmle mücadele" ve "Ortadoğu'ya demokrasiyi götürme" idi. Amerika "müttefik kuvvetler" adı altında yanına aldığı Batılı devletlerle hem Afganistan"ı, hem de Irak"ı baştan başa kan gölüne çevirdi; kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla yüz binlerce Müslüman kardeşimizi acımasızca katletti; Ebu Gureyb"lerinden Guantanamo"larına, Bagram"larından gizli CIA sorgulama merkezlerine kadar barbarca ve insanlık dışı işkence merkezlerini çalıştırdı.

İşte bu Amerika, bu yeni haçlı saldırısında İslam dünyasına böylesi saldırıları gerçekleştirirken, Beyaz Saray, Pentagon, Merkez Komutanlık tarafından yapılan açıklamalarda, İran"ın hem Irak hem de Afganistan"da Amerika ve batılı güçlere karşı direnişçileri desteklediğini, eğitip silahlandırdığını ileri sürdü. Düzenledikleri yüzlerce basın toplantısında, ekranlar üzerinden ele geçirilen silahların dökümü yapıldı, isimleri, cinsleri açıklandı. Bütün bunların hepsini bir dosya halinde önünüze koyabiliriz.

Amerika bu soykırım saldırılarını Katar, Bahreyn ve Kuveyt"teki üs ve donanmalarından yönetiyordu; ABD"nin Irak ve Afganistan işgallerinin, o yüz binlerce Müslüman kardeşimizi katleden bombardımanların komuta edildiği ABD Merkez Komutanlığı"nın üssü Katar, 5. Filosunun üssü ise Bahreyn"di.

Diğer yandan Amerikan kara güçlerinin Irak"a giriş kapısı da Kuveyt idi.

Yani bugün Sayın Arınç"ın Suriye"ye karşı "ortak müttefik" olarak zikrettiği Arap Birliği ülkeleri. Afganistan ve Irak işgallerinde bu Arap ülkelerinin katliamlardaki suç ortaklığı apaçık ortada değil mi? Fakat suç ortaklığı sadece söz konusu Arap rejimlerinin boynunda değildi. Sözde 1 Mart tezkeresi ile, ABD işgal güçlerinin Türkiye"nin güneydoğusunda konuşlanmasını kabul etmediğimizi ilan ederken, diğer yandan Adana'daki İncirlik hava üssü, işgal boyunca geceli gündüzlü çalıştı.

Bu Amerikan üssünden kalkan Amerikan savaş uçaklarının Irak"ta ne kadar sorti gerçekleştirdiğini bilmek mümkün olmadığı gibi, diğer yandan Irak Kürdistanı üzerinden Irak"ın içlerine doğru yapılan cephane ve asker sevkiyatının sayısını da bilmek mümkün değil.

Ancak, Sayın Arınç"ın en üst düzeyde etkili ve yetkili olduğu hükümet, Amerika"nın bu saldırıları karşısında önleyici bir rol üslenmedi. "biz topraklarımızı Iraklı masum ve savunmasız kardeşlerimizin üzerine bomba yağdırılması için kullandırtmayız" demedi, diyemezdi de.

Acaba Sayın Arınç, Suriye için gösterdiği bu tepkinin ne kadarını Irak ve Afganistan işgallerine karşı söyledi? Ne zaman "tek başımıza kalsak da olsa, Irak ve Afganistan"daki işgale karşı tüm gücümüzü kullanacağız" dedi?

Arınç"ın hükümeti ne zaman, Afganistan ve Irak"taki haçlı emperyalist işgalcilere karşı, direnişçilere lojistik destek sundu? Ya da Türkiye hükümeti Beyaz Saray, Pentagon ve Merkez Komutanlık tarafından ne zaman, "Türkiye direnişçilere eğitim ve silah desteği sağlıyor" diye suçlandı?

Bir NATO ülkesi olan Türkiye, Amerikan işgal güçlerinin resmi adı ISAF"tan ne zaman ayrıldı? Sayın Arınç, ne zaman "bizim Afganistan"da işgal güçleri içinde bir misyon üslenmemiz, insani ve İslami kimliğimize yakışmaz" dedi?

Sayın Arınç, lütfen bu sorularımızı cevaplayın!

Sayın Arınç!

Siyonist İsrail rejimi, 27 Aralık 2008"de "Dökme Demir Operasyonu" adı altında Gazze"ye yönelik o soykırım saldırılarını başlatıp, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 1.500 Filistinli kardeşimizi katledip 10 binden fazla kardeşimizi yaraladığında, aralarında camiler de olmak üzere, binlerce binayı moloz yığınına çevirip masum ve savunmasız insanları fosfor bombaları ile yaktığında, sizin hükümetiniz Filistinli kardeşlerimizin savunulması için hangi stratejik adımları attı? Gazze"nin savunulması için direnişe hangi lojistik ve askeri desteği sundu?

Gazze"deki Hamas hükümetini bütünüyle yıkıp mücahidleri tamamiyle yok etme amacıyla başlatılan bu amansız saldırının 22 gün sonrasında siyonist rejim güçleri direniş karşısında geri çekildiğinde, vicdanlarda oluşan "Gazze Furkan Savaşı"ndaki bu zaferi nasıl kazanabildi?" sorusunun cevabını Hamas lideri Halid Meşal"in Şam"da ve Tahran"daki açıklamaları verdi. Meşal, direnişe sağladığı hayati desteğe şükranlarını sunmak için gittiği Tahran"da "bu zaferimizde en büyük pay İran"a aittir" dedi.

Şüphesiz ki bu pay, Tahran ve diğer İran kentlerinde düzenlenen gösteriler veya İranlı yetkililerin siyonist saldırganlığa karşı verdiği sözlü tepkileri ifade etmiyordu. Sayın Arınç"ın kendisi de bilir ki, bu pay, tamamen kader belirleyici bir şekilde lojistik ve askeri desteği ifade ediyordu. Nitekim İslam Devrimi lideri Seyyid Ali Hamenei, son konuşmasında ilk defa bu gerçeği açıklayarak, İran İslam Cumhuriyeti"nin Gazze savaşında müdahil olduğunu, elde edilen sonuçta bunun büyük bir payının bulunduğunu dile getirdi. Zaten Meşal"in sözü de bu anlama geliyordu.

Diğer yandan Tahrir devrimcilerinin alaşağı ettiği Hüsnü Mübarek rejimi "güvenliğimizi tehdit eden Hizbullah mensubu Lübnanlı teröristleri yakaladık" derken, Seyyid Hasan Nasrullah bu açıklamaya "Mısır güvenlik güçlerinin hapsettiği kişiler, Gazze"ye silah sevkiyatıyla görevli olan kardeşlerimizdir. Bundan da gurur duyuyoruz" derken başta Hamas ve İslami Cihad olmak üzere Filistin direniş hareketleri Hizbullah"ın direnişe sağladığı lojistik ve askeri destekten dolayı iftihar ettiklerini belirttiler.

Sayın Arınç, aynı soruyu Gazze için de soruyoruz. Acaba sizin hükümetiniz "Aselsan yapımı" silahlardan ne zaman Gazze"ye cephane gönderdi? hangi silah dolugeminiz Akdeniz'de durduruldu? Gazze'ye giden hangi silah konvoyunuz bombalandı? Siyonist düşmanı yıldıran silahlardan hangisi ve ne kadarı Ankara"nın kararıyla Gazze"ye ulaştı? Türkiye Cumhuriyeti hükümeti yetkilileri ve bürokratlarından kaç kişi Gazze"nin savunulması için stratejik ve lojistik görevlerde yer aldı?

Sayın Arınç, Siyonist vahşetin ablukası altındaki Gazze"ye insani yardım götürmek için yola çıkan özgürlük filosu Mavi Marmara kana bulanıp 9 kardeşimizin kanlı cesedi geri döndüğünde, bu katil çeteye "haddinin bildirileceği" denilmişti. Bu katillerden soracağımız bir hesap, ödettireceğimiz bir bedel olacaktı.

Siz, Bursa"daki seçim kampanyası sırasında, Mavi Marmara gemisinin ikinci Gazze seferi için yola çıkma planlarına gösterdiğiniz tepkide, "Bülent Yıldırım, Mavi Marmara"dan insin artık" demiştiniz. Mavi Marmara"nın bu ikinci sefere katılmasına niçin tepki göstermiştiniz?

Mavi Marmara Gazze"ye giderken önce bazı milletvekillerinin Gemiye bineceğinin açıklanmasına rağmen, ardından niçin iptal edilmişti? "Mavi Marmara"nın dönüşü" adı altında yapılan büyük karşılama merasimi sırasında, bu gemi Türkiye"nin birçok yanından ağır soğuk altında Çanakkale"ye giden Mavi Marmara şehid aileleri, gazileri ve yolcularının gemiye binmesine niçin izin verilmedi? Gemi niçin boş olarak Sarayburnu"na geldi? Mavi Marmara İkinci seferine çıkarken "teknik sebepler" ileri sürülerek, seferden alıkonulduğu gibi o zaman da aynı sebepler ileri sürülmüştü. İHH yetkililerine düşen ise, "bürokratik engeller" gerekçesi göstermek olmuştu.

Türkiye kamuoyu en azından Mavi Marmara katliamından dolayı Siyonist rejim şefleri ve generalleri hakkında "insanlık suçu" işlemekten dava açılacağını bekliyordu. Bunun için hukuk ekipleri oluşturuldu, dosyalar hazırlandı.

Dosyanın tekemmülü için gemide bulunanlardan yazılı beyanlar alındı. Ancak bu dava bir türlü açılamadı. Türkiye kamuoyu, özellikle de Mavi Marmara camiası bundan duydukları rahatsızlığı çeşitli basın açıklamaları ve protestolar ile dile getirdi. Çünkü Türkiye Müslümanlarının en azından beklediği buydu. Bir hukukçu kimliğinize dayanarak sizlere soruyoruz; Netenyahu, Barak, Ashkenazi ve diğer terörist katiller hakkında dava açılmasının önündeki "hukuki" engel nedir?

O zaman sizin de bildiğiniz bir bilgiyi kamuoyu ile paylaşmak istiyorum. Çünkü her şeyden önce, bu geminin uluslar arası seyru sefer belgesini Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil de, Komor Adaları vermişti. Dolayısıyla gemi de personeli de yasal olarak Komor Adaları"na ait idi. Uluslar arası bir suç davasının açılabilmesi için Komor Adaları"nın vekalet vermesi gerekiyor. Mavi Marmara katliamından dolayı siyonist katiller hakkında dava açmak isteyen İHH veya ilgili muhataplar Komor Adaları Devleti"nden yasal vekalet alamadıkları için bu davanın açılması şimdiye kadar gerçekleşmedi. O halde Mavi Marmara bu belgeyi niçin Türkiye devletinden değil de Komor adalarından alma ihtiyacını hissetti?

Sayın Arınç, hassas bir yüreğe sahip olmakla, döktüğünüz gözyaşlarınızla tanınırsınız. Bilindiği üzere, Sayın Başbakanımızın Davos"taki çıkışı ve Siyonist teröristlerin Mavi Marmara"ya yönelik gerçekleştirdiği o vahşi katliam üzerinden, Türkiye"nin Filistin"e nasıl sahip çıktığını, bunun için nasıl bedel ödediğini dile getirerek, İslam dünyasında büyük bir saygınlık ve sevgi kazandınız. Haklı olarak Arap dünyasında Türkiye bayraklarının dalgalandırılmasını sağladınız.

Mavi Marmara gemisi şehidleriyle birlikte geri döndüğünde bu geminin içinde bir de Siyonist katillerin kurşun yağmurlarına hedef olduklarından vücudları kurşunlarla dolu gazilerimiz de vardı. O "Mavi Marmara gazisi" olma gibi kutlu bir payeye sahip olan o kardeşlerimizin bazıları ekonomik açıdan tedavi konusunda zorluk çekiyordu. Bu kardeşlerimiz İslam ümmetinin, yeryüzünün bütün özgür ve pak vicdanlarının iftiharı olmuşlardı. Biz Türkiyeli Müslümanlar açısından bundan daha büyük bir onur, gurur ve kıvanç olamazdı. Peki sizler bu kardeşlerimiz için hangi "ihsan"da bulundunuz? Bırakalım devletin kasalarını, kendi mütevazi ceplerinizden ne kadar ayırdınız? Uluslar arası bir ihaleden alınan komisyon miktarı bu kardeşlerimizin sadece kendilerini değil, tüm ailelerini ve yakınlarını abad edebilirdi!

Mavi Marmara gazilerimiz, bizim de aralarında bulunduğumuz bir heyetle İran İslam Cumhuriyeti"nde cumhurbaşkanlığı düzeyde gördüğü kabul ve ihtiramı, Çankaya"da, TBMM"de gördü mü? İran cumhurbaşkanı Sayın Ahmedinejad"ın yaptığı gibi, Bu Mavi Marmara gazileri ve şehid aileleri önünde sayın cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de eğildi mi? "Siz bizim iftiharımız, yüz akımız ve ışığımızsınız" dedi mi?

Bu Mavi Marmara konusunda konuşulacak o kadar çok yürek yarası var ki"

Sayın Arınç size bir de Bosna"dan bir soru sormak istiyoruz.

Merhum Aliya İzzetbegoviç liderliğinde bağımsızlaşan Bosna Hersek hem dört bir taraftan vahşice saldırıya uğrayıp hem de ağır bir ambargo ile kuşatıldığında, İran İslam Cumhuriyeti"nin Bosna Hersek"e gönderdiği silah dolu gemiyi durduranların NATO bünyesinde görev yapan Piri Reis ve Turgut Reis adlı Türk Firkateynleri olduğunu biliyor musunuz?

Eğer derseniz, "biz o zaman Refah Partisi"nde ve muhalefette idik; Bosna"nın savunulması için Merhum Erbakan hocamızın liderliği altında bütün gücümüzle çalıştık" Biz de, "zaten bugün aradığımız da Merhum Erbakan hocamızın Batılı emperyalistler karşısındaki basiret, gayret ve dürüstlüğe dayalı o temiz siyasetidir. Keşke siz bugün o aziz liderin yolunu sürdürebilmiş olsaydınız" deriz.

Ama siz bugün, İslam dünyasına karşı haçlı ve şeytani emellerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen ve ellerinden Müslüman kanları damlayan Amerika, Fransa, İngiltere"yi müdahaleye çağırıyorsunuz. Necef ve Felluce"nin, Kandahar ve Celalabad"ın cellatlarına el uzatıyorsunuz.

Sayın Arınç, bu mudur sizin Müslümanların katledilmesi karşısındaki öfke ve duyarlılığınız? Bu mudur sizin hak, adalet ve onur anlayışınız?

Sayın Arınç, sahip olduğunuz iktidar ve mevki ile, sevk ve idare edebileceğiniz güçler ile yüksekten konuşabilir; gerekli gördüğünüzde yaptırım mekanizmalarını da harekete geçirebilirsiniz. Ancak vicdanları patlatmaya kalkarsanız, eli boş bir kulun feveranı bir yana, Allah"ın gayretine de dokunmuş olursunuz.

Suriye"de zulme, haksızlığa, katliama karşı yüreğinizin ve vicdanınızın dilini konuşturabilirsiniz, ancak İran ve Hizbullah hakkında konuşurken İslam ümmetine adanmış bu değerlerin üzerine kara atıp bunların İslami kimliklerini sorguladığınız vakit, size sorduğumuz bu soruları cevaplama zorunda kalırsınız.

Bu sorularımız, sizin Suriye üzerinden İran ve Hizbullah"a yönelik kullandığınız ifadeler dolayısıyla, vicdanımızdan damlayan kanlarla yazdığımız birkaç satırdı.

Siz, Üstad Bediüzzaman hazretlerinin "zalimler için yaşasın cehennem" ifadesini kullanarak içinizi döktünüz. Biz de vicdanımızın kanaması üzerine bu soruları size yönelttik. Fakat bizler yine, Üstad Bediüzzaman"ın "biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yok" sözünü kendimize şiar ediniyor, zat-ı alinizden de İslam ümmeti arasında husumeti değil, muhabbeti büyütmenizi istirham ediyoruz.

Müslüman Kardeşiniz Nureddin Şirin

Bu yazı toplam 4624 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar