Sancaktar’ın Kaide ve türevlerine bakışı

Sene 2012. Eyüp Gökhan Özekin’le beraber Sancaktar dergisini kuruyoruz. Bir tanıtım videosu çekelim diyoruz. Ben, “İslami sembollerin kan-kin-intikam mesajlarına alet edilmesine tepki gösterelim, makul ve mutedil ve bildiri okurken kullanalım. Bu sembollerin, böyle hem İslami
hareketlerin zulümle anılmasına karınca kararınca mani olmuş oluruz hem de Suriye’deki makul devrimci gruplara bir selam çakmış oluruz” gibi bir teklifte bulundum, kabul edildi.
Kelime-i Tevhid bayrağı altında ve tekbirler eşliğinde bildiri okuduğumuz o videodan bir resim iki gündür, Kaide ve bütün türevlerine karşı olduğumuz bilindiği halde, Nusra yahut Kaide veya IŞİD toplantısının resmiymiş gibi sunulmaya çalışılıyor. Bu vesile ile sözkonusu bildiriyi (Sancaktar’ın Kuruluş Beyannamesi), ayrıca Kaide ve Nusret Cephesi (Nusra) hakkında Sancaktar’da çıkmış olan iki yazıdan bazı pasajları dikkatinize sunuyorum.

Hürriyet, Adalet, İttihad-ı İslam (Sancaktar Dergisi’nin Kuruluş Beyannamesi)

Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınarak başlayalım, Rahmân Ve Rahîm Allah’ın adıyla:
“Atatürkçülük” ve “Kemalizm” denilen şeylere külliyen karşıyız.
Bunların Arap, Fars, Kürt vs. versiyonlarına da karşıyız.
“Lailaheillallah”ın gereği olarak putların yıkıldığı, diktatörlüklerin mahvolduğu ve kula kulluk dayatmalarının sona erdiği bir İslam dünyası istiyoruz.
Müslim veya gayrimüslim, herkes için hürriyet ve adalet peşindeyiz.
Zulme uğrayan herkesin –isterse kendi din kardeşimizin zulmüne uğrayan kâfir olsun- imdadına koşmak gerektiğine inanıyoruz.
İttihad-ı İslam idealine bağlıyız.
Federasyon, konfederasyon, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve elbette Osmanlı gibi modellerden ve tecrübelerden istifade ile, günümüz şartlarına uygun bir “hilafet”in nasıl tesis edilebileceği üzerinde kafa yoruyoruz.
Irk, ulus ve mezhep taassubunun ümmet deryasında boğulduğunu görmek için yanıp tutuşuyoruz.
Bununla beraber her ırk ve mezhebin kendine münhasır özelliklerle var olmasını, hiçbir baskıya ve kısıtlamaya maruz bırakılmadan varlığını sürdürmesini ümmet için bir zenginlik telakki ediyoruz.
Emperyalizme ve Siyonizm’e karşı mücadele azmindeyiz.
Yunan komünistlerinden Latin Amerika’daki hür kiliselere kadar dünyadaki bütün faşizm ve emperyalizm aleyhtarı çevrelerle dayanışmaya hazırız.
Anti emperyalizm kisvesi altında (isterse gerçekten anti emperyalizm adına olsun) masum insanların incitilmesini ise reddediyoruz.
Öte yandan, emperyalistlere haşa ilahi güçler atfedilmesinden nefret ediyor ve onlarla ilgili komplo teorilerinden ziyade kendi projelerimizi konuşup olgunlaştırmamız gerektiğini düşünüyoruz.
Hikâyenin merkezine emperyalistleri değil kendimizi yerleştiriyoruz.
Türkiye’deki mevcut değişim rüzgârını ve Arap çoğunluklu ülkelerde esen devrim rüzgârlarını emperyalistler üzerinden değil kendi üzerimizden okuyor ve bize bu günleri gösterdiği için Rabbimize şükrediyoruz.
Kendi kendilerini ululayıp duran sahte ilahların aşağılık saltanatlarını yerin dibine batırarak insanlık haysiyet ve şerefini ayağa kaldıran Arap, Berberi, Kürt ve Türkmen sokaklarını coşkuyla selamlıyoruz.
Kelimenin tam anlamıyla “Lâ İlâhe İllallah”, kula kulluğa son!
Bu devrim hareketlerinin esası budur.
Gerisi -emperyalist tezgâhlar dahil- teferruattır.
Şafak söküyor, yepyeni bir gün başlıyor arkadaşlar.
Bu yeni günün dergisini çıkarmak için yola çıkmış bulunuyoruz.
Rabbi yessir velâ tuassir Rabbi temmim bi’l hayr.
Sancaktar, Ocak 2013

Nusret Cephesi’ne açık mektup

(Önemli not: Aşağıdaki mektup, Nusret Cephesi’nin Kaide’ye bağlılığını bildirmesinden aylar önce kaleme alınmıştır.)

…“Cami cemaatleri bizden hoca istiyor, bize kulak veriyor, bizden etkileniyor; öyleyse iktidarımızı da kabul ederler. Seçimle meçimle uğraşmadan ilk fırsatta İslam devleti ilan edebiliriz. Etmeliyiz. Yoksa Libya’da olduğu gibi cephede kazandığımız savaşı seçimde kaybederiz” dememelisiniz.
Seçim iyidir. Projenizi halka sunar ve ondan oy istersiniz. Diyelim ki çoğunluğu ikna edemediniz; o zaman tebliğ ve irşad faaliyetlerinize biraz daha ağırlık verip bir sonraki seçime hazırlanırsınız.
Bu arada şunu da unutmamanız lazım: Sizin İslam devleti anlayışınızın genel kabul görmemesi halkın İslami bir devlet istemediği anlamına gelmeyecektir.
Ve şunu da unutmamanız lazım: Ekseriyeti İslami olmayan bir topluma İslam devletini dayatmanız veya ekseriyeti İslami olmakla beraber sizin İslam devleti anlayışınızı münasip görmeyen veya onu münasip görse de sizi münasip görmeyen bir toplum üzerinde İslam adına tahakküm kurmanız İslam’a zulüm olur. İran’da olduğu gibi, devrimden sonra gelen yeni nesillerde iktidarla İslam’ı özdeşleştirerek İslam’dan soğuma ve hatta kopma durumları yaşanabilir.

Sancaktar, Ocak 2013

El Kaide’ye tam olarak nasıl bakmalıyız?

…Usame Bin Ladin, El Cezire’ye verdiği mülâkatta, sivillerin cihad niyetine öldürülmesine itiraz edenlere, ‘Onlar da bizim sivillerimizi öldürüyor’un yanı sıra şu sözlerle cevap vermişti: “(Bazı âlimler) Resulullah’ın (sav) çocukların ve kadınların öldürülmesini men eden hadisinin delil olarak getirilmesinin uygun olmadığını belirtiyorlar. Evet, Resulullah’ın (sav) bu hadisi sabittir. Ancak çocukların ve kadınların öldürülmesi hususundaki men etme kesin değildir. Bunun istisnai durumu da bulunmaktadır. Allahu Teâlâ kitabında şöyle buyurmaktadır: ‘Eğer ceza verecekseniz, size verilen cezanın misliyle ceza verin.’ Nahl Suresi, 126. Ayet.”
İnanılır gibi değil, ama binlerce sivilin ölümüyle sonuçlanan saldırıların ‘ilmî dayanağı’ buncağız bir akıl yürütmesinden ibaret!
Uhud Savaşı’nda müşrikler, katlettikleri mü’minlerin (bilhassa Hz. Hamza’nın) cesetlerinde korkunç tahribat yapınca, bazı mü’minler “Biz onlara bundan daha fazlasını yapacağız” diye ant içmişlerdi. Nahl sûresinin 126’ıncı ayetinin bunun üzerine nazil olduğu kabul edilir. Ayet, “Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle ceza verin” diye başlar ve “Sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır” diye biter. Bir suçun karşılığını verirken haddi aşmamayı vazeden ve üstelik sabrın daha hayırlı olduğunu bildiren bir âyetten “Kâfirler bizim çocuklarımızı öldürüyorlarsa biz de onların çocuklarını öldürebiliriz” sonucu nasıl çıkarılır Allah aşkına? Misillemenin suçu işleyene değil de onun karısına, çocuğuna, komşusuna yapılabileceği fikri İslam adaletiyle nasıl tevil edilebilir? Hele ki, kâfirlerin yaptığı her şeyi misilleme adı altında bizim de yapabileceğimizi kim iddia edebilir, nasıl iddia edebilir? Kâfirler Müslüman kadınlara tecavüz ediyorlar, hatta Ebu Gureyb gibi yerlerde Müslüman erkeklere bile tecavüz ediyorlar; Nahl suresinin 126’ıncı âyetine dayanarak bizim de onlara aynısını yapabileceğimizi söyleyecek kadar sapık bir Müslüman olamaz, değil mi? Telaffuzu bile iğrenç, tüyler ürpertici, kabul edilemez, değil mi? Peki, ondan daha korkunç olan bir şeyi, masum bir insanın –hele çocuğun- öldürülmesini bir Müslüman nasıl içine sindirebilir?
…El Kaide’yi İslam’ın yıldızı ve İkiz Kuleler’e saldırıyı cihadın zirvesi gibi görenler, o saldırıda kullanılan uçaklarda ve İkiz Kuleler’de öldürülenlerin dramını bir de kendi başlarına kıyas ederek meseleyi yeniden düşünsünler. Ve şu soruyu muhakkak sorsunlar kendilerine: Müşriklerle savaş sırasında Müslümanlar tarafından öldürülen müşrik bir kadın için “Bu kadın savaşmıyordu” diyerek üzüntüsünü bildiren Efendimiz (aleyhisselatu vesselam) böyle bir şey yapar mıydı? Cevap muhakkak “Haşa” olsun.
…El Kaide liderlerinin masum Müslümanların öldürülmesine karşı çıkarken ve “Gerekirse örgütümüz yok olsun, fakat bir masum Müslüman’ın kanı akmasın” (Atiyetullah) derken samimi olduklarına inansak da, bu, El Kaide’yi makul bulmamıza ve makbul saymamıza yetmez. El Kaide ile organik veya duygusal bağı olan savaşçıların tümü bu minval üzere hareket etmeyi kabul etseler ve bundan böyle hiçbir masum Müslüman’ın canına kast etmeseler bile mesele bitmez, zira Müslüman olmayanların da hukuku vardır ve o hukukun muhakkak gözetilmesi gerekir.
…Balık baştan kokar. Cihad adı altında bundan sonra işlenecek olan korkunç cinayetlerin sorumluluğunda pay sahibi olmamak veya hiç değilse o payı mümkün mertebe azaltmak için El Kaide’nin mevcut lider kadrosunun yapması gereken şey, en başa dönüp, Nairobi, Darusselam ve bilhassa New York’ta ölçünün fena halde kaçırıldığını resmen kabul etmek, bunu alenen ilan etmek, bundan üzüntü ve pişmanlık bildirmek, özür dilemek, sonra da savaşçılarına / sempatizanlarına şöyle demektir: “Böyle zulümlerin üzerinde İslam adaletinin yükseleceğini ileri sürersek İslam’a hakaret etmiş oluruz.”

Bu yazı toplam 1884 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar