Sanayileşme ve Kentleşme Kıskacında İslam

Sanayileşme ve Kentleşme Kıskacında İslam

Sanayi iyidir, modern kent iyidir, tarım ilkelliktir, taşradan hayır gelmez; bu, modernitenin içselleştirilmesidir, “Afrika kabilelerine döneriz” diyen bakış açısıyla “Hz. Muhammed kabile şefiydi” diyen zihin böylece ortak bir paydada birleşmektedir.

 

Kapitalizm eleştirileri anlamını kaybetti, miadını doldurdu, mevcut iktidar eleştirilerinin de herhangi bir anlamı yoktur, çünkü eleştirenler model önerici, toplum inşa edici, sistem kurucu olmaktan uzaklar, bir şeyler önerenler var ise de onların önerileri de modern çizgidedir, derde deva olmaz, hastalığı artırır.

İslam, hak ve adalet adına “işçi sınıfı”, “işçinin hakkı” vb. söylemler ekseninde atılan anti-kapitalist naralar değersizdir. Yüzeysel bir biçimde “işçi sınıfı”ndan, “işçinin hakkı”ndan vs. söz etmek insanların proleterleşmesini, Batı tarzı üretimi, fabrikalaşmayı onaylamak demektir. Asıl sorgulanması gereken, üretimin şekli -dolayısıyla fabrikanın kendisi-, insanların yığınlar halinde fabrikalarda çalışmaları, daha geniş çerçevede endüstri toplumudur. Patron işçiye hakkını verse mesele hallolacak mıdır, böylece işçinin köleliği bitecek midir ya da işçi sınıfı iktidar olduğunda -işçi sınıfının diktatörlüğünde- dünya güllük gülistanlık bir yer haline mi gelecektir? Bu tür yaklaşımların hepsi ezberdir.

Bugün itibariyle Müslümanların moderniteye verecek cevapları yoktur, İslamcılık bu bağlamda modern dünyaya hiçbir cevap üretememiştir. Müslümanlar, Batı tarzı üretim modelini, endüstrileşmeyi-fabrikalaşmayı, modern-kentli yaşamı, İslam’ı moderniteye uyarlamaya çalışan modern ilahiyatı benimsemekte, “dünyayla baş edebilmek için” çareyi küresel modernliğe entegre olmakta bulmaktadırlar. Seyyid Kutub’un sözünü ettiği “öncü cemaat” zuhur etmemiştir, Müslümanlar modern bakış açısından kurtulamadıkları sürece de zuhur etmeyecektir.

Günümüz Müslüman’ı sanayiyi ekonominin temel unsuru olarak görmekte, tarımla geçinmenin ve sanayileşmeden dünyayla baş etmenin mümkün olmadığına inanmaktadır. Modern Müslümanlara göre, böyle bir bakış açısı “dünya şartlarından kopmak” ve yok olmak sonucunu doğuracaktır. Köye dönüş “medeniyetimizi” fosilleştirecek ve Afrika kabilelerine dönmemize yol açacaktır; sanayisiz toplumlar yaşayamayacaklardır.

Her şeyden önce bu, çareyi galipleri taklit etmekte bulan modern Müslüman zihnin diğer seçenekler üzerinde etraflıca düşünmemiş olduğunu göstermektedir. Modern Müslüman zihin “düşmanı alt etmek için” düşmanına benzemek istemektedir ve bu arzusunu haklı göstermek üzere birtakım te’villere başvurmaktadır. Sorun şu ki, düşmanlarına benzeyip onları alt ettiğinde zaten kendisi olmaktan çıkıp başka bir şeye dönüşecektir ve bu takdirde yaptıklarının hesabını da veremeyecektir.

Sanayi iyidir, modern kent iyidir, tarım ilkelliktir, taşradan hayır gelmez; bu, modernitenin içselleştirilmesidir, “Afrika kabilelerine döneriz” diyen bakış açısıyla “Hz. Muhammed kabile şefiydi” diyen zihin böylece ortak bir paydada birleşmektedir. Elbette İslam şehirli bir dindir, bunda kuşku yok, ancak İslam medeniyeti perspektifinden şehir demek, tarımın hiç olmadığı yer demek değildir, kent tarımın olmadığı yerdir ve bu ikisi -şehir ve kent- felsefî arka plan ve muhteva itibariyle birbirlerinden farklı şeylerdir. Müslümanlar Medine’de hem tarım yapmışlar hem de medeniyet inşa etmişlerdir. Kaldı ki, İslam perspektifinden şehir-medeniyet düzeni sanayileşmeyi gerekli kılmamaktadır. İslam şehirlerinde geçim, daha çok ticaret ve ustalık/meslek erbablığı yoluyla temin edilir.

Sorun “dünyayla baş etmek için” modern ekonominin gereklerine uymanın kaçınılmaz olduğu şeklindeki düşüncedir. Bu takdirde kendimiz olarak kalamayacağımızı, küresel modernliğe entegre olmamız gerektiğini kabul etmemiz gerekir ki, bu da -zaten şu an itibariyle tarihe ait bir kavram olan- İslam medeniyeti fikrine veda etmemiz anlamına gelmektedir.

Sanayi -toplumun kendini dışarıdan gelecek saldırılara karşı savunması amacıyla silah üretimi gibi- sadece belli alanlarda lazımdır, genel anlamda sanayiye dayalı üretim modelini temel almamız, karnımızı doyurmak, geçinmek, daha geniş çerçevede toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için topyekûn sanayileşmemiz gerekmemektedir. Toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için eldeki kaynaklar yeterlidir.

Hem sanayileşmeyi muteber görüp hem de kapitalizme karşı çıkmak çelişkidir. Bizim kendimize özgü medeniyet anlayışımız vardır ya da yoktur, önce bu sorunun cevabı netleştirilmelidir. Sanayi yerine tarım-ticaret-ustalık/meslek erbablığı üçlüsünü ikame etmek gerçeklikten kopmak demek değildir, bilakis tek çıkar yol olarak sanayileşmeyi görmek kapitalist modernitenin sihrini hakikat zannetmektir.

Sanayileşme kapitalizmi ortaya çıkarmış, kentleşmeyi beraberinde getirmiş, böylece bireyciliği ön plana çıkararak cemaati yok etmiş, dini de farklı bir şekle sokmuştur. Bireysel dinî yaşantı kapitalist modernitenin dayatmasıdır, İslam dışıdır; din cemaatçidir, cemaatle yaşanır, ancak cemaatin teşekkül ettiği yer de önemlidir, modern-kentli hayatı benimsemiş insanlardan oluşan bir cemaat, cemaat değil toplu entegrasyon organizasyonudur.

Bugün canlı bir model teşkil etmek amacıyla kentlerden uzakta, Batı tipi üretim tarzına itibar etmeyen, tarım-ticaret-ustalık/meslek erbablığı etrafında organize olmuş cemaatlere ihtiyaç vardır. Kentli cemaatler sistemle uzlaşmak zorundadırlar, dolayısıyla buradan kapitalist modernitenin karşısına dikilebilecek bir model ortaya çıkmaz, bu bakımdan endüstri toplumlarında hicret kentlerden taşraya -sanayileşmemiş küçük şehirlere, kasaba ve köylere- olmak zorundadır.

Modern Müslüman, her gün çalışma saatleri içinde -örneğin kışın sabah ve yatsı namazları dışında- dünya meşakkatine muntazam 3 vakit ara verememektedir, birleştirerek kıldığı namazları da acelesi olduğu için kuşa çevirmektedir; modern-kentli yaşamda -daha geniş çerçevede sanayileşme ve kentleşme kıskacında- İslam ister istemez şekil değiştirmiştir. Bu noktada modern ilahiyat devreye girmekte ve sıkıntıları “gidermektedir”.

Modernleşmeyle birlikte Müslümanlar için şehir kurma dönemi bitti, Müslümanlar artık şehirleri kente çevirmek istiyorlar ve kentleşme adına her yere beton döküyorlar; çevre bilinçleri olmadığı gibi estetik anlayışları -veya kaygıları- da yok.

Yeni açılan her metro hattı için hükümete övgüler sıralayan modern Müslüman, niçin çalışmak için şehrin bir ucundan öbür ucuna gitmek zorunda kaldığını sorgulamamakta, yüzlerce kişiyle birlikte durakta beklemeyi ve aynı araca binerek alt alta üst üste yolculuk etmeyi nimet saymaktadır.

Kentte aylarca ayağının altı toprak görmeyen modern Müslüman, “Ben kentte yaşamaktan razıyım” demektedir, çünkü kapitalisttir, kent onun için büyük fırsatların olduğu yerdir, kapitalizm herkese sahte umutlar dağıtmaktadır.

Tarihte sıfırdan kurulmuş birçok şehir var, muhafazakâr modernleşmeci iktidar sıfırdan bir İslam şehri kurabilir mi? Geleneksel şehre dair perspektifi yok ki kurabilsin, zihni ancak var olanın modern kente nasıl dönüştürülebileceğine odaklı. Ne var ki, onu da beceremiyor, kentleşme politikalarıyla şehirleri ucubeye çeviriyor.

Müslümanlar medeniyet kurdular, tarih boyunca kendi iman ve kültürlerinin yansımaları olan şehirler inşa ettiler. Modern kente geçiş, Müslümanların medeniyet perspektifini kaybettiklerini ve Batı uygarlığına eklemlendiklerini göstermektedir. Aynı şekilde tarih içinde Müslümanlar tarafından geliştirilen ve İslam medeniyetinin ürünü olan siyasî ve sosyal kurumlar ile bugünküler arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır, aradaki bu büyük fark Müslümanların Batı uygarlığına intisap ettiklerinin bir başka kanıtıdır.

AVM’lere mescid zorunluluğu getirilmesiyle birlikte AVM’ler -zorunlu da olsa- mescidleri yutmuş olacaklar, çünkü böylelikle AVM’ler zorunlu olarak mescidleri bünyelerinde barındırmış olacaklar. Dolayısıyla merkez mescid değil AVM’dir artık, hem alışveriş yapılan hem yiyip içilen hem de ibadet edilen ana mekândır. Parası olanın -ibadet dâhil- her türlü ihtiyacını giderebileceği, modern sosyal yaşam merkezidir AVM.

Günümüz dünyasının putları tarih içindeki putlardan daha sofistike, daha tehlikelidir. Bugün para ve iktidarın yanı sıra makine puttur, teknoloji puttur, otomobil puttur, “akıllı” cep telefonları puttur, televizyon puttur, gökdelenler puttur… Modern insan yüzde yüz, saf/katışıksız putperesttir ve putları önünde her gün -7/24- secdeye kapanmaktadır.

Kirli amel, kirli kazanç, kirli kalp, silsile böyledir. Kapitalist paradigmanın şekillendirdiği modern kentler haram yuvalarıdır; insanlar ister istemez haram işlemekte, günah kazanmakta, haram kazanç yollarına tevessül ve tenezzül ederek haram lokma yemektedirler. Kazandıkları şeyler zamanla onlara “tatlı” gelmekte, böylece kalpleri pas tutmaktadır.

“Hayır, onların kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas tutmuştur.” (Mutaffifin: 14)

Atilla Fikri Ergun – akilvefikir.org