Salih Tuna'dan IŞİD Üzeinden İslamcıları Eleştirenlere Cevap

Salih Tuna'dan IŞİD Üzeinden İslamcıları Eleştirenlere Cevap

Yenişafak Gazetesi yazarı Salih Tuna bugünkü yazısında IŞİD üzerinden İslamcıları eleştiren bazı çevrelere yüklendi...

İşte Salih Tuna'nın "Siz Müslüman değil misiniz?" başlıklı o yazısı:

Merhum Garaudy entegrizmin 'kültürel intihar' olduğunu kitap çapında ortaya koymuştu.

Evet, öyledir.

Hatta, entegrizmin girdiği yerde ot bitmez diyeyim de varın gerisini siz hesap edin.

Selefilik de malumunuz entegrist zihniyetle maluldür.

IŞİD üzerinden aklı sıra 'İslamcıları' mahkum etmeye çalışan müstevlilerin acenta şefleri şuncağızı bilsinler: İstiklal Marşımız, bu ülkede 'İslamcılığın' en büyük 'manifestosu' mesabesindedir.

Demem o ki, bu ülkeye 'İslamcılık' gökten zembille inmedi.

Yusuf Akçura'nın (bir asır önce kaleme aldığı) 'Üç Tarz-ı Siyaset'inde yer verdiği 'İslamcılık' akımı Osmanlı'yı kurtarma girişimlerine mündemiçtir.

Kim ne derse desin, 'İslamcılık' hayatın her alanında Müslüman olduğunun farkında olmak (ve Müslüman kalabilmek) faaliyetinden ibarettir.

'Ham yobaz kaba softalıkla' hele ki 'şiddetle' uzaktan yakından alakası yoktur.

Bu ülkede 'İslamcılığın' en büyük kuramcısı ve sanatçısı Sezai Karakoç üstadımız, 'Evrim günlük sularla / Devrim irinle kanla / Bizse dirilişi gözlüyoruz / Bengisu bengisu kayna ve çağla' demiştir.

Dikkat isterim; 'Soğuk Savaş'ın hükümferma olduğu, Ortadoğu dahil dünyadaki bütün gençlik hareketlerinin 'devrim' düşüncesini kutsadığı ve içselleştirdiği bir dönemde yazılan bir şiirdir bu.

Türkiye'yi Mısır veya Irak veya Suriye veya İran üzerinden okumak her şeyden evvel bu toprakların kültür birikiminden habersiz olmaktır.

Bu ülkede Yunus Emre'yle, Mevlana'yla, Hacı Bektaş'la, Niyazi Mısrî'yle, (ve hatta) Karacaoğlan'la, Filibeli Ahmet Hilmi'yle, Mehmet Akif'le, Necip Fazıl'la, Sezai Karakoç'la irtibatsız, rabıtasız bir 'İslamcılıktan' bahsedilemez.

Daha ötesini söyleyeyim: Bu toprakların tanıdığı en büyük 'İslamcılardan' biri, 'Dövene elsiz, sövene dilsiz' diyen Yunus Emre'dir. Ki, bütün bir benliğini (hayatını) Allah'a (İslam'a) adamıştır.

'Ham yobaz kaba softanın' nihayetinde varacağı yer şiddete bulaşmak, kullanılmak, mezhepçilik bataklığında debelenmektir.

Mezhepçilik ancak ve ancak entegrist havzalarda boy verir.

Baştan beri söylüyorum: Türkiye'nin cumburlop Suriye'ye dalmasını isteyenler, bilerek veya bilmeyerek 'mezhep savaşı projesine' hizmet etmişlerdir.

Irkçı Siyonist network buna çok gayret etti.

Bu networkün yerli işbirlikçileri daha dün Türkiye Cumhuriyeti hükümetini nerdeyse 'Şii' olmakla suçlarken, bugün aynı hükümeti destekleyen bir gazeteyi 'anti-Şii'ci' olmakla suçluyor.

Bir yerde sağlıklı tartışmaya izin verilmiyorsa orda operasyon yapılıyor demektir.

Bakınız, Türkiye'de Müslümanlar 80'li yıllardan itibaren 'çoğulcu' anlayışla her şeyi ama her şeyi tartıştılar.

Lakin Suriye meselesinin adamakıllı tartışılması istenmedi; tıpkı Türkiye'deki Hizbullah'ın tartışılmasının istenmediği gibi. (Her iki durumda da sonuç ortada!)

Türkiye çok şükür son anda, Erdoğan'ın firaseti sayesinde direkten döndü. Reyhanlı bu dönüşe karşı ödetilmek istenen bedeldi.

Dolmabahçe'de gerçekleştirilen Müslüman Âlimler Toplantısı'nda Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan tavrını net bir şekilde ortaya koydu: 'Mezhepçilik yapmak Kur'an'a karşı gelmektir. Kardeş kardeşi katletmesin (...) Mezhebine bakarak zalimin zulmüne rıza göstermek bu dinde asla olmayan bir durumdur...'

Geçtiğimiz haziran ayında Viyana'da UETD'nin 10. kuruluş yıldönümünde de (mezhepçilik asabiyetiyle birbirini katledenlere) 'Ne demek Sünni, ne demek Şii? Siz Müslüman değil misiniz?..' demişti.

Budur!