Salih Tuna Harici Tekfircilere Sert Çıkıştı

Salih Tuna Harici Tekfircilere Sert Çıkıştı

Açık büfelerinizde kutsal special: 'Yeyiniz, içiniz, israf etmeyiniz!' Gel vatandaş, herkese uygun tefsir, her hale uygun hadis var...

Yenişafak / Salih Tuna

Köpekler ayakkabı giymez!

Kan akması için kan ağlayan, adeta kana aşeren 'aydınların' ve nev-zuhur çetelerin kol gezdiği bir ülkede yaşamak 'göller ülkesinde ada olmaktan' daha zor.

Tehdit edildim kaç kez.

Hedef gösterildim kaç kez.

Susmadım.

Susmam da hiçbir zaman.

Lakin şu kahrolası umarsızlık, adamsendecilik, 'banadokunmayanyılanbinyılyaşasıncılık' yok mu, işte o koyuyor adama.

O kadar ki, artık yazmamanın eşiğine geldim dayandım. 'Viran olası hanede evlad ü ıyal var' diyerek dişimi sıkıyorum, ama nereye kadar!

İlk gençliğimden beri burdayım.

Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera havzalarından nasibime düşenle büyüdüm.

Dergi çıkardım seksenlerin başında, DGM kararıyla kapatıldı.

Yayınevi kurdum. Kürtçe konuşmanın yasak olduğu yıllarda Kürtçe meal (Vahdettin İnce kardeşimin kulakları çınlasın) hazırlattım. Ve, Şinnavi'nin 'İslam Ümmetinin Yetimleri Kürtler'i bastım, başıma gelmeyen kalmadı.

Ahmet Kekeç geçenlerde Star gazetesindeki köşesinde yazdı sağ olsun; evet, bir film senaryosu yazdım (yurt dışında ödül alan) diye (sansür ne ki) Genelkurmay muhtıra verdi nerdeyse, sokağa çıkamaz hale getirildik.

Oyun yazdım, oyunum yasaklandı.

Brecht'ten uyarladığım bir oyunum yüzünden aynı anda hem komünistlik propagandası (141-142) hem İslamcılık propagandasından (163) yargılandım.

Dünya Yayınları'nı kurdum 80'li yılların başında İlyas Dönmez kardeşimle. Şubat ayı Malcolm X'den Metin Yüksel'e kadar şehid ayıydı. 'Şubat Destanı'nı çıkarttım.

Yıllar yılı şubat ayı 'şehid ayı' olarak anıldı.

Yoksulduk, yalnızdık ama yılgınlık nedir bilmiyorduk. Tartışa tartışa büyüyorduk. Kimseyi ötekileştirmeden, dışlamadan...

Katıyor ve katılıyorduk, aynı yağmurlarda ıslanıyorduk.

Uceym Sadun Paşa kadar Şii, Selahaddin Eyyübi kadar Sünni'ydik. Metin Yüksel şehidimiz, Bahattin Yıldız dağlardaki kahramanımızdı.

Etnisitesi veya mezhebi yüzünden herhangi bir Müslümanı yaftalamak inançsızlığa denk büyük bir günahtı.

Aklımızın ucundan bile geçmezdi.

Zira en büyük zenginliğimiz farklılıklarımızdı; sabahlara kadar tartışır, sonra da aynı çorbaya kaşık çalardık.

Merhamet ve kuşatıcılık biricik hususiyetimizdi.

İstanbul'un fethi sırasında Abdülvedûd Sultan ile ilgili bir efsane rivayet edilir ya, bilirsiniz.

Evliya Çelebi'ye göre fethin 53 gün uzamasının müsebbibi, 'Gavurcuklarıma dokunmayın!' diyerek fethe gönül koyan bir veliymiş.

Bediüzzaman, 'Mektubat'ında, meczup dediği bu veliyi Cibali Baba adıyla ele alır ve Akşemseddin'in, 'Ya Rabbi! Ya benim canımı al, ya onun!' duasının kabul edilmesi sonucunda fethin gerçekleştiğini söyler. Reşat Ekrem Koçu 'Bizans mukavemetini de meczup bir Müslüman dervişe maletmek isteyen mutaassıp bir heyecanın mahsulü...' diyerek bu 'efsaneyi' yadsır.

Mezkur konuyu bütün vecheleriyle ele alan Berat Demirci, 'Hançerimizdeki Harita' adlı deneme kitabında, 'Sultanın da fethi müteakip Bizans ahalisine karşı geliştirdiği tavır, 'gavurcuklarım' muamelesinin hukuken tescili olmuştur' demiştir.

Uzun lafın kısası, Hz. İnsana gösterilen saygı ve hürmetten 'boğazkesenlerin' devrine geldik. (Bir köşe yazarını 'konuşma' dercesine hedef göstermek de manen boğaz kesmektir.)

Kardeşlerim, bu topraklarda meczuplardan bile öğreneceğimiz çok şey var ama, kendisi gibi düşünmeyen herkesi hedef gösteren tekfirci veya harici kafalardan yoktur.

Evet, meczuplardan bile. Vaktiyle (5 Nisan 2006, Yeni Şafak) anlatmıştım:

Trabzon'da çocukluğumun 'Musa abi'si, yıllar sonra İstanbul'da (üniversite yıllarında) karşımda. 'Mareşal' diye nam salmış, adını kimsecikler bilmiyor. Etrafını çevirmiş kalabalığın ağzı kulaklarında.

Nedendir bilmem, onca insan arasından görevi bana verdi: 'Çeyrek ekmek içine elli gram konserve balık al gel, hadi!'

Öğrenciyiz, yoksuluz. Fatih Camii avlusunda yatmışlığımız var; yersiz-yurtsuzuz.

Bir tas işkembe çorbasını bir ekmekle içip, günü devirdiğimiz günler. Cebimde, 'Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı', Nuri Pakdil ustanın 'Edebiyat Dergisi' ve üç-beş kuruş para. Bütün paramla balık alıp yarım ekmeğin içine tıkıştırdım bir iyice. Yesin afiyetle garibim, yarına Allah kerim.

Azarladı beni: 'Yarım ekmek almak hakkı vermedim sana' dedi, 'Sen değil, benim veren, bariton yapma.'

Bir 'meczup' infakı yıllar önce böyle anlattı bana!

Ne siz ey 'boğazkesenler' ve ne de geçici ve adi olanı, ebedi ve hayırlı olana tercih eden sivri akıllılar, bunu anlayamazsınız. Açık büfelerinizde kutsal special: 'Yeyiniz, içiniz, israf etmeyiniz!' Gel vatandaş, herkese uygun tefsir, her hale uygun hadis var...

Gazali: 'Onların dünyalıklarını elde etmek için taviz verirsen, onların gözünde de küçülürsün' diyordu İhya'da.

Ne çabuk unuttunuz! Bu ne hız, bu ne azman hırs muhterem; gösteriş toplumunun köpekleri oldunuz!

Avrupa'da köpekler de ayakkabılarıyla giriyorlar evlere. Bu kadar ucuz ve sefil kompleksiniz.

Efendim?

Evet, köpekler ayakkabı giymez.

Ya siz?