Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Sadece Hrant için değil, adâlet için..

19 Ocak günü, Hrant Dink"in çok zâlimce ve hiç de mertliğe yakışmayacak bir şekilde, arkasından, korkakça ve alçakça sıkılan bir kurşunla öldür(t)ülüşünün 5. yıldönümü..

"Bu ülkede öldürülenler sadece Hrant ve benzerleri mi ki böyle hassasiyet gösteriliyor?" diye itirazda bulunanlar oluyor..

İlk bakışta, sûrî- şeklî mantık açısından haksız sayılmayacak gibi gözüken bu itiraz, bu vak"aya uygulanıp sağlaması yapıldığında, hiç de sağlıklı ve âdil bir sonuç vermiyor.

Çünkü, Hrant Dink Vak"ası, 75 milyonu aşan bir toplumun içinden, sadece 40 binlik bir azlık kesimini teşkil eden hristiyan-ermeninin öldür(t)ülmesidir.. Bir toplum içinde, bu gibi resmen-ve mantıken azlık olarak bilinen sosyal gruplara dahil olanlar, elbette ki özel bir hassasiyetle korunması gereken bir konumdadırlar.. (Hatırlayalım ki, Türkiye"de gayrimuslimler, Lozan Andlaşması"nda resmen eqalliyet/ azlık unsurlar olarak tanınmışlardır..) Bu bakımdan bu durumda olanların hayatlarına yapılacak bir suikasd, diğerlerinden çok farklıdır ve çok farklı dahilî ve haricî sonuçlar da ortaya çıkarır..

Ancak, Hrant"a ilk anda sahiblenenler, büyük çapta, müslüman halkımızın temel değerleriyle zıdlaşmayı şiar edinenler olduğu ve onlar kendilerine Hrant"ın cenazesini bayrak edinerek toplum huzuruna çıkmak için ellerine fırsat geçiren bir durumda gözükenlerin bu sahiblenme gayretkeşliği tavrı karşısında, bu cinayetle halkımızın büyük kesimi de ürpermesine rağmen, konuya uzak baktığı görülmüştür. Yoksa, gerek Hrant"ın şahsı ve gerekse öldürülüş şeklindeki vicdanları kanatıcı yöntemin halkımızın büyük kesimlerini derinden yaraladığı açıktır..

Cinayetin aslî failinin, 32 saat sonra yakalanan Ogün Samast isimli bir genç olduğu anlaşıldı.

Samast"ın 18 yaşından gün almadığı ve laboratuarlarca belirlenen kemik yaşı gibi özellikleri itibariyle de rüşd yaşına ermediği mahkemece kabul edildiğinden; fail, çocuk sayılmış ve bu gibilere verilecek en ağır hapis cezası olan 24 seneye mahkûm edilmiştir.. Bizdeki hukuk düzeninde, "rüşd yaşı" kriteri yazık ki, böyle..

Ayrıca, hukuk genelde de böyledir, genel mantık çerçevesinde hazırlanmış olsa bile, mantığı zorlayan norm ve formlara göre şekillenir..

Hrant"ın öldür(t)ülmesini -yetişkin de gözükse, hukuk açısından- 17 yaşında bir çocuğun tek başına kararlaştırıp gerçekleştirdiği gibi iddialar sağlıklı bir mantık sahibi olanlarca kabul edilebilecek bir durumda değildir.. Nitekim, o gencin yığınla teşvikçileri, hazırlayıcıları, örgütleyicileri olduğu anlaşılmıştır.

"Danıştay Saldırısı"nın da, Ergenekon"la bağının ortaya çıktığını hatırlayalım..

Ama, bunları mahkeme, hukukî açıdan örgütlü suç sayılabilecek derecede delillendiremediğini söylemektedir.. Nitekim, bu dâvaya bakan İst.- 14. Ağır Ceza Mahk. Başk. Rüstem Eryılmaz, "Bu cinayet, bizce de basit bir cinayet değil. Azmettiren birileri olması gerekir, ama delillerler, bu kadar.." demektedir, 19 Ocak tarihli medyada yer alan beyanlarında.. Bu yüzden de, Yâsin Hayal isimli kişinin azmettirici olduğuna karar vererek, -eskiden varolan idâm cezasının yerine getirilen- "ağırlaştırılmış müebbed hapis cezası"na mahkûm edilirken, diğer bütün zanlılar beraet ettirilmiştir..

Ve kamuoyu bu yüzden günlerdir çalkalanıyor.. "Nasıl olur da, örgüt bulunmaz, görülmez ve sadece bir kişi cezalandırılır?" diye..

Doğrusu, bu satırların sahibi de, hadiseye hangi yönünden baksa bir örgüt olduğunu hissediyor; ama, bunu delillendirmeye gelince.. Mes"ele de işte orada başlıyor..

Nitekim, mahkeme başkanı da, açıkça, "Dâvada örgüt suçlamasından beraet kararı verdik. Ama, bu karar 'örgüt yoktur' anlamına gelmez. Bu örgüt faaliyetleri çerçevesinde yeterli delil olmadığı anlamına gelir. Yeni delil ortaya çıkarsa yeni soruşturma açılır. Biz hukukî olarak örgüt bağlantısını tespit edemedik.. Bu cinayetin bir kaç simitçinin işi gibi basite indirgenmesine karşıyız. Bizce de basit bir cinayet değil.. Ama dosyadaki deliller bu ve biz hakimler hukuk çerçevesinde karar vermek zorundayız. (...) Bu cinayet Hayal'in kafasından çıkmış bir fikir değil. Azmettiren birilerinin olması gerekir. Şahsî fikrim bu. Ama bu durumun hukukî olarak varlığını kabul edebilmek için deliller olması gerekir. Belli isimler ortaya atıldı ama bu kişilerin cezalandırılmasına yetecek deliller yok!." demekte..

Yani, mahkeme heyeti de vicdanen rahat değil, anlaşıldığına göre.. Ama, hâkim, deliller olmaksızın vicdanen nasıl karar verecektir sorusu kadar; kalben tatmin olmadığı bir kararı nasıl verir konusu da, bir mes"ele..

Mahkemenin, kararında "örgüt yok" demesine rağmen, duruşma savcısı Hikmet Usta'nın bu karara karşı Temyiz"de /Yargıtay"da itiraz edeceği bildiriliyor.. Savcı, karar öncesinde mahkemeye sunduğu son mütalâasında, Ergenekon Örgütü"ne dikkat çekmiş, Erhan Tuncel ve Hayal'in örgüt yöneticisi, Samast'ın ise örgüt üyesi tetikçi olduğunu belirterek, "Ergenekon operasyon ve soruşturmalarının kararlılığı ve etkinliği nedeniyle derin yapıların ve onlara bağlı Trabzon'da yuvalanan bu terörist grubun gerçekleştirebildiği en son suikasd Dink Suikasdi olarak tarihe geçmiştir. Eylemlere bakıldığında bir örgüt ve bu eylemleri terör amaçlı yapıldığına dair hiçbir şüphe yoktur." demişti. Ama, mahkemede, devlet tarafından kullanıldığını ve istihbarat birimleriyle irtibatını itiraf eden eden Erhan Tuncel başta olmak üzere, diğer bütün sanıklar da beraet ettirilmiştir.. Umulur ki, Yargıtay bu durumu görür.

*

Şimdi, anlaşılıyor ki, bu karardan Cumhurbaşkanı Gül, Meclis Başkanı Çiçek, Başbakan Erdoğan, Başbakan Yard. Bülend Arınç, Adalet Bakanı vs. gibi üst kademe sorumluların hemen herbirisi, bu karardan rahatsızlar..

CHP Gen. Başk. Kılıçdaroğlu da, "Bu AKP'nin adaletidir." derken; CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan ise, "Böylece derin devlet cinayetlerini teşvik eden bir kararımız daha olmuştur. Devlet, yargısı aracılığıyla 'evet, devam edin bu eylemlere.." mesajı vermiştir." demekte.. (İşbu Emine Ülker hanımın, 2011 yılı başına kadar, -12 Eylûl 2010 Anayasa Referandumu" öncesindeki düzenlemeye göre- bütün Yargı üzerinde "astığım astık, kestiğim kestik.." durumunda olan -o zamanki- HSYK"nın yönlendiricisi olan YARSAV isimli kuruluşun başkanı olan bir yargıç olduğunu hatırlayalım..)

Ve yine hatırlayalım ki, 6 yıl kadar önce, 17 Mayıs 2006 tarihinde gerçekleşen Danıştay Saldırısı gerçekleştiğinde, "irtica" yaygaralarıyla Ankara"nın altını-üstüne getiren çevrelerin başında CHP ve Yargı kurumları geliyordu. Hattâ, o zamanlar Danıştay üyesi olan Tansel Çölaşan (meşhur kemalist-laik E. Çölaşan"ın eşi), (daha sonra bir avukat olduğu anlaşılan Alparslan Arslan isimli) saldırganın "Allah"u Ekber" diyerek saldırdığını bile iddia etmişti.. Halbuki, o saldırıda bizzat hedef olanlar ise, böyle bir ses duymadıklarını belirtmişlerdi.. Mezkur "saldırgan"ın yargılanması sürecinde ise, saldırının, "Ergenekon" denilen bir terör örgütlenmesiyle bağlantısının olduğu delillendirilince, dâva, "Ergenekon Yargılaması"yla birleştirilmişti.. Ve hâlen de devam eden bu yargılamalar esnasında, ortaya çıkan karmaşık ilişkiler ve birbirini tanımadığını iddia eden em. General Veli Küçük diğer sanıklarla Alparslan Arslan arasında, onların avukatlığını üstlenmek gibi yakın ilişkiler olduğu bile görülmüştü..

Şimdi, Hrant Dink Dâvası konusunda da, özellikle halkın iradesiyle seçilmiş olan iktidarları zayıflatmak ve bertaraf etmek ve zayıflatılan kemalist-laik diktatörlüklerini sürdürmek için ülkeyi karıştırmak isteyen terör odaklarının parmağının olduğu tahmin edilebilir.. Ki, dâvanın savcısı da bu yönde kanaat taşımaktadır..

Ama, Mahkeme Başkanı Eryılmaz, "Ben de tatmin olmadım,." diyerek, savunamadığı kararlarını, delil yokluğuna dayandırmaktadır..

Ama, hukuk böyledir..

Hele bizdeki hukuk, daha bir böyledir..

Çünkü, bizdeki hukuk düzeninde, kriter "hak" mefhumu değildir, -hukuk kelimesi, hak kelimesinin çoğulu olsa bile..-

*

Bir halkın aslî inanç değerlerini esas alan bir hukuk ve adâlet anlayışını hâkim kılmadıkça..

"Hukukun kaynağını Atatürk ilke ve inkilaplarından alarak hazırlandığı" açıkça beyan olunan bir Anayasa, ana-kanun varken ve bu tanımlamaya uygun olarak, bütün ihtilal dönemlerinde ve hele de 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde, Genelkurmay"a çağrıldıklarında tıpış-tıpış postal yalamaya giden ve generallerin emirleri karşısında takla atan, amuda kalkan yargıç mensublarının verdiği-vereceği kararlardan nasıl bir "adâlet" beklenir?

O halde asıl mes"ele, eskilerin "şeriatin kestiği parmak acımaz.." sözüne uygun, halkın vicdanında tatmin sağlayabilen bir "hukuk ve adâlet" anlayışına erişmek hedef olmalıdır..

Amma, bu, o kadar kolay değildir.. Çünkü, bizim gibi belli bir azlık grubunun diktatörlük yöntemiyle kabul ettirilmiş rejimine ve kanunlarına boyun eğdirilmiş toplumlarda, herkesin kendi hak ve adâlet ölçüsü, diğerininkiyle taban tabana zıd olabiliyor..

Herkes, kendi istediği gibi bir netice alamadığı zaman, yargıya saldırıyor..

Bu da, mevcud hukuk düzeninin ve kanunların, halkın genelinde, büyük kitlelerin kalbinde, aklında, vicdanında yer eden temel hayat değerlerinin esas alınmamasından kaynaklanıyor..

Eğer, müslüman halkımızın kalbinde ve vicdanında hâkim olan ölçüler kanunlara da hâkim kılınabilse, o zaman, büyük kitle, yine, "şeriatin kestiği parmak acımaz.." noktasına gelecek, kamuoyu, açıklanan kararlarla sukûnet bulabilecektir..

Yoksa, bugün olduğu gibi, Yargı"nın bağımsızlığı lafını en çok eden çevrelerin bile, yargıya en yüksek perdeden itiraz edişleri tablolarıyla her zaman karşılaşılacaktır ve onlar büyük kitlelerin adâlet duygu ve isteklerine de tercüman durumuna geldiklerinden büyük kitleleri de etkileyebileceklerdir.. Çünkü, müslüman halkımızın adâlet ve insanlık anlayışında da böyle cinayetlerin kabul göremiyeceği açıktır..

Ama, burada asıl görülmesi gereken, bir sosyal grubun isteğine uygun veya bir sosyal grubun isteğine aykırı kararlar çıkışına göre, tavır takınmak değil; halkın aslî inançlarından, temel hayat değerlerinden imbiklenmiş kanunlara göre oluşan bir yargı sistem ve mekanizmasını hîkim kılmanın gerekliliğidir.. Yoksa, halkın vicdanında mâkes bulmayan, yansımayan ve tersine, bir de onu yaralayan kararlar daha çoook sâdır olacaktır; bugün, Hrant Dink konusundaki kararın toplumu yadırgatmasında olduğu gibi; ve de geçmişte olduğu gibi.. Düşünelim ki, 37 insanın ölümüyle sonuçlanan Sivas- Madımak Faciası dosyasında da, yüzlerce sanığa verilen cezalar, gürültülü protestolarla defalarca değiştirilmişti.. Ama, aynı çevreler, Sivas- Madımak Cinayeti"nden iki gün sonra Erzincan- Kemaliye- Başbağlar köyünde 33 insanın öldürülmesiyle sonuçlanan -ve failleri hâlâ da belirlenememiş olan- cinayete, aynı çevreler hiç bir itiraz geliştirmemişlerdir. Kezâ; aynı kesim, şimdi, toplumun büyük kesiminin sessizlikle izlediği Ergenekon Yargılamaları için ise, bu yargılamaların durdurulmasını ve tutukluların derhal serbest kalmasını istemektedirler.. PKK / KCK dâvalarında da öyle..

Herkes, mensub olduğu veya kendisini yakın bulduğu sosyal gruba göre bir adâlet istiyor..

Bu durumda ise, bütün toplumu kucaklayan bir adâlet anlayışının ortaya çıkamıyacağı açıktır.

Bununla, sadece toplumdaki bazı grupların tutarsızlıkları ve adâleti kendi isteklerine yargı mekanizmasını kendi isteklerine yönlendirme çabalarını eleştirdiğimiz sanılmamalıdır..

Asıl bozuk olan, yargı mekanizmasının ve adâlet anlayışının aslî ölçüleridir. Halkın vicdanındaki ölçülere göre şekillenmeyen bir yargı topluma huzur veremez..

 

haksöz

Bu yazı toplam 1363 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar