Sabra ve Şatilla Katliamını Unutmayacağız

Sabra ve Şatilla Katliamını Unutmayacağız

“18 Eylül 1982’de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır.'

14 Mayıs 1948 tarihinde Filistin toprakları üzerinde bağımsız bir İsrail devletinin kurulduğunun ilan edilmesi Ortadoğu’da kaosun başlangıcı oldu. Bölgedeki Arap ülkeleri Filistin toprakları üzerindeki bu oldu bittiyi kabul etmediler ve birkaç saat sonra İsrail’e savaş açtılar. Böylece ardı arkası kesilmeyen Arap İsrail gerilimi ve savaşları başlamış oldu. Ancak Batılı devletlerin desteğini alan İsrail’e karşı Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri başarı sağlayamadılar. Savaş sonucunda İsrail, kontrolündeki toprakları genişletti. 700 bin kadar Filistinli Müslüman ise topraklarını terk ederek komşu ülkelere göç etmek zorunda kaldı. 1956 Süveyş Krizi sonrası yaşanan Arap- İsrail, Fransa, İngiltere savaşı da farklı bir sonuç getirmedi. 1967  yılında gerçekleşen Arap İsrail savaşları da aynı şekilde büyük bir hezimet ile sonuçlandı. Gazze ve Sina yarımadası da İsrail’in eline geçti. Böylece birkaç gün içinde Arap devletleri büyük yıkıma uğradı. Asıl büyük darbe ise savaşın üçüncü günü yaşandı. Savaşın başında İsrail Kudüs şehrinin işgalini planlanmamıştı. Ancak savaş kısa sürede büyük bir zaferi beraberinde getirince İsrail yönetiminin fikri de değişti ve Kudüs’ün işgali kararlaştırıldı. 7 Haziran günü İsrail askerleri tarihi şehre Kudüs’e girdi. Şehir sokak savaşları ile savunulmaya çalışıldıysa da birkaç saat içinde İsrail askerleri Ağlama Duvarının önüne gelmişlerdi.

Bu savaşlar sırasında yüz binlerce Filistinli Müslüman komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Bu ülkelerden biri de Lübnan’dı.  1950’li yıllar Lübnan’daki Hristiyan, Müslüman ve Dürziler gibi farklı toplumsal kesimlerin birbiriyle mücadele ettiği yıllardı. Siyaseten bir kaosun içinde bulunan Lübnan’a Arap İsrail savaşları sonucu iltica eden Filistinlilerin de katılmasıyla Lübnan Filistin meselesinin bir parçası haline gelmeye başladı. Lübnan’a yerleşen Filistinlilerin bu ülkede örgütlenerek siyasi faaliyetlerde bulunması özellikle aşırı sağcı Hristiyan Falanjistleri rahatsız etmeye başlayacaktı. Bu gerginlik 1975 yılına gelindiğinde iç savaşa dönüştü. Lübnan iç savaşı 2 yıl sonra bir anlaşma ile durdurulmaya çalışıldı. Bu anlaşmayla Filistinlilerin elindeki ağır silahların alınması, Filistinli gerillaların İsrail işgali altındaki Filistin topraklarından 15 km içeri çekilmesi ve Lübnan ordu birlikleri ile Arap Gücünün Filistin kampları çevresinde denetlemeler yapması kararlaştırıldı. Ancak bu anlaşma da ülkedeki olayların yatışmasını sağlayamadı. Olaylar ülke geneline yayılarak devlet otoritesi tamamen çöktü. Ülke toprakları çatışan gruplar arasında paylaşıldı. İsrail güçleri ise Filistinli grupların kuzeyden yaptıkları saldırılara hava saldırıları ile cevap veriyordu.

3 Haziran 1982 tarihinde ise İsrail Londra büyükelçisinin bir saldırı sonucu yaralanmasını bahane ederek 6 Haziran günü Lübnan’ı işgal etti. İsrail’e yakın duran Falanjistler de bu işgalde İsrail güçlerine destek oldular. Eylül ayına gelindiğinde Ariel Şaron komutasındaki İsrail kuvvetleri Batı Beyrut’u kontrol altına almışlardı. 16 Haziran günü ise Sabra ve Şatilla’da Filistinli mültecilerin bulunduğu kamplar kuşatma altına alındı. Uluslar arası sözleşmelerle koruma altına alınmış olan bu kamplar iki gün sonra tarihin en büyük katliamlarından birine tanıklık etti.  Lübnanlı Hristiyan Falanjist milisler İsrail askerlerinin gözetiminde kamplara girerek çoğunluğu kadın, yaşlı, çocuk binlerce insanı katlettiler.

Katliamın ertesi günü, kampları ziyaret eden gazeteci Robert Fisk gördüğü manzarayı şöyle şöyle aktarıyordu:

 “18 Eylül 1982’de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır. Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken katliam manzaraları hala gözlerimin önünden gitmiş değil. Biraz ötede Sabra Camisi’ne giden yolda 90 yaşında, beyaz sakallı ve pijamalarıyla Nuri Bey’i görüyorum. Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor. İlerideki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın cesedi var… Cesedin birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış, bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekler...”

Uluslar arası koruma altına alınmış bu kamplarda yaşanan vahşet tüm dünyanın tepkisine sebep oldu. Bu tepkiler üzerine İsrail katliamı araştırmak üzere bir komisyon kurmak zorunda kaldı. Komisyon Şubat 1983 tarihinde yayınladığı raporda Falanjist milislerin lideri Eli Hubeykayı doğrudan, Ariel Şaron’u ise bireysel olarak sorumlu tutuyordu. Böylece Ariel Şaron kendi ülkesinde de katliamın bir parçası olarak resmen kabul edilmiş oldu. ‘Beyrut Kasabı’ olarak anılmaya başlayan Şaron, savunma bakanlığından istifa etmek zorunda kaldı.

Dünya Bülteni