Ramazanın Bereketi ve “Reyting Garantili Hocalar”

Ramazanın Bereketi ve “Reyting Garantili Hocalar”

Piyasa sisteminde dini yorum ve vaaz da “arz - talep” kanununa bağlı. Kitlelerin gönlüne, arzusuna göre bir söylem geliştirmişsen eğer, reytinge bağlı olarak gelsin itibar ve...

İlhami Güler

Ramazan ayı yaklaşırken televizyon kanalları “reyting garantili” hocaları kendi kanallarına bağlamak için yarışa girdiler. Örnek olarak, Nihat Hatipoğlu 600 bin liraya ATV ile anlaşmış. Hoca ramazanın bereketini ifade etmek için “Bu parayı on bir ayda kazanamadım” demiş. Ayrıca Hoca’nın oğlunu da bu verimli/bereketli “iş”e hazırladığı biliniyor. Ahmet Özhan 450 bin liraya bir aylığına imza atarken; onu 400 bin lira ile Mustafa karataş (Show TV) ve 150 bin liraya M.Fatih Çıtlak (Star TV) izliyor.

Fransız filozof-sosyolog Pierre Bourdieu, din ile ekonomi arasındaki ilişkiyi vukufiyetle teşhis etmiş ve betimlemiştir. Şöyle diyor: “Dinsel girişim, ekonomik boyutlu bir girişimdir. Ancak, bu niteliğini itiraf etmez ve ekonomik boyutunun bir tür sürekli yadsınması dahilinde çalışır: “Ekonomik bir edimde bulunuyorum; ama, bunu bilmek istemiyorum. Bunu öyle bir kipte yapıyorum ki, kendi kendime ve başkalarına bunun ekonomik bir edim olmadığını söyleyebiliyorum. Başkalarının gözünde, ancak buna bizzat kendim de inandığım takdirde güvenilir olabilirim… Dinsel girişimin gerçeği, iki (katlı) gerçeğinin bulunmasıdır: Biri, ekonomik gerçek; diğeri ise, ilkini yadsıyan dinsel gerçektir. Bu durumda, her bir pratiği betimlemek için, tıpkı bir müzik akoru gibi, birbiriyle üst üste binen iki sözcüğün bulunması gerekir: havarilik/ pazarlama, müminler/müşteriler, kutsal hizmet/ücretli hizmet…Dinsel pratiğe eşlik eden dinsel söylem, bir simgesel meta ekonomisi olarak, ibadet ekonomisinin ayrılmaz parçasıdır.”(Bourdieu, Pratik Nedenler. Çev.H. Tufan. İst.1995.s 201-2)

Şüphesiz Bourdieo’nun söyledikleri, dinler tarihini göz önünde tutarsak, oldukça gerçekçi bir niteliğe sahiptir. Ancak bu durum, salt Tanrı rızası için dinsel girişimlerin veya ilişkilerin olmayacağı anlamına gelmez. Dinler tarihi, bunun örnekleri ile de doludur. Örneğin, Hz. İsa ve havarileri bunun iyi bir örneğidir. Hz.İsa, din istismarı yapan “Rabbi (Ahbar-Haham)” denen “Din adamları”nı eleştirirken onlara : “…ziyafetlerde baş köşeyi, havralarda ön tarafları, çarşı ve pazarlarda hürmetle selamlanmayı severler.” (Matta,Bab:23). “Ey kör kılavuzlar! Siz küçük sineği süzerek ayırırsınız; fakat, deveyi yutarsınız.” (a.g.y) demişti. Kur’an da, Yahudi ve Hrıstiyan din adamlarının din sömürüsünü: “Haham ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan insanları alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip, Allah yolunda harcamayan (bunlara), elem dolu bir azabı müjdele.”(9/34) tehdidi ile eleştirmiştir.

Fransız edebiyatçı Molier, “Tartuffe” adlı tiyatro eserinde Hrıstiyan papazlarının din istismarını şöyle eleştirir: “Ah o menfaat düşkünü, iki yüzlü inanç tacirleri yok mu; onlar, mevki ve itibar satın alırlar sahte inançlarıyla. Bu adamlar, öte dünya için çabalar gözüküp, asıl bu dünyada ceplerini doldururlar. Müthiş bir ağırbaşlılık ve yapmacıklıkla insanlara dünya nimetlerinden uzak durmayı öğütler; kendileri ise, saraylarda yaşarlar. Kendi kusurlarını da çok güzel kitabına uydururlar. Fırsatçıdırlar, kinci, imansız ve yapmacıklıdırlar…”(Molier, Tartuffe. çev: M.F.Gençkal. İst.2008.s 28) Büyük İslam filozofu el-Kindi ise aynı tipin Müslüman versiyonunu şöyle eleştirir: “…Amaçları, politik veya bürokratik riyaset ve din tacirliğidir. Oysa, kendileri dinden yoksundur; çünkü, bir şeyin ticaretini yapan, onu satar; sattığı şey ise, artık kendinin değildir. Kim, din tacirliği yaparsa; onun dini yoktur.” (Kindi, Felsefi Risaleler. Çev. M. Kaya. İst. 1994.s 4-5)

İslamiyet’te “Din adamı” sınıfı yoktur. Alimler (ulema) vardır. Alimler, İslam’ın erken döneminde devletten menfaat temin etmezlerdi, medreselerin kurulmasından sonra alimler devlet memuru olmuşlardır. Onlar, Kur’an’ı ve hayatı dini prensipler açısından yorumlarlar. Bugünkü akademisyen “ilahiyatçı”lar, ulemanın zayıf  mirasçılarıdır. Müftü, vaaz ve imamlar zamanın gerektirdiği “din görevlileri / hizmetlileri”dir. Maaş almaları caizdir. Eskiden “ulema” ticaret veya vakıf gibi gelirleri olduğu için “Allim meccanen, kema ullimte meccanen: Bedava öğrendiğin gibi, bedava öğret” ilkesince vaaz ve irşad faaliyetinde bulunuyorlardı. Günümüzde bunların nesli kalmadı. Dini kurumların (Diyanet ve ilahiyat) halkın dini bilgisini ve şuurunu artırmak için “Allah rızası” için olmasa da, maaş karşılığı vaaz ve irşad faaliyetinde bulunmaları, anlaşılır bir durumdur. Bu durumda, din görevlileri memurlar; müminler ise Bourdieu’nun “müşteriler” dediği duruma tekabül eder. Ancak, “Reyting Garantili Hocalar” medya çağında tam yukarıda tasvir etmeye çalıştığımız “din istismarcıları” grubuna giriyorlar galiba... Piyasa sisteminde dini yorum ve vaaz da “arz - talep” kanununa bağlı. Kitlelerin gönlüne, arzusuna göre bir söylem geliştirmişsen eğer, reytinge bağlı olarak gelsin itibar ve paralar... Spinoza’nın dediği gibi: “Kitleler, Tanrı’yı kandırma peşindedirler; “Reyting Garantili Hocalar” ise bu kandırma işinin profesyonelleri / meslek erbabı oluyorlar.

islamianaliz