Rabia katliamının tanığı yaşadıklarını anlattı

Rabia katliamının tanığı yaşadıklarını anlattı

Rabia katliamının tanığı yaşadıklarını anlattı

Mısır'da görevini yaparken tutuklanan ve sürdürdüğü açlık grevi sonrasında serbest bırakılan El Cezire Muhabiri Abdullah eş-Şami, 309 günlük tutukluluğunun ardından serbest kaldığı anla ilgili, "Serbest bırakıldığımda, yeniden doğduğuma inanıyorum" dedi.  

Abdullah eş-Şami (26), 3 Temmuz'da gerçekleşen askeri darbeyi reddeden darbe karşıtlarının kitlesel oturma eylemi Rabia Meydanı'ndaki gelişmeleri bizzat sahadan takip ediyordu. Şami, canlı yayın bağlantıları, hazırladığı görüntülü haber paketleriyle yaşananları dünyaya duyurmaya çalışıyordu.  

Rabia Meydanı'nın tarihe geçtiği 14 Ağustos 2013 sabahında saat altı buçuk civarı zırhlı araçlar, ordu kamyonları ve askerlerin meydana doğru yaklaştığı haberini alan Abdullah, Medinetu'l Nasr bölgesine gidip ordunun hareketini "kendi gözleriyle" teyit ettiğini söyledi.  

Meydana döndükten kısa bir süre sonra güvenlik güçlerinin harekete geçmesiyle "tam bir kaos" yaşandığını aktaran Abdullah, "Çevrede sürekli keskin nişancıların açtığı ateş, polis sirenleri, gaz bombası sesleri, protestocuların getirdiği tekbirler, helikopter seslerine karışıyordu. Sabah sekiz olduğunda meydandaki Sahra hastanesine geldiğimde, ordunun açtığı ateş sonucu her yerde cesetler vardı. İnsanlar ayrılmak istese bile yeteri kadar zaman verilmedi" dedi.  

Aynı gün içinde çevrede olan biteni anlamak için hastaneden dışarı çıkmaya çalışsa da çevredeki keskin nişancılar, açılan kimi zaman rastgele açılan ateş ve biber gazı nedeniyle bunun kolay olmadığını anlatan Abdullah, saat beş civarı güvenlik güçlerinin artık tüm meydanın kontrolünü ele geçirdiklerini ve insanları meydandan çıkarmak için ölümle tehdit ettiklerini anımsayarak, kendisini gözaltına götüren anları şöyle anlattı:  

"Yönlendirilen çıkış koridoruna doğru ilerledim. Çıkışta beni tutuklamak istediler ancak o zaman benim kimliğimden haberleri yoktu. Herkesi gözaltına alıyorlardı. Tam bir kaos durumu hakimdi. Alıkoyulacağımı anladığımda 'Günün sonunda en azından hayatta kaldım' demiştim. Gözaltına alındığımda korkmadım, diyemem. Mısır polisi, karakolları ve hapishaneleri hakkında her zaman duyduğumuz şeyler nedeniyle tutuklanmaktan korkuyordum. Öldürüldüğünüzde başınıza gelecekleri biliyorsunuz. Libya'daki devrim sırasında Misrata'da bulundum. İnsanların çok yakınımda öldürüldüğüne şahit oldum. Meydanın içindeki ordunun son kontrol noktasından önce durduruldum ve kimliğimi sordular. Nüfus cüzdanımı birkaç gün önce kaybetmiştim ve üzerimde sadece pasaportum vardı. Pasaportumdaki Libya, Mali, Güney Sudan, Nijerya, Türkiye ve Katar gibi vizeleri gördükten sonra benim ajan olduğumu düşündüler. İşte o anda benim tutukluluğum başladı."  

YÜZLERCE İNSANLA AYNI ANDA GÖZALTI  

Yüzlerce insanla aynı anda gözaltına alınarak gözaltı kamyonuna bindirildiğini söyleyen Şami, kamyonda sabahtan itibaren gözaltına alınmış her türde insan bulunduğunu, hatta o gün çalışmaya gelen resmi sağlık görevlilerinin dahi kaçanların üzerlerine beyaz önlük giymiş olabileceği şüphesiyle gözaltına alındığını tebessümle ekledi.

Güvenlik güçlerinin meydandaki protestoları gerçek mermilerle yüzlerce can kaybıyla dağıtması sonucu, ülkedeki ayaklanmalar giderek şiddetlenmişti. Gün içinde, olağanüstü hal ve akşam yedide başlayan sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti.  

Ordunun gözaltına alınan kişilerin nakliyesini bu yüzden akşama ertelediğini ifade eden Şami, yüzlerce kişinin akşam saatlerinde Kahire Stadyumundaki 3 numaralı salona götürdüklerini anımsadı.  

Stadyumda "foto muhabirden, meydanda satış yapan seyyar satıcıya, sağlık görevlilerinden, kargaşadan faydalanıp hırsızlık yapmaya gelene" kadar çok çeşitli bir tutuklu kitlesi bulunduğuna değinen Şami, meslektaşı foto muhabir Mahmud Ebu Şakur'un aynı gün gözaltına alındığını halen daha hapiste olduğunun altını çizdi.  

Ertesi sabah Şuruk Polis Merkezine götürüldüğünü ve orada üç gün kaldığını aktaran Şami, burada "Mısır emniyetinde sıradan olan muamele" diye tanımladığı "fiziksel ve psikolojik işkencenin" başladığını, polislerinse dışarıda cereyan eden olaylar nedeniyle daha gergin olduklarını, sürekli silahlarını tetikte tuttuklarını gözlemlediğini dile getirdi.

"ÜLKENİ NEDEN SATTIN? VATAN HAİNİSİN"  

Abdullah 18 Ağustos'ta Ebu Zabel Askeri Hapishanesi'ne nakledilmişti. Aynı gün Ebu Zabil Hapishanesine nakledilen 38 tutuklu kaçmaya çalıştıkları gerekçesiyle, mahkum nakliye aracının içine atılan çok sayıda biber gazı sonucu kimyasallarla yanarak can vermişti. Şami, Ebu Zabel Askeri Hapishanesinde El Cezire muhabiri kimliğinin fark edildiğini belirterek, yaşadıklarını şöyle aktardı:

"İsmimi okumalarının ardından, başlarındaki amir 'Demek sen şu El Cezire muhabirisin' dedi. Yanındaki memurlara küfürlü biçimde 'benimle ilgilenmelerini' söyledi. Yirmi metrekarelik pis hücrenin içinde seksen kişiydik. Havalandırma kötü durumdaydı. Kaldığımız hücreyi temizlememizi söylediler. Hücrede böcek, eskiden kalan çürümüş yemek dahil her türlü pislik vardı. Bunları çöpe atmak için hücrenin kapısına çıktığımda ise iki memur jop, kemer, tekmeyle sırtıma, yüzüme, kollarıma vurarak dövmeye başladılar. Artık yorulduklarında içeride hepimize ellerimizi ensemizde birleştirerek diz çöküp başımızı bacaklarımızın arasında koyarak beklemeye zorladılar. Sanırım bu da bir çeşit işkence şekliydi. Çok acılıydı. Bu zaman zarfında bazı memurlar, gelip beni dövmeye devam ettiler. Çöp olarak attığımız şeyleri bana geri atıyorlardı. Bana 'ajan, vatan haini' gibi şeyler söylüyorlardı. Sırasıyla dışarı çektikleri tutukluların üzerindeki eşyaları, paraları almaya başladılar. Sonrasında gelen bir memur benim saatimi ve cüzdanımı aldıktan sonra, bana 'Ülkeni neden sattın? Vatan hainisin' gibi şeyler söyleyerek, hakaretler ederek yorulana kadar beni dövdü." 

"HÜCRENİN KAPISININ KAPANDIĞI ANI UNUTAMAM"

Abdullah, askeri hapishanedeki iki günün ardından 20 Ağustos'ta Liman Ebu Zabel isimli sivil hapishaneye gönderilmişti. Şami, burada da tüm mahkumlarla "benzer" şekilde fiziksel saldırı ve sözlü aşağılamalarla karşılandıklarına değinerek demir parmaklıkların arkasındaki hayatının başladığını burada anladığını, şu sözlerle aktardı:  

"Liman Ebu Zabil hapishanesine götürülüp, kapının hücresinin kilitlendiğini duyduğum anı unutamam. Yaklaşık on gün kadar, kimseye ziyaretçi gelmeden, dışarıdan hiçbir haber almadan, dünyadan izole edilmiştik. Kendime 'İşte bu sonum mu? Önümüzdeki on, yirmi sene böyle mi yaşayacağım? Dünya beni, ben dünyayı unutacak mıyım?' diye soruyordum. Sanırım geçirdiğim en zor zamanlardan biri buydu."  

HAYATINI KAYBEDENLER

Abdullah, yaklaşık dört ay sonra Liman Ebu Zabel hapishanesinden 16 Aralık 2013 tarihinde Tora Hapishanesine aktarıldı. Hücresini aynı gün tutuklanan "öğrenci, çiftçi, marangoz, mühendis, balıkçı, esnaf dahil olmak üzere tüm sosyo ekonomik sınıftan ve Mısır'ın tüm kentlerinden" 15 kişiyle paylaştığına, sağlık hizmetlerinde hapishane yönetiminin ilgisizliğine işaret eden Şami, kalp ve şeker hastalığı olan yaşlı iki kişinin fenalaşarak, mahkumların kapılara vurmaları, "onca seslenmelerine rağmen", tıbbi müdahale yapılamadan öldüğünü anlattı.  

AÇLIK GREVİ MÜCADELESİ  

Abdullah eş-Şami, hapishanede geçirdiği 5 ayın ardından 21 Ocak 2014'te açlık grevine başladı. Adaletin yerini bulmayacağına, o güne kadar yüzlerce kişiyi öldüren insanların tavrını değiştirmek için yapabileceği başka bir şey kalmadığını düşündüğünü anlatan Abdullah, karısının kendisini ziyaretine geldiğinde kararını onunla paylaştığını belirterek, uzun bir mücadele olacağını, açlık grevleri hakkında okuduklarından 5-6 hatta on aya kadar uzayabildiğinin bilincinde olduğuna dikkat çekti.  

Şami, hapishane yönetimine greve başladığını bildirdiği zaman, kayıtlara geçmeye karşı çıktılarını ancak 1 Mart'ta durumu kaydetmek zorunda kaldıklarını ifade etti. Savcılığın, sağlık durumunun takip edilmesi emrini verdiğini, kendisine neden açlık grevi yaptığını sorduklarında, "Neden hapiste olduğumu bilmek istediğimi söyledim. Diğer tüm gazeteciler gibi o gün görevimi yapıyordum. 'Beş aydır buradayım, kimse benim ifademe başvurmadı, ne olduğuna dair bana hiçbir şey söylemedi'. Ne zaman mahkemeye çıkartılsak sadece tutukluluğumun 15 gün uzatılmasına karar veriyorlardı. Oraya gidiyorsun, avukatlar konuşuyor, hakim dinliyor, gerçekten hiçbir şey olmuyor, daha çok bir drama tiyatroya benziyor" yanıtını verdiğini söyledi. 

GREVİ KIRMA ÇABALARI  

Abdullah, hapishanede yetkililerin grevini kırma girişimleri hakkında, "Eğer ki açlık grevimi kesmezsem beni tecrit hücresine göndermekle tehdit ettiler. Yaklaşımları bu süreçte hep sertti. Nisan sonunda, sağlık durumum kötüleşmeye başladığında, İçişleri Bakanlığından aralarında Hapishaneler İdaresi Müdürünün de bulunduğu üst düzey yetkililer benimle görüştü. Bana, 'Genç birisin, Müslümansın, yapmamalısın' gibi şeyler söylediler. Bu görüşmeden bir hafta sonraysa, beni maksimum güvenlikli bir hapishaneye aldılar" diye konuştu.  

KÖTÜ ŞÖHRETLİ AKREP HAPİSHANESİ  

Açlık grevinde 3 buçuk ayı geride bıraktığında yetkililer, Abdullah'ı 12 Mayıs'ta yüksek güvenlikli Akrep Hapishanesinde tecrit hücresine aktardılar. Abdullah, buradaki ilk gününde zorla beslemeye maruz bırakıldığını hatırlattı. Protestosuna artık tecrit hücresinde devam eden Abdullah, üç buçuk ayı geçmenin verdiği bedensel yorgunluğun yanında, o dönemin psikolojik zorluk ve baskıları hakkında şunları söyledi: 

"Size Akrep Hapishanesi nasıl çalışır anlatayım. Savcılığa yakınını ziyaret etmek için başvuruda bulunuyorsun ve izin ancak sadece 15 günde bir veriliyor. 14 Mayıs'ta eşime izin vermelerindeki amaç, onun beni orucumu bozmaya ikna etmekti ancak eşim de bana destek olmak için Mart'ta açlık grevine başlamıştı. Bundan sonra ailem, 19 Mayıs'ta bir kez daha beni grevi bırakmam için ikna etmek üzere izin verildi. Ancak bu izinlerin tümünden son dakikada haberim oluyordu. Tüm mahkumlar hücrelerine döndüğü zaman, günde yarım saat dışarı çıkmama için izin veriyorlardı. Gecenin yarısında gelip hücremi arıyorlardı. Hapishanede bulunmayacak güzel yemekleri hücreme bırakıyorlardı. Ailemin beni diğer mahkumlara veya mahkemeye çıkanlara beni sorma şansları dahi yoktu. Bu sanırım en zor kısmıydı. Beni izole etmişlerdi ve psikolojik işkence uyguluyorlardı."

"YENİ BİR HAYATA DOĞDUĞUMA İNANIYORUM"

Abdullah, bu yeni hapishanede kendisi için koşulların tamamıyla değiştiği gibi yetkililerin de ona yaklaşımlarının değiştiğini ekledi. Açlık grevini sonlandırması için oraya nakledildiğini belirten Abdullah, kendisine, yetkililerin "Yeni bir sayfa açalım, sen grevini sonlandır. Ne istersen yapalım. Seni ayrı bir hücreye alıp, odana televizyon, yatak koyabiliriz. Diğer mahkumlarla birlikte bahçeye çıkarsın" tekliflerini anlattı. Tecrit içinde, verdiği "özgürlük mücadelesi" ve çektiği "özgürlük özlemine" ilişkin şu sözleri ise dikkat çekti:

"Tüm özgürlüklerimi kaybettiğimde, eğer ki bir daha hürriyetime kavuşursam, bir çok şeyi yeniden yaşayacağımın sözünü verdim. Serbest bırakıldığımda, yeniden doğduğuma inanıyorum. Şu an, hiç olmadığım kadar özgür olduğumu düşünüyorum."  

DESTEK VE BİRLİKTELİK KAMPANYALARINDAN MORAL

Abdullah'ı ikinci kez ailesi 19 Mayıs'ta ziyaret etmişti. El Cezire ve Mısır'ın önde gelen aktivistlerinin kendisi için yürüttükleri kampanyadan bahsettiklerindeyse ruh halinin değiştiğini anımsattı. Sağlığı giderek bozulan Abdullah artık vücut ağırlığının üçte ikisini kaybetmişti. Abdullah o günlere ilişkin yaşadıklarını şöyle anlattı: 

"Serbest bırakılmamdan bir hafta önce, artık vücudum devam edemeyecek hale gelmişti. Bayılmaya, bilincimi kaybetmeye başlamıştım şeker seviyem 37'e kadar düşmüştü. Bir kaç kez doktor gözetimine girmem gerekti ve hapishane doktoru, vücudumda artık daha fazla harcanacak yağ kalmadığını söyledi. Tabi o noktaya gelesiye kadar vücut ağırlığımın 40 kiloya yakınını kaybetmiştim. Ailemi göremiyordum, dış dünyada ne olup bittiğinden bihaberdim."  

ÖZGÜRLÜK İÇİN HERŞEY YAPILMALI

"Sağlığın giderek bozulduğunda, bunun intihara gittiğini, vazgeçmen gerektiğini düşündüğün oldu mu? Şu an kalıcı bir sağlık sorunun var mı?" sorusunu şu sözlerle cevapladı:  

"Açlık grevime başlamadan önce konuyu karımla tartışmıştık ve o açlık greviyle ilgili araştırma yapmıştı. Alimlerden söylenen hürriyetini kazanmak istiyor ve hakkın için mücadele ediyorsan, intihar değildir. Çünkü özgürlük her şeyin yapılmasını hak ediyor. Mücadeleni sonuna kadar sürdürmelisin. Serbest bırakılmamdan bu yana iki sağlık kontrolünden geçtim. Böbrek ve karaciğerimde bir takım sorunlar olduğu ortaya çıktı. Altı ay boyunca devam edecek tetkiklerle sonuçlar daha netleşecek. Zaman ve tedavi ile eski sağlığıma kavuşacağıma inanıyorum."

"BİZE ÇOK BAŞ AĞRISI VERDİĞİ İÇİN SERBEST BIRAKIYORUZ"

Abdullah, 309 günün ardından özgürlüğüne kavuşmuştu ancak hakkındaki suçlamalar düşürülmemişti. Savcılığın dosyasını mahkemeye sevk edip gıyabında yargılanabileceğini hatırlatan Abdullah, Mısır Ceza Kanununa göre gıyabında yargılandığında azami cezaya mahkum edildiğini ekleyerek, serbest bırakılmasının nedenleriyle ilgili şunları kaydetti: "Serbest bırakılmamda, sanırım dışarıdan gelen baskı onlara çok fazla baş ağrısı sorun çıkarmaya başlamıştı. Benim dosyamdaki savcılar avukatlarıma,'Bize çok baş ağrısı verdiği için serbest bırakıyoruz. Onunla birlikte 12 kişiyi serbest bırakıyoruz ki kazanmış gibi gözükmesin' demişler. Kendileri bile açıkça bunu söylediler. Bence baskı gerçekten işe yarıyor. Bu onların anladığı tek dil."

Abdullah eş-Şami, yaşadıklarını kitap haline getireceğini ve birinci önceliğinin halen daha Mısır'da hapiste olan meslektaşlarından başlayarak, dünyadaki tüm gazetecilerin basın özgürlüğü için çalışacağını vurguladı. 

AA