Para, para, para

Gülenci, Ulusalcı ve sevgili Saadetçi Twitter ehlinin ekseriyetinde para eksenli bir bakış açısı var. Birisi onların beğenmediği bir şey yazdığında “Kaç para aldın?” diye soruyorlar. Bana mütemadiyen soruyorlar tabii. Bilmiyorum ki kendileri her dediklerini para mukabilinde mi derler?! Demezlerse, bunu bana niye yakıştırırlar? “Biz çok faziletli insanlarız, halbuki sen hiç faziletli değilsin” mi demek isterler? Onlarla fazilet yarıştırmaya niyetim yok, çoğunun benden daha temiz Müslümanlar ve daha ahlâklı inanlar olduğuna da eminim, lakin “iktidarın paraya boğduğu bir tetikçi” ve bir HDP’linin ifadesiyle “Ankara’nın lüks otellerinin lüks lokantalarında fink atan” bir zengin bebesi falan olmadığımı kamuoyuna saygı ile duyurmak isterim.
Ben bir fikir emekçisiyim kardeşim. Fikrim beğenilir veya beğenilmez, emeğime saygı duyulur veya duyulmaz, ama öyleyim işte. Her sabah İstanbul Kayaşehir’deki evimden çıkıp Bağcılar’daki yazıhanemize geliyorum, akşama kadar ismimle veya isimsiz 8-10 tane yazı yazıp onlarca haberin redaksiyonuyla uğraşıyorum, sayfa düzenine filan da kafa yoruyorum. Yemeklerimi gazetenin mutfağında -bazen de odamda- yiyorum, lüks otellerin lokantalarında değil. Başka gazetelerde yüzlerce kişinin yaptığı işleri bizde 10-15 kişi yaptığı için ve ben de en az 10 kişinin yapacağı işi yaptığım için Kayaşehir-Bağcılar hattının dışına pek nadiren çıkabiliyorum. Seçim sürecinde Başbakan Davutoğlu’nun mitinglerini izlemeye davet edildiğim halde onlara bile gidemedim. Gazetede deli gibi çalışıyorum, bu işten başka bir iş yapmıyorum (TRT Diyanet’teki programı bıraktım) ve ismi-cismi-sermayesi belli patronlardan (Kayserili Ali Yıldız ve Trabzonlu Mehmet Akosman, AKYILDIZ Gazetecilik-Matbaacılık Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi) belli bir maaş alıyorum.
Yazarlığımın karşılığında devletten, hükümetten, bir partiden, örtülü veya örtüsüz kamu ödeneklerinden maaş aldığım vaki değildir. Star gazetesi “havuz” gazetesi ise ve o “havuz” AK Parti ile irtibatlı ise, tamam, oradaki yazarlığım müstesna. Bununla beraber, Star’ın en çok okunan yazarları arasında bulunmuş olduğumu, beleşten para almadığımı, hatta gördükleri alâka bana gösterilen alâkadan fevkalade az olan birçok yazara nazaran fevkalade düşük bir ücret aldığımı da belirteyim. Bu arada, beni Star’a Erdoğan veya Davutoğlu’nun değil Mustafa Karaalioğlu’nun aldığını, kendi inisiyatifiyle aldığını, bazı tepkileri göğüsleyerek aldığını belirtmeden de geçmeyeyim. Ondan evvel, 2006 sonlarında beni Yeni Şafak’a iktidarın benimle ilgili çekincelerine rağmen alan da Mustafa Karaalioğlu idi. İnanan inansın, inanmayan inanmasın; bir sürü komplo teorisinin odağındaki “yandaş medya” yazarlığımın temelinde Mustafa ile aramızdaki dostluk ve vefa ilişkisi var. Zaman gazetesinin ilk dönemine (1986-87) dayanan bir ilişki bu. Mustafa, gazetenin arşivinde çalışıyordu. Ben, sayfa yönetmeniydim. Mustafa’nın yazılarını da koyardım sayfaya. Bir gün sayfayı tamamen devrettim Mustafa’ya. Yeni Şafak’taki ilk dönemimizde de (1994) Mustafa’yı gazeteye ben davet etmiştim. O zamanlar Tüketici Kılavuzu diye bir dergi çıkarıyordu. Geldi, gazetenin gazete olmasını sağlayan adamların başını çekti. Meslekte yükseldi, yükseldi, yükseldi, ama Zaman gazetesinin fakir arşivinde kurulan o bağı hiç kesmedi, ne zaman işsiz-aşsız kaldıysam allem edip kallem edip bir yolunu buldu ve beni yanına aldı. Tekrar ediyorum: İktidar istediği için değil, belki iktidar sıcak da bakmadığı halde. Belki patronlara rağmen.
Mesleğe 26 Aralık 1986 yılında başladım. Zaman gazetesinde, Almanca-Türkçe mütercimi olarak beni Nabi Avcı işe aldı. İki-üç ay içinde sayfa yönetmenliğine terfi ettim ve hatta kendi sayfalarımı kendim çizmeye başladım (sayfa sekreterliği görevini de üstelendim). Mart 1987’de Werner Hugo mahlasıyla köşe yazarlığına başladım. Ahmed Kafkas, Ziya Güler gibi imzalarla da sayısız yazı yazdım. Gülencilerin darbesi üzerine 1987’nin Eylül veya Ekim ayında Nabi Avcı ile beraber Zaman’dan ayrıldım. 1988-89’da Ömer Lütfi Mete ile Belde gazetesinde çalıştım. 1989’da Nihat Genç’le beraber Çete dergisini çıkardık. Kısa bir süre Yörünge dergisinde yazdım. Vehbi Sargın’ın (Allah rahmet eylesin) tatlı ısrarı üzerine Meydan gazetesinde de mütercimlik yaptım. 1994’te Yeni Şafak’ta işe başladım. Orada yazarlık, editörlük, yazıişleri müdürlüğü yaptım. 1998’de Yeni Şafak’tan istifa ettim ve orada aldığım maaşın yarısından daha azıyla Milli Gazete’de yazmaya başladım. Bir dönem, günde dört-beş parça yazı yazdım Milli Gazete’de. Sonra tekrar Yeni Şafak ve ardından birkaç aylığına Anadolu Ajansı. Bir efsaneye bu vesile ile son vermek isterim: Anadolu Ajansı’nda komprador burjuvaziye filan terfi etmedim, bazılarının iddia ettiği gibi. Oraya alınmam bir ‘proje’ filan da değildi. Yeni Şafak’tan istifa edince işsiz kaldım, birikmiş param da yoktu, ne yapayım ne edeyim diye düşünürken akılma eski dostum Kemal Öztürk geldi, onu arayıp “Almanca mütercimine ihtiyacınız var mı? Acilen bir işe girmem lazım” dedim, o da gülüp “Almancana değil ama Balkanlar’daki yeni yapılanmamız için danışmanlığına ihtiyacımız olabilir” dedi ve beni –Yeni Şafak’ta aldığımdam daha düşük bir maaşla- Anadolu Ajansı’nda istihdam etti. Oradaki yeni yapılanmalar tamamlanınca ve kimse bana bir şey danışmaz olunca “Buradaki işim artık sahici değil” deyip istifa ettim ve “Beni işe alsana” diye Mustafa Karaalioğlu’nu taciz etmeye başladım…
Ha, Gerçek Hayat’ı unutmuşum. Birkaç da televizyon tecrübesi olmuştu. Gerçek Hayat ve televizyon deyince; fikir emekçiliğimin maddi açıdan en müreffeh zamanı, AK Parti’ye gayet mesafeli durduğum bir döneme denk geliyor. Sene 2005. Aynı anda hem Milli Gazete’de hem Gerçek Hayat’ta hem de Hilal TV’de çalışıyordum…
Gerçek Hayat’la ilgili bir not daha: Derginin sahibi Levent Gültekin’di. Bugün Levent Gültekin’le ayrı dünyaların insanı gibiyiz, ama hapse düştüğümde ve dergiye tek satır yazamaz olduğumda sanki işimin başındaymışım gibi aileme her ay düzenli olarak maaşımı gönderdiğini unutmam. Allah razı olsun.
2002’de merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile konuşup anlaşarak birkaç ay boyunca Alperen dergisinin yayın yönetmenliğini de yaptım, bu da geçsin kayıtlara.
Ve elbette Sancaktar… Apayrı, upuzun bir hikâye. Hülasası: Eyüp Gökhan Özekin’in ümmete infakıdır.
47 yaşındayım. 1983’te çıkardığım Halka Işık dergisini de sayarsak 32 senedir, takvimi Zaman’dan başlatırsak 28-29 senedir meslekteyim. Çok çalıştım, iyi veya kötü çok ürettim, çok para kazandım, çok para harcadım; kazandığımın ve harcadığımın başında ve sonunda Rahman ve Kerîm Allah’ın inayetiyle emeğim var.
İşsiz kalmışızdır, dostlardan para yardımı almışızdır, onlar ayrı.
Rahmetli babamdan bir daire kalmıştı. Gezi Olayları sırasında komşularımdan soğuduğum için onu verip aynı semtten başka bir daire aldım (Bir arkadaşımla dairelerimizi takas ettik). Eski dairem bazı saçma sapan mevzular yüzünden hâlâ üzerimde gözüküyor, ama bugün-yarın resmî devir tamamlanacak inşaallah.
Annem toprakla meşgul olmak istiyordu, iki arkadaşımdan 55 bin lira borç alıp Ankara ile Polatlı arasında bir yerde yarım dönümlük bir bahçe satın almıştım, üstüne de bir konteyner kondurmuştum; borcumun çoğunu ödedim, 7 bin lira kaldı.
Altımda 1.200 motorluk küçük bir araba var. Mülkiyeti Eyüp Gökhan Özekin’e ait. Gökhan işadamı, yapımcı, zengin adam. Fakat son zamanlarda zenginliği eyep irtifa kaybetti. Uşak Milletvekili adayı idi, malum. Seçilemedi. Seçimdem sonra telefon açtığında “Gökhan” dedim, “TRT’deki diziye harcadığın parayı geri alamadın, seçime de o kadar para harcadın, herhalde benim altımdaki arabaya kadar düşmüşsündür. Ne zaman getireyim?” diye sordum, “Ben de zaten onun için aramıştım” dedi. Gülüştük.
Bir şey daha: SSK’ya 1987 girişli olduğum halde hâlâ iş günümü tamamlamış değilim, sigortasız geçen yıllarımın haddi hesabı yok ve bugüne kadar çalışıp da ayrıldığım hiçbir iş yerinden tek kuruş tazminat almadım.
Babacığım MSP’liydi. İlk çıktığı günlerden itibaren evimize (hem de Almanya’daki evimize) Milli Gazete gelirdi. Hanau Türk-İslam Cemiyeti’nde “Milli Görüşçü” bir ortamda yetiştim. 1980’de Develi İmam-Hatip Lisesi’nde yatılı olarak okumak üzere Türkiye’ye geldim. Kaynar kasabasında beni halamın oğlu Fethi Güngör (Diriliş Postası yazarı var ya, işte o) ağabeyim karşıladı. “Biz Akıncılarız” dedi. “Tamam abi” dedim. Büyüyünce Refah Partisi’nin kayıtlı üyesi oldum. Refah Partisi kapatıldığında onun yerine kurulan Fazilet Partisi’ni beğenmedim ve Milli Gazete’de bile eleştirdim. Sonra o da kapatıldı ve Saadet Partisi kuruldu. Adalet ve Kalkınma Partisi de kuruldu. Ben önce Saadet Partisi’ni tercih ettim ama Saadet Partisi benim ölçülerime göre ‘ulusalcılaştıkça’ ve AK Parti benim ölçülerime göre ‘İslamcılaştıkça’ SP’den uzaklaşıp AK Parti’ye yaklaştım. 27 Nisan zımbırtısı üzerine “Bunlar adamı zorla AK Partili yapar” diye bir yazı yazmıştım ve “bunlar” beni gerçekten zorla AK Partili yaptı. İyi ki de yaptı. Yapmasaydı belki ben de “One minute” destanını bile homurdanarak karşılamak suretiyle şükürsüzlük edecektim, müzmin bir iktidar muhalifi olarak. 17 Aralık darbesi üzerine AK Parti’ye resmen üye de yazıldım. Halen AK Parti’liyim, AK Parti’ciyim ve fakat partinin beğenmediğim hareketlerini de gönül rahatlığıyla eleştiriyorum. Diriliş Postası’nın patronları beni rahat bırakıyor. Hür ve mesudum.
Diyeceğim o ki, beğendiğime hakikaten beğendiğim için beğendim derim, beğenmediğime de hakikaten beğenmediğim için beğenmedim derim ve maaşımı her halukârda alırım. ‘Her halukârda’ alamayacağım maaşı elimin tersiyle iterim. İtmişliğim çoktur ve icabında gene yaparım.
Keşke elimden başka bir iş gelseydi, geçimimi başka bir yolla karşılayıp yazılarımı dünyevi bir bedel karşılığı olmaksızın yazabilseydim. Ama “Pazarda limon sat” deseniz, herhalde onu da yapamam. Hapishaneden çıktığımda İstanbul’da balık ekmek tezgâhı açmak için epey uğraşmıştım, ama o da olmadı. Olsaydı da beceremezdim herhalde.
“Yedin yedin, doymadın mı?” diye soranlara, yediğim ekmeğin çalışarak kazandığım ekmek olduğunu bir kere daha beyan eder, içlerindeki Mü’min Müslümanlara zan, yalan ve iftiradan uzak durmalarını salık veririm.
Günahtır.

Önemli Not: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünürü olan Albayrak’larla ve Yeni Şafak’ın sahipleri olan Albayrak’larla akrabalık bağım yok.

 

Bu yazı toplam 1421 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar