Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Ortadoğu"da "stratejik derin değişimler"e doğru mu?

Önce, Dışişleri Bakanı Ahmed Davudoğlu üzerine birkaç cümle..

Ben, bu iyi yetişmiş "müslüman stratejist"in, Dışişleri Bakanı olması ihtimali gündeme geldiğinde, "Keşke, başdanışman olarak kalsa.. Çünkü, icraî sorumluluk almaksızın, çeşitli alternatifleri daha rahat üretip ortaya koyabilir.. Ama, icraî sorumluluk alırsa, o zaman, bu kadar rahat olamaz.." diyordum..

Ama, onun, Dışişleri Bakanlığı"na getirilmesinden sonra, kısa süre içinde, kendisinin uluslarararası diplomaside vazife ve sorumluluğu dolayısiyle daha etkin bir duruma geldiği ve seçkin bir isme dönüştüğü ve Tayyîb Erdoğan"ın yapmış olduğu bu değerlendirme ve vazifelendirmenin ne kadar isabetli olduğu görülüyor..

Onun, sadece müslüman kitlelerce değil, onun dünya görüş ve ölçülerine aykırı olması mümkün olan nice tiplerin bile kabul etmesi ise, ayrı bir güzellik..

Nitekim, 15 Ekim 09  akşamı, MAB"ın sunduğu "32. Gün" isimli proğramda, Türkiye"nin son 30 yılında Dışişleri Bakanı olarak vazife yapmış isimlerden İlter Türkmen, Mesud Yılmaz, Hikmet Çetin, Mümtaz Soysal, Şükrü Sinâ Gürel ve Yaşar Yakış gibi isimler, Türkiye"nin dışsiyaseti üzerinde uzuuun-uzuuun görüşürken, (Yaşar Yakış dışındaki isimler) ağır eleştiriler yapmalarına ve Türkiye"nin 100 yıla yaklaşan dışsiyasetinin genel çerçevesinin değiştirilmesi tehlikesini vurgulamalarına rağmen, bir noktada birleşiyorlardı.. Sadece AK Parti"li Yaşar Yakış "bugünlerde yaşananların temel politikalarda bir kayma anlamına gelmediğini, sadece bir ince ayar yapıldığını" söylüyor, diğer katılımcılar ise, "bunun bir ince değil, çok kalın bir ayar olduğunu" belirtiyorlar ve "Türkiye"nin dışsiyasetinin, iktidara kim ve nasıl gelirse gelmiş olursa olsun, değiştirilemiyeceği" iddiası idi ve şimdi bu yerleşik çizginin dışına çıkılacağından korkuyorlar, dehşete düşüyorlardı..

Hele de, siyonist İsrail rejimiyle ilişkilerin soğuması onları daha bir ürpertiyor diye, "...Türkiye"nin en güçlü yanı, dış politikasındaki tutarlık ve devamlılıktır. İsrail ile ilişkilerimiz son derece önemlidir. Bu ilişkilerin sağlıklı şekilde sürdürülmesi, uzun vadede Türkiye"nin çıkarıdır... Şu anda yapılmakta olan, iç politikaya göz kırpan ve Türkiyenin çıkarlarına ters düşen bir yaklaşımdır... Dış politikalar, halkın istediği yönde uygulanır diye bir kural yoktur..." laflarıyla yüreklerinin bu gelişmelere elvermediğini hissettiriyorlardı..

(Nitekim, Birand, 17 Ekim tarihli yazısında bu durumu anlatırken, "Beni en çok etkileyen bölümü, 6 bakanın ağız birliği etmişcesine Erdoğan"ın İsrail"e yönelik politikalarının sakıncalı olduğunu, Türkiye"nin uzun vadeli çıkarlarının, İsrail ile ilişkilerinin bozulmamasını gerektirdiğini söylemeleriydi." diyordu.

Siyonist İsrail rejimine ters mesajlar verilmesini yüreği kaldırmayan "laik" kalemler, "gömlek çıktı, kafa aynı kalmış.." gibi saldırgan uslûblarla Başbakan"a saldırılarda bulunulduğu bir zaman diliminde, eski "dışişleri bakanları"ndan oluşan bu ekibin, Ahmed Davudoğlu"nun başarısına not vermek sözkonusu olunca, herbirisinin, 10 üzerinden, 7,5- 8,5 arasında bir not vermeleri ilginçti..

Davudoğlu"nun ortaya koyduğu bu başarılı çizginin, ona en uzak kimseler üzerinde bile bir imrenme duygusu uyandırmış olması elbette güzeldir ve Davudoğlu"nun, Onun "müslüman" kimliği içinde ortaya çıkan bu seçkinliği dolayısiyle, sanırım, çoğu müslümanlar da memnundur.. Ve ülkemize musallat olan "kemalist laik+ türkçü" rejimin engellemeleri olmasa, halkımızın içinden daha nice Davudoğlu örneklerinin çıkacağını ayrıca belirtmeye bile gerek yok..

Tayyîb Erdoğan siyonistlere fedâ ve kurban

edilecek mi?

Evet, sahi, emperyalist güç odaklarının ülkemizin kaderinde etkili olmamasını daima bir temenni halinde dile getiren müslüman halkımız, bugünlerde siyonist İsrail rejime karşı çok ciddî tavırlar geliştiren ve bunun için de o emperyalist odaklar gözünde sevimsizleşen   Tayyîb Bey"i yedirtecek mi?

Esasen, Tayyib Bey"in defterinin dürülmesi hesabı, uluslararası baskı odakmlarınca esasen, onun, siyonist İsrail rejiminin C. başkanı Shimon Peres"e, Davos"ta, uluslararası bir toplantıda ve dünyanın gözü önünde, "One Minute" diye başlayan ünlü çıkışıyla en yüksek seviyede düşünülmeye başlanmıştı..

Ama, bu "defter dürme" hesabının siyonist İsrail rejimi eliyle olması istenmiyordu.. Çünkü, siyonist İsrail rejimi, TC. kamuoyunda, ülkenin iç mes"elelerinde etkili bir güç gibi gözükmenin kendisinin geleceği için hayırlı olmayacağını bilecek kadar dikkatliydi ve

"28 Şubat 1997 askerî müdahalesi"nin ünlü generallerinin kendisine o kadar bağlı ve sâdıqâne hizmetler sunmuş olmasının faydasından çok, psikolojik baskısı altında kalmıştı..

Tayyîb Erdoğan"ın siyonist İsrail rejimine çıkışlarının içerde, halkın büyük kesimince desteklenmesi de, 1996 Şubatı"nda  o dönemin Gen. Kur 2. Başkanı Org. Çevik Bir"in  siyonist İsrail rejimiyle yaptığı ve "askerî bir protokol, bir özel ihtisas protokolü.. Bir anlaşma ve andlaşma olmadığından, Meclis"in onayından geçmesine gerek yok.." diye, Meclis kontrolünden de kaçırarak, ülkeye yüklenen korkunç ve aşağılatıcı emr-i vâkı"lere duyulan tepkiden de besleniyordu..

*

Ve hem içsiyasette ve hem de diplomaside çok önemli olan "zamanlama" hesabını yapmayı öğrendiği görülen Erdoğan"ın, geçen sene Gazze"ye gönderdiği milletvekillerinin saatlerce kapıda entipüften bahanelerle nasıl belletildiğini unutmadığı biliniyordu..

Buna, ayrıca Gazze"ye gitmek isteyen Ahmed Davudoğlu"na da izin verilmemesi, işin tuzun -biberi olmuştu..

Böylesine aşağılatıcı tavırlara karşı, Erdoğan"ın çok ağır bir karşılık vermesi gerekiyor ve de bekleniyordu.. Nitekim,"Anadolu Kartalı" ismiyle yapılacak olan uluslararası bir hava tatbikatının uluslararası bölümünün kaldırıldığı,  Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde, "Tatbikatlar ve Gösteriler' bölümünde, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıllık planlı tatbikatlarından olan Anadolu Kartalı (AE-09/3) Tatbikatı 10-23 Ekim 2009 tarihleri arasında, Dışişleri Bakanlığı"nın Marifetiyle, ilgili ülkeler arasında yürütülen temaslar neticesinde, uluslararası katılım ertelenmiş olarak Konya'da icra edilecektir."  cümleleriyle açıklandığı zaman, bu kararın kim tarafından verildiği geldi önce, akıllara.. Bu açıklamadaki "Dışişleri Bakanlığı'nın marifetiyle" ifadesinin, Taraf"ın bazı kalemlerince, "TSK adeta Dışişleri'ni, dolayısıyla hükümeti, İsrail ve ABD'ye şikâyet ediyor. Ben bu işin içinde yokum, bu kararlar tamamen Dışişleri Bakanlığı'nın tercihi ve temasları sonucunda alınmıştır deniyor." şeklinde yorumlanması da ilginç bir yaklaşım oluşturuyordu..

Ve amma, konunun sorumluluğunu yüklenmek açısından Başbakan Erdoğan başka söze gerek bırakmıyacak derecede sarih idi ve şöyle diyordu: "Ben halkımın taleplerini bir kenara koyamam. Halkımın talebi bu istikamettedir." 

Ortadoğu"da etkin bir rol üstlenmeye soyunan bir ülke, işgalci, gaasıb, kaniçici, barbar bir rejimle sıkı-fıkı olamaz..

Esasen, Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar"da, Birinci Dünya Savaşı"ndan bu yana ilk kez, bu derecede etkili bir güç olarak ve de inandırıcı barışçı söylem ve eylemlerle kendisini hissettiren bir Türkiye"nin, bölgede çıbanbaşı durumunda işgalci ve gaasıb bir siyonist İsrail rejimiyle dayanışma içinde olduğunu gösterecek bir tatbikatı yapması, tutarsızlık ve çelişki olacaktı..

Ve Başbakan Erdoğan bu şartlarda, doğru olanı, doğru bir zamanda ve doğru bir söylem ve eylem tarzıyla ortaya koymuş ve "halkımın sesine kulak verdim ve duygularına tercüman oldum.." diyerek, bu askerî tatbikatın uluslararası bölümünü lağvetmiştir..

Bu çok basit bir karar değildir..

Tayyîb Erdoğan"ı TC siyasetinden silme hesab ve hayaline yatan malûm iç ve dış güç odaklarının tertibleri boşa çıkmış ve sofranın üzerine devrilmesi için, uluslararası tertiblerin hazırlandığını hissettiren Erdoğan, inisiyatifi ve hamle üstünlüğünü yitirmeden, sofrayı o güç odaklarının üzerine devirerek, daha bir güçlü duruma gelmiştir..  

Bu gücün kırılması, içerde ve dışarda, yüzyılı aşkın zamandır, müslüman coğrafyaların emperyalist dünya için  bir başağrısı ve problem oluşturamaması için her türlü entrika ve hilelere başvurulacağı açıktı..

Nitekim, "ulusalcılar" denilen geniş yelpazeli cebhenin Ergenekon, Ayışığı, Sarıkız gibi askeri darbe planlarının, bir takım malûm medya odaklarınca ve büyük sermaye gruplarınca ve onların uluslararası uzantılarınca nasıl bertaraf edilmeye çalışıldığı biliniyor..

Ki, Taha Kıvanç, 17 Ekim tarihli Yeni Şafak"ta, nice zamandır Newsweek dergisi etrafında çöreklenmiş "WINEP (açılımı: 'Washington Institute for Near East Policy'; kısaca 'Washington Institute') adlı bir düşünce üretim merkezinde, Türkiye'de bir 'darbe' ihtimalini gündemde tutan yazılarla, bazan kimsenin aklından geçmeyen ilintiler kurarak 'darbeye gerekçe'  uydurulduğuna değiniyor ve 'birileri'nin de, Tayyip Bey'in de işi çok zor.." diyordu.. Haksız da değildi..

Ama, Tayyîb Bey de esasen, "siyaset, aynı zamanda risk alma işidir, riski göze alamıyanlar ciddî ve büyük işleri yapmayı göze alamazlar.."  demiyor muydu?

Ama, Tayyîb Bey bu riski göze aldığında, onu seçenler, onun karşılaşacağı risklerde onu yalnız bırakacaklar mıdır?

Bunu zaman gösterecek.. Ve bu hususta, sadece halk kitleleri değil, Tayyîb Erdoğan da, sözlemlerinin ve eylemlerinin sorumluluğunu kaldırmaya ne kadar hazır olduklarını göstermek imtihanı ile karşı karşıya kalabilirler..

*

Derken" Devreye bir de TRT"de yayınlanan

bir dizi giriyordu..

"Anadolu Kartalı" tatbikatı"nın uluslararası bölümünün ertelenmesinin yankıları sürerken, diplomasi sahasında böylesine bir gerilimli gelişmeler olurken, TRT-I"de 13 ekimi akşamı yayınlanan "Ayrılık" isimli -ve siyonist İsrail rejiminin, Filistin"de, savunmasız bir şehir olan Gazze"ye dünyada emsali az görülecek bir barbarlıkla giriştiği saldırganlığı da konu edinen- bir tv. dizisine 16 Ekim 2009 günü, bizzat siyonist İsrail rejimi Başbakan Yard. ve Dışişleri Bak. Avigdor Lieberman"ın talimatıyla hazırlandığı açıklanan sert bir notayla itiraz geliyordu..

Notada, "Ayrılık" dizisi için "bâriz kışkırtma"  ifadesi kullanılarak, "bu dizinin Türkiye"de yaşayan Yahudilerle Türkiye"yi ziyaret edecek öteki yahudi turistlerin hayatlarını tehlikeye atabileceği" mesajı veriliyordu...

 "Ayrılık" dizisinin İsrail askerlerini "çocukları öldürmekten zevk alan üstün ırkın mensubları" ve "son derece karanlık etnik klişeler kullanarak bölgeyi kontrol etmeye çalışan yahudi ajanları" olarak gösterdiğinin ifade edildiği notada, "Bu tip kışkırtmalar Türkiye"deki yahudilere ve ülkeye turist olarak gelecek İsraillilere yönelik fizikî saldırılara neden olabilir. Ayrıca, bu çirkin klişelerin bir televizyon dizisinde kullanılması, büyükler kadar çocuklarca da seyredilmesi, bölgede ve tüm dünyada ülkeler ve dinlerarası barışı arayan herkesi endişelendirmelidir."  denildikten sonra, "Dizide soğuk kanlı kaatiller olarak gösterilen İsrail askerleri, 1999"daki yıkıcı depremin ardından en zor anlarında Türk sivillerin yardımına koşanlarla aynı askerlerdir..."  sözleriyle, iğrenç bir başa kakma sahnesi sergileniyordu..

Fragmanlarında, Başbakan Erdoğan"ın, siyonist İsrail rejimi C. Başkanı Şimon Peres"e söylediği "One minute"  ifadesinin kullanıldığı dizideki sahnelerden birinde, İsrail askeri, Filistinli babanın başının üzerine kaldırdığı bebeği vuruyordu.

Yedioth Ahranoth gazetesinin haber sitesi Ynet, dizinin İsrail"de "travma"ya neden olduğunu duyuruyordu.. Ynet, dizide İsrail ordusu askerlerinin, "Çocukların üzerine bilinçli olarak ateş eden, Gazzelileri idam mangalarının önüne diken, sivillere ateş eden kana susamış askerler" olarak gösterildiğini yazıyor ve bunu takiben, siyonist İsrail rejiminin öteki medya organlarından, bu dizinin "En üst dereceden provokasyon malzemesi içerdiğini ve gerçeklere aykırı olduğunu" ileri süren ve "yahudi düşmanlığı tesis etmeye yönelik ve İsrail askerlerinin, "Günahsız sivilleri öldüren kana susamış askerler" olarak gösterildiğinin ve provokasyon" olarak niteleyen yayınlar yapılıyordu..

Filistin"i silah zoruyla, zorbalıkla işgal ve gasbı altında tutarak, rejimlerinin, "İsrail devleti" olarak bile değil, mutlaka "yahudi devleti olarak tanınmasını" açıkça isteyen Başbakan Bünyamin Netanyahu "kışkırtma" olarak nitelediği bu dizinin yayınlanmasından dolayı, hayal kırıklığı yaşadığını ifade ediyordu..

15-20 yıl öncelerde Ukrayna"dan işgal altındaki Filistin"e göç eden ve en fanatik siyonist fikirleriyle sivrilerek koalisyona ortak olan İsrail rejimi Dışişleri Bak. Avigdor Lieberman da, "Bu, ciddî bir provokasyondur ve ayrıca devlet desteğiyle yapılmıştır. Gerçekle ilişkisi olmayan ve İsrailli askerleri, barbar katiller olarak gösteren bir dizinin düşman devletlerce bile yayınlanması yakışmaz. İsrail ile diplomatik ilişkileri olan Türkiye"de yayınlanması ise çok manidar ve üzücü" açıklamasını yapıyordu..

Sanki, Filistin"de 60 yıldır sergilenen siyonist yahudi barbarlığı başka bir şey imiş gibi..

*

"Atatürk şimdi mezarında ters

dönüyordur.."!!

Evet, hem siyonist İsrail rejiminin liderleri ve hem de önde gelen yayın organları, TC hükûmetini diplomatik ve de "anti-semitizm yaptıkları" gibi bir ideolojik baskı altına almaya çalışıyorlar ve ayrıca, M. Kemal"e sığınıp, TSK"nın bu gelişmelere seyirci kalmıyacağını umuyorlar ve  bu arada, siyonist rejimin önde gelen yayın organlarında Türkiye"yle ilgili ilginç yorumlar yapılıyor ve TSK, "M. Kemal mezarında ters yatıyordur.." denilerek tahrik edilmeye çalışılıyordu

Haaretz gazetesinde 15  Ekim 09 günü, "Atatürk şimdi mezarında ters dönüyordur.." başlıklı başyazısında, "Türkiye'nin tavrı, kendi çıkarlarını ve güvenliğini bizimkinden daha fazla tehdid ediyor. Türkiye şerr eksenine daha fazla yaklaşıyor. Atatürk şimdi mezarında ters dönüyordur.." diye yazıyordu..

Yoel Marcus imzalı başyazıda şu ifadeler kullanılıyordu: "Türkiye'nin tatbikatı ibtal etmesi bizden çok onların stratejik çıkarlarına zarar verdi. Erdoğan ülkesinin güvenlik çıkarlarına bizimkinden daha çok zarar veriyor. Bu durum Türkiye'yi AB'den çok, şerr eksenine yaklaştırıyor. Atatürk bu durumu görse mezarında ters dönerdi. Bu durum muhtemelen İsrail'le ilişkilere yeteri kadar önem vermeyen Obama'nın iktidara gelmesinin bir sonucu.."

Evet, özellikle bu cümle de daha bir ilgi çekici..  "İsrail'le ilişkilere çok önem vermeyen Obama'nın iktidara gelmesinin bir sonucu" idi..

"Türk Ordusu İslamlaşıyor" iddiası..

Türkiye ile siyonist İsrail rejimi arasındaki kriz sürerken, Yedioth Ahranoth gazetesinin haberine göre, İsrail rejiminin İstanbul eski başkonsolosu Moti Amihai 15 Ekim 09 günü, şu açıklamayı yapıyordu: "Şimdiye kadar dengeleyici bir kurum olan Türk Ordusu'nda üst yönetimi giderek artan bir biçimde dindar Müslümanlarla dolduruluyor. Büyüyen İslamlaşma eğilimi ve Suriye ile derinleşen bağlar Erdoğan Hükümeti"nin İsrail, Filistinli ve Suriyeliler arasında arabuluculuk yapamayacağı hissiyatını doğuruyor."

Telegraph'a konuşan İbrani Üni. uzmanı Lapidot Firilla ise, "Türkiye yeni Osmanlı politikası gereği İsrail'le ilişkiler pahasına da olsa Müslüman devletler ve petrol zengini Orta Asya'ya yaklaşıyor" diyordu.

Gerçeğin bir diğer tarafı ise, şu idi ki, Türkiye"nin kendi bölgesinde geliştirmeye çalıştığı yeni stratejik denklem içinde, "siyonist  İsrail gibi bir saldırgan ve barbar rejimle sıkı ve stratejik bir işbirliği halinde görünmekten" kurtulmaya çalışıyordu...

*

Ancaaak.. Bu konuda, Başbakan Yard. Bülend Arınç, 16 Ekim 09 günü, bu konuyla ilgili olarak Manisa'da gazetecilere yaptığı açıklamada âdetâ yelkenleri indirmeye hazır bir durumda, 'Biz ilişkileri de bozmak niyetinde değiliz. Zaman zaman yönetimlerden kaynaklanan çekişmeler olsa bile şu anda İsrail ile geçmişten bu yana ilişkilerini iyi noktaya götürmeye çalışan, buna ihtiyacımız olduğunu bilen bir hükümetiz.." diyordu..

Dizide 'yahudi düşmanlığı' olmadığını da dile getiren Arınç, şöyle devam ediyordu:

'Anti-semitizm, bizim de reddettiğimiz bir insanlık suçu olarak anlaşılması gereken bir davranıştır. İkincisi Türkiye ile İsrail hükümetleri arasında geçmişten bu yana iyi ilişkiler vardır. Bu ilişkileri de bozmak niyetinde değiliz. İsrail ile geçmişten bu yana ilişkilerini iyi noktaya götürmeye çalışan, buna ihtiyacımız olduğunu bilen bir hükümetiz. Bu ilişkileri bozmaya da niyetimiz yok.'

Davudoğlu"nun bu gelişmeler karşısında daha net ve kararlı ifadeler kullandığı bir sırada, Arınç"ın bu sözlerini gerilimi yatıştırmak için bir taktik olarak değerlendirmek gerekirse, fazla mülayim ve  üyesi bulunduğu Hükûmet"i tereddüdler içinde göstermez mi diye sormaktan da insan kendisini alamıyor..

*

"Kemalist laik" TC medyası, "aştan

daha sıcak kâse" konumunda..

Bu gelişmeler olurken, özellikle Doğan Medya Grubu"nun yayınları ve hele de "amiral gemisi"  konumundaki Hürriyet"te, siyonist İsrail rejiminin yayın organlarından geride olmayan bir tavır içinde olduğunu da bu vesileyle kısaca belirtelim..

Alınız size, Y. Bayer"in köşesinde, 17 Ekim 09 günü yerverdiği "Stratejik sığlık"  bir yazı..

Bu yazıda, Davudoğlu"nun "Stratejik Derinlik"  isimli kitabına dolaylı bir nazîrede bulunularak özetle şöyle deniliyor: "Son iki yüzyıldır Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti"nin (") hedefi, Batılılaşmak olmuştur ve epey yol alınmıştır.

Ancak şimdilerde ters yönde bir hareket var ve bu bir "stratejik derinlik" (derinlik karşıtı) sanılıyor. Suriye ile vizeleri kaldıran bir Türkiye, AB"ye üye olabilir mi? 

Irak"tan da stratejik ortak (!) diye söz ediliyor ki buna muhtemelen yakında İran da katılacaktır. (") Ziya Paşa"nın neredeyse 150 yıl önce söylediklerini hatırlayalım: "Diyar-ı Garb"ı gezdim mâmûreler gördüm; Diyar-ı Şark"ı gezdim harâbeler gördüm."  Bugün hâlâ değişen bir şey var mı?

Endonezya"dan Afganistan"a, Pakistan"a ve Irak"a kadar ne görüyoruz: İntihar saldırıları, kan, yıkıntılar, ümitsizlik, ağlayan insanlar, töre cinayetleri, vb... Aynı kültürel altyapı ve bunun değişmeyen sonuçları... (")"

Evet, bu satırları yazan-yayınlayan anlayış, taa baştan, teslim bayrağını çekmeye hazır bir ruh hali yansıtıyor ve müslüman coğrafyalarındaki perişanlığı, yıkımları uyduruk bahanelerle yapan emperyalist dünyayı görmüyor da, oralardaki harâbeleri göstererek hepimizi yııldırmaya çalışıyor..

Bu yazıyı, tamamlayan bir diğer yazı ise.. İsmi, (e-mail) adresindeki şekliyle "yozdil" olan kişinin kaleminden.. O da, 17 Ekim 09 günlü yazısında, "İsrail"le en son papaz olduğumuzda, barışmak için Suriye sınırını komple veriyorduk...

Bu sefer de korkum o ki, dikleniyoruz ayaklarıyla, GAP"ı filan vereceğiz herhalde İsrail"e.."

Suriye"yle vizenin kaldırılması gibi olağanüstü bir güzel bir kararı bile, "Suriye sınırını Suriye"ye kaptırmak" şeklinde değerlendiren böylesine çarpık bir zihniyetin sözlerini, üzerinde durmaya gerek gördüğümüzden değil, yüzbinlerce insana nelerin, nasıl anlatıldığını gösteren bir örnek olması açısından aktarmakla yetiniyorum..

*

Aynı gazetenin O. Ekşi isimli "başyazar"ı ise, 17 Ekim tarihli ve "İsrail"le bozuşalım da..." başlıklı yazısında özetle şunları söylüyordu:

"" eğer İsrail, Türkiye ile ilişkisinin bozulmasını istemezse, meşhur Davos skandalında olduğu gibi, cumhurbaşkanına alenen hakaret edilmesine bile göz yumar. Buna ne kadar katlanır, ayrı konu.

Ama eğer Türkiye bir bahane bulup İsrail"le ilişkisini bozmak niyetindeyse, eninde sonunda onu yapar.

İsrail"in, son "Anadolu Kartalı" isimli hava manevralarından Türkiye tarafından dışlanması iki ülke arasındaki ilişkinin ciddî bir krize girmek üzere olduğunu göstermeye yetmişti.

Türkiye"de devletin yarı resmi organı sayılan TRT"de yayınlanan "Ayrılık" isimli bir TV dizisinde İsrail askerinin Filistinli çocuğa ateş eder şekilde gösterilmesi, belli ki bir süredir alttan alan İsrail yetkililerinin nihayet patlamasına sebep olmuş. (")

İsrail"in işine öylesi geldiği zaman alttan alma huyunu bir kenara bırakın, kendisine dönük eleştirilere en az tahammül eden ülkelerden biri olduğu bilinir. Bunda İkinci Dünya Savaşı"nda Yahudilerin uğradığı büyük mağduriyetin üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen İsrail"in hâlâ "dokunulamaz, eleştirilemez" görülmesinin payı vardır. O gerçeğin üzerine İsrail"in de, kendisini insanlığın gözünde antipatik yapacak hiçbir şeyi eksik etmediği gerçeğini koyduğu unutulmamalıdır. Nitekim İsrail"e giden bir yabancı en belirgin olarak orada, "üstün ırk" olduğuna inanmış bir toplum görür.   

İşte bu tablo ve son atışmalar taptaze ortada iken Türkiye Dışişleri  Bakanı Ahmet Davutoğlu, on bir ay önceki "Gazze" saldırısı nedeniyle İsrail"i eleştirmekle kalmadı, son Anadolu Kartalı krizi nedeniyle de "İsrail"in akl-ı selimle (sağduyu ile) hareket etmesini" salık verdi. O da yetmedi, İsrail"in Kudüs"teki Mescid-ul Aksa"ya yasaklar koyduğu gerekçesiyle "yöredeki kutsal değerlere saygı göstermesini" istedi.

Gördüğünüz gibi ilişkiler bir "kötüleşme sarmalına" girmiş gibi...

Sözün burasında belirtelim ki uluslararası ilişkilerin bozulması da, düzelmesi de -istisnalar bir yana- hesabı kitabı önceden yapılmış olaylardır. O nedenle özellikle Türkiye"nin isteğiyle hızlanan bu son durumun neler doğuracağını bekleyip görmek gerekir.

Biz bu son gelişmenin, Türkiye"yi Ortadoğu"nun lideri ülke yapmak gibi bir tutkusu olduğu anlaşılan, o nedenle de özellik İslam ülkelerinin desteğini kazanmaya ihtiyaç duyması gereken Başbakan Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu"nun müşterek imzasını taşıdığını düşünüyoruz.

Bu, daha önce Mısır"ın Cemal Abdülnasır"ında, İran"ın Şah Rıza Pehlevi"sinde, Türkiye"nin Adnan Menderes"inde, Irak"ın Saddam Hüseyin"inde de rastlanan bir tutkudur. Ancak başarılı olanı halen yoktur."

*

O. Ekşi"nin yazısının sonunda verilen isimlerin dünyaya bakışları açısından aralarında bağ yoksa da, "başyazar" yazdığına gore, vardır bir "hikmet"i.. Ancak, asıl görülmesi gereken, bu zihniyetin, emperyalizmin dayattığı çözümlerin dışına çıkılmaması mesajını vermeye çalıştığı hususudur.. Bu zihniyetin "ata"sı da  bu teslimiyetçi çizginin takibçisi idi..

Bunların derdi, Türkiye -mürkiye değil.. Tek korkuları, "Ya, 200 yıllık mücadelemiz Batılılaşma mücadelemiz fos çıkarsa.."

Onun için, ortaya çıkan gelişmeleri ve temel stratejik hamleleri, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin ağzıyla karalamaya çalışma gayretleri.. Ortadoğu"da ve Balkanlar"da, Kafkaslar"da  yüzyıllarca birlikte yaşadığımız halklarla yine barış içinde yaşamak için çırpınmak, onların umurunda mı?

Ruhlarını yabancı diyarlara, yabancı hayat tarzlarına, değerlerine ve zevklerine kodlamış ve kendi halkına ise düşman kesilmiş bir zorbalar taifesinin çırpınışları, direnişlerini iyi anlamak gerekiyor..  Bunlar gerekirse, nice karışıklıklar ve entrikalar ve hattâ kanlı oyunlar tezgahlayabilirler; Ergenekon yapılanmalarında olduğu gibi..

*

Bir ağırbaşlı ve ciddî bir tahlile de

değinelim..

Ama, bu arada aynı gazeteden, Zeynep Göğüş"ün 17 Ekim tarihli ilginç cve ciddî mesajlar taşıyan yazısından bir bölümü de aktaralım:  "(...) Suriye ile vizenin kalkmasının AB üzerindeki etkisini Halep"teki basın toplantısında Dışişleri Bakanı Davutoğlu"na sordum ama net bir yanıt alamadım. Bakan, Türkiye"nin komşularıyla yeni ilişkileri sayesinde AB nezdinde daha güçlü hale geleceğini tekrarladı.

Vizenin kalkması Gaziantep-Halep ekseninde bölgeyi cazibe merkezi haline getirmeye yarayacaksa elimizi hızlı tutalım. Diyelim ki Yunanistan"ın iyimser Dışişleri Bakanı Papandreu"nun dileği tutar da Türkiye 2015"te AB"ye tam üye olursa bu sınırda tekrar vize uygulamasına başlamak zorunda kalırız. 

İktisadi Kalkınma Vakfı"nın Başkanı Prof. Haluk Kabaalioğlu da hatırlattı: "Türkiye AB"ye üye olursa Schengen"i aynen uygulamak zorunda kalır. AB kime vize uyguluyorsa biz de aynısını yapacağız..." (")

AB İlerleme Raporu arifesinde hızlanan resmi Brüksel ziyaretlerine rağmen toplumda AB"yi giderek daha az ciddiye alma hali artıyor. Halep seyahatinde rastladığım YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan"a Hukuk Fakülteleri"nde AB kürsülerini neden kaldırdıklarını sorduğumda aldığım yanıt da bunu teyit eder doğrultudaydı. YÖK Başkanı önce dünyanın hiçbir yerinde AB hukukunun ana bilim dalı olmadığını söyledi, sonra da "Zaten bu hukukçuları yetiştirsek ve sonra da AB kalmazsa bu insanlar ne iş yapacak" diye endişesini dile getirdi. (")  

Türkiye tarihî adımlar atıyor. Osmanlı coğrafyasında sınırı olmayan yerler Balkanlar"dan Ortadoğu"ya bu kez stratejik entegrasyona uğruyor. Özellikle güney sınırımızda sanayi ve ticaret de buna göre şekillenecek. Bunların iç barışa yansımaları oranında "hır" bitecek, AB işi de kolaylaşacak. (")."

haksözhaber

 

Bu yazı toplam 2258 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar