Operasyonun amacı başarılarımızı gölgelemek

Operasyonun amacı başarılarımızı gölgelemek

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Anadolu Ajansı Editör Masası'nda soruları yanıtladı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Anadolu Ajansı Editör Masası'na konuk oldu.
 
AA editörlerinin gündeme ilişkin sorularını yanıtlayan Bakan Çelik, Gezi Parkı odaklı gelişmeler ve 17 Aralık'taki İstanbul merkezli operasyonun 2013'ün en önemli olayları olduğunu belirtti.
 
Çelik, "Yılın hemen bitiminde Türkiye'nin asrın projesini (Marmaray) konuştuğu bir noktada 'asrın yolsuzluğu' diye bir tabloyla Türkiye karşı karşıya kaldı. Bu iki olayında hedefi Türkiye'nin 11 yılda elde ettiği başarılar. Bu başarılar tabii ki birlik ve beraberlik içinde elde edildi. Türkiye'deki istikrarla elde edildi" değerlendirmesinde bulundu.
 
Bu başarıların sürdürülmesinin ve yenilerinin kazanılmasının amaçlandığını vurgulayan Çelik, 2023 hedefinin bunun en önemlilerinden biri olduğunu söyledi. Her siyasi hareketin muhalifleri bulunduğunu, demokrasilerde muhalefetin çok doğal olduğunu dile getiren Çelik, "Bunlar böyle penaltı yapmayacak şekilde, oyunu tatil etmeyecek şekilde, aşırı fauller, ayak kırmalar şekilde değil de bu oyunun kurallarına uygun bir şeklinde oynanması gerekiyor. Ama maalesef siyasi iktidara karşı olan kesimleri bir anlamda sevindirecek bir tablonun oluşmasına kimin destek verip vermediğinin gözden geçirilmesinde son derece yarar var" diye konuştu. 
 
"Tüm bu hizmetleri karartmaya yönelik girişim"
 
Çelik, Gezi Parkı odaklı çıkan olayların hedefinin ne olduğunun, kısa süre içerisinde anlaşıldığına dikkati çekerek, "Yılın sonunda meydana gelen hadiselere baktığımız zaman daha neticesi belli olmayan bir olayın, yargıda kesinleşmiş bir kararı olmayan olayın, asrın bir olayı olarak takdim edilmesinin bence önemli hedefi var. O hedef bu başarıları gölgelemek ve seçime giderken iç politika açısından muhalefete bir alan açmak. Çıkıp Marmaray'ın olduğu bir İstanbul'da siz iktidara neyi söyleyeceksiniz? Üçüncü köprünün ayaklarının yükseldiği bir İstanbul'da siz ne konuşacaksınız? İstanbul-İzmir Otoyolu ve Körfez geçişi kapsamında dünyanın en büyük köprüsünün inşasının hızlı devam ettiği bir Türkiye'de nasıl muhalefet yapacaksınız? Bir argüman var mı, söyleyeceğiniz bir şey var mı? Yok. Bunun iç politikada, tüm bu hizmetleri karartmaya ve yüzeysel propaganda malzemesine dönük araçların üretildiği bir girişim olduğu söyleyebiliriz" diye konuştu.
 
"Sorumsuzluğun getirdiği sorunların altında birileri kalır"
 
Türkiye'nin, imparatorluğun bakiyesi olan bir ülkeye yakışan, şahsiyetli ve müstakil bir dış politika izlediğini ifade eden Çelik, Suriye'de yaşananlar, Irak ve Mısır'da olup bitenler göz önüne alındığında izlenen bu politikanın birilerini rahatsız ettiğini söyledi. Projeleri olan ve birçok başarıya imza atan iktidara dönük herkesin bir kez daha iyi düşünmesi gerektiğini söyleyen Çelik, aklı selimin hakim olmasını istedi.
 
Bakan Çelik, Güneydoğu'da siyaset yapan birisi olarak çözüm sürecinin ve huzur ortamının ne kadar önemli olduğunu bölge halkının çok daha iyi bildiğini belirterek, şöyle devam etti:
 
"Türkiye’nin istikrarsızlaşmasının, Güneydoğu'daki yapıya nasıl yansıyacağının herkes tarafından bir kez daha dikkatle düşünülmesi gerektiği ifade ediyorum. Hassas bir süreç, güven veren bir iktidar, istikrarlı bir yönetim Türkiye'deki tüm bu huzursuzlukların bertaraf edilmesi için olmazsa olmaz. Ama bu olmazsa olmazı görmemezlikten gelirsek meydana gelecek olan sorumsuzluğun getirdiği sorunların altında birileri kalır gider." 
 
Bir soru üzerine Çelik, İstanbul merkezli operasyon kapsamında paralel yapılanma ve HSYK'nın yapısının değiştirilmesinin Bakanlar Kurulu'nun gündemine gelmediğini de sözlerine ekledi.
 
"Sosyal güvenlik açığı beklenenin çok altında"
 
Bakan Çelik, sosyal güvenlik reformunun Ekim 2008'de yürürlüğe girdiğini ve bu sürecin çok önemli olduğunu söyledi. 2008'den bu yana 5 yıllık sürece bakıldığında ise seyrin çok olumlu gittiğini belirten Çelik, sosyal güvenlik ve sağlık alanında hizmet ağı genişlerken diğer taraftan da açıkların sürdürülebilir bir noktaya doğru geldiğini ifade etti.
 
Geçen yıl bütçesinde 11 ay içindeki toplam gelirin 141 milyar lira öngörüldüğünü, gerçekleşen gelirin ise 148 milyar lira olduğunu bildiren Bakan Çelik, şunları söyledi:
 
"Bu reformun bir neticesidir. Her yıl böyle oldu. Beklenilenin üzerinde gelirlerimizde bir artış söz konusu oldu. Prim gelirlerine baktığımız zaman 2013'ün son 11 aylık döneminde 101 milyarlık bir gelir öngörülürken bu gelirin 105 milyar lira olduğunu görüyoruz ve 4 milyar lira fazla bir tahsilat oldu. 2013 bütçesinde demişiz ki '24 milyar 700 milyon liralık bir sosyal güvenlik açığı oluşacak' demişiz. 11 aylık döneme baktığımız zaman 18, 19 milyarlık bir açık söz konusu. Görüldüğü gibi net bir şekilde beklenenin çok altında bir sosyal güvenlik açığı söz konusudur."
 
Yeni asgari ücret uygulaması
 
Yeni asgari ücret uygulamasına ilişkin soru üzerine Çelik, asgari ücretin bir geçim ücreti olarak ele alınması durumunda tepkilerin olumsuz olacağını anlattı.
 
Çelik, şunları kaydetti:
 
"Ama asgari ücreti bir sosyal koruma ücreti, sosyal koruma ücreti ve aracı olarak ele alanlar için ise bu artış son derece anlamlı. Oran olarak da şu anda orta vadeli programda enflasyon yüzde 5,3 olacak, büyüme yüzde 4 olacak denildiği bir ortamda büyümeyi de katarsanız yüzde 6,3'lük bir artış beklenirken yüzde 11'lik bir artış var. Bu, bir koruma ücreti olarak son derece önemli ve yüksek bir artıştır. Ama geçim ücreti olarak ele alırsanız bu doğru değil, asgari ücretin amacı bu değil."
 
Asgari ücretin "bundan daha düşük ücret, çalışana teklif edilemez" şeklinde tanımlanabileceğini belirten Çelik, "Bir işçiye eğer sosyal devlet bunu belirlememiş olsa siz çıkarsınız 'ben 500 TL'ye sizi çalıştıracam' derseniz adam da mağdurdur, işsizdir, çaresizdir, siz de 500-400 TL'ye onu bir ay çalıştırabilirsiniz. Ama sosyal devlet bunu engelliyor. Hayır sen bekar bir işçiyi 846'dan aşağı çalıştıramazsın. 845 TL teklif edemezsin. Bu yönüyle asgari ücret bir anlam ifade ediyor" diye konuştu. 
 
"2002'den bu yana yüzde 360'lık artış" 
 
Bakan Çelik, satın alma paritesi bakımından 11 AB ülkesinden daha yüksek bir asgari ücret belirlendiğine işaret ederek, "Milli gelir açısından mukayese ettiğiniz zaman en tepe noktasındayız. Dolayısıyla olayı bu yönüyle ele almak gerekiyor" dedi.
 
Asgari ücrette 2002'den bugüne yüzde 360'lık bir artış gerçekleştirildiğine, reel artışın da yüzde 74'lere vardığına işaret eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
 
"Artık düşük asgari ücret seviyesinden ortalama asgari ücretler seviyesine geldik. Birileri bunu geçim ücreti olarak ele alırsa bu asgari ücretin hedefi değil. 'Bundan aşağısı teklif edilemez' ücretidir. Buna bağlı olarak taşeronlaşmanın getirmiş olduğu ve ağırlıklı olarak kamuda da daha çok yaygın... Yapılan ihalelerde işçilik maliyetlerinin bunun üzerine hesap edilmesi açık söylüyorum bizi rahatsız etmektedir. Bununla ilgili şu anda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu cumartesi günü bir kez daha ilgili ekonomi bakanlarımızla bir araya geleceğiz ve bunun bir geçim ücreti değil bir sosyal koruma ücreti olduğu çerçevesinde olaylara yaklaşacağız."  
 
Bunun nasıl bir çalışma olacağı yönündeki soru üzerine, "tehlikeli, çok tehlikeli ve az tehlikeli" işlerin bulunduğuna işaret eden Çelik, şunları kaydetti:
 
"İş Sağlığı Güvenliği Yasası'nda belirlediğimiz üç çeşit iş var. İnsanların eğitim durumları var. Tüm bu argümanlar mesela 4-C'lilerde uyguladık biz. Çalışma Bakanlığı olarak tüm bu artı değerler çerçevesinde çalışanlara yaklaşımın doğru olacağı inancındayız. Ekonomi bakanlarımızla bir kez daha bir araya geleceğiz ve asgari ücrete de bakışımız da Çalışma Bakanlığı olarak bir koruma ücreti olduğu yönünde. Özel sektörde de aslında birçok yerde asgari ücretin üzerinde ücretler var, yani ben görşüme yapıyorum. Asgari ücret 846 lira ama özel sektörde bin, bin 200 liranın üzerinde hatta bin 500 liraya varan ücretler var. Kamuda da öyle. Uzun yıllar karayollarında çalışanlara bakıyorsunuz 10 yıldır, 5 yıldır, 3 yıldır çalışıyor ücretleri asgari ücret değil onun üzerinde bir ücret ama bazı kurumlarda az sayıda da olsa bazı sektörlerde bunu bir geçim ücreti şeklinde çalışanın önüne koyan işletmeler de var. "
 
"Neden toplu sözleşme farkı taşeron işçiye yansıtılmasın?"
 
Bakan Çelik, asgari ücrette 16 yaş sınırını kaldırdıklarını, vergiden muafiyet için 4 çocuk şartını 3 çocuğa indirdiklerini hatırlattı.
 
Çelik, şu değerlendirmelerde bulundu:
 
"Asgari ücretin bir geçim ücreti olarak algılanmasını kamuda olmasını doğru bulmuyoruz. Çünkü ücret, geçim ücreti değil koruma ücreti. O halde neden toplu sözleşmede yoklar taşeron işçileri. Ama eğer kamuda 3 yıllığına bir ihale yapılmışsa düşünün yardımcı işlerde güvenlik ya da belli işlerde bir ihale yapılıyor, 3 yıllığına neden toplu sözleşme farkı taşeron işçiye yansıtılmasın. Bu ve benzeri çok tartışılması gereken konular var onun için ekonomi bakanlarıyla cumatesi günü bir araya gelişimizin amaçlarından bir tanesi de bu. Bu asgari ücretteki temel bakışın özellikle kamudan nasıl ele alınması gerekiyor. Çünkü ilk kez bu boyutta bir alt iş veren kesimiyle karşı karşıyayız. Şu anda 600 bini aşan kamuda alt işveren işçisi var. Yani taşeron işçisi var. Evet kamu, bazı yüklerden kurtuluyor ama diğer taraftan da emeğin istismarını önleyici korumaların da olması gerekiyor."
 
"Artık nerede bir iş kazası, ölüm varsa bildirmek zorunda"
 
Çalışma hayatının en önemli konularından bir tanesinin iş sağlığı ve güvenliği konusu olduğunu belirten Bakan Çelik, güvenli ve sağlıklı bir ortamda çalışma gerçekleşmiyorsa bunun çağdaş dünyanın çok gerisinde olunduğunun bir göstergesi olduğuna işaret etti.
 
"Müstakil bir İş Sağlığı Güvenliği Yasamız yoktu" diyen Bakan Çelik, şunları söyledi:
 
"Bu dönem, Sayın Başbakanımızın çok hassasiyetle üzerinde durduğu bir konuydu, talimatlarıyla bunun üzerinde günlerce, yıllarca çalıştık ve bu yasayı parlamentodan geçirdik. Şu anda da yürürlüğe girdi. Ne oldu? diye sorarsanız geneli itibarıyla söyleyeyim: 2012 yılına kadar yılda yüz bin işçide 16,8 işçimiz hayatını kaybederken, şimdi yüz bin işçide 7 işçimiz hayatını kaybediyor. Bu yasa, bildirim zorunluluğu getirdi. Artık nerede bir iş kazası, ölüm varsa bildirmek zorunda. Bunlar hastaneler ve sağlık kuruluşları tarafından bizzat bildiriliyor. Şu anda bu rakam 17 sayısından 7'ye gerilemiş bulunuyor ama 7 de yine yüksek bir rakam. Ortalama 27 Avrupa ülkesinde bu 3 ile 4 arasında değişiyor. Gelişmiş 15 Avrupa ülkesinde ise 1-1,5 oranında yani yüz bin işçide 1 işçi hayatını kaybediyor. Bizim amacımız bunu ilk olarak Avrupa Birliği ortalamasına çekmek ve daha sonra da sıfırlamak."
 
Bakan Çelik, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'nın amacının "olmadan ve ölmeden" önlemek olduğuna dikkati çekti. 
 
"5 bin liradan başlayan müeyyideler getirdik"
 
Yıllarca iş kazaları olduktan ya da işçiler öldükten sonra tespit yapıldığını ifade eden Çelik, ölmeden önce muhtemel ölüme sebebiyet verecek ortamları ortadan kaldırmanın gerekliliğine işaret etti.
 
Bakan Çelik, 2013 yılında risk değerlendirmesini yürürlüğe koyduklarını hatırlatarak, şunları kaydetti:
 
"Artık bir iş yerinde ne gibi riskler var. Bu riskleri belirleyip ortadan kaldıracağız. Havadaki toz oranları, ses, gürültü aklınıza ne geliyorsa iş güvenliği açısından olumsuz ortadan kaldıran düzenlemeleri biz, bu yasaya koyduk. Bunların olmamasını sağlayacak risk değerlendirmesini de 2013'te yürürlüğe koyduk. Şimdi tehlikeli ve çok tehlikeli iş yerlerini 1 Ocak 2014'ten itibaren 50'nin altındaki tüm yerleri kapsama dahil ettik. Böylece buralarda iş yeri hekimini ve iş güvenliği uzmanını bulundurma veya hizmet alma zorunluluğu, müeyyideler getirdik. Eğer risk değerlendirmesi yapmazsanız, eğer iş yeri hekiminin orada sağlıklı olduğuna dair raporu yoksa, eğer orada iş güvenliği uzmanı denetimini yapmamışsa bunlarla ilgili 5 bin liradan başlayan ve yüzde 50 artırımlar getiren müeyyideler getirdik.
 
Artık güvenli bir ortamda Türkiye çalışmak durumunda. Çünkü bir işçinin hayatını kaybetmesi uzaktan bakıldığı zaman 1 kişi ölmüş şeklinde algılanıyor ama bu işçinin hayatını kaybetmesinin ailesinde, çocuklarında, çevresinde oluşturduğu travmayı düşündüğünüz zaman hiçbir kazanç, bir işçinin ölümüyle mukayese edilemez. O işçiyi en güvenli ortamda çalıştırmak sosyal devletin görevidir. Bundan dolayı bu önemli yasal düzenlemeyi yürürlüğe koyduk. Bu durumdan gönlüm son derece müsterih. Bir Çalışma Bakanı olarak böyle bir hizmete hükümetimiz öncülüğünde, bir bakan olarak altında imzam olması beni çok mutlu ediyor. Hedef 1 kişinin daha hayatını kaybetmemesi ve meslek hastalıklarıyla karşılaşmamasıdır."
 
Son 10 yıllık dönemde işçi sayısında yüzde 128'lik bir artış olduğunu da bildiren Çelik, iş yeri sayısında ise yüzde 111'lik artış olduğunu söyledi. Bakan Çelik, öte yandan iş kazaları ve ölüm oranlarında da düşme olduğunu dile getirdi. 
 
Kıdem tazminatı işçinin lehine bir düzenleme
 
Bakan Çelik, "Kıdem tazminatı konusunda işçi ile işveren tam bir uzlaşma sağlanamadı. Siz de rafa kaldırdığınızı açıkladınız. Bundan sonraki döneme ilişkin kıdem tazminatı konusunda Bakanlığın bir planı var mı?" şeklindeki soru üzerine Bakanlığının çalışmalarını sosyal diyalog çerçevesinde sürdürdüğünü ifade etti.  
 
Mutabakat sağlanamamış konuları acele edip gündeme taşıma, yeni ihtilaf alanları açma, endüstriyel ilişkilerde taraflar arasında bir sorun oluşturma gibi bir yolu hiç tercih etmediklerini dile getiren Çelik, diyaloğu, birlikte yönetimi esas alan bir çalışma sergilediklerini, gündeme getirdikleri bütün düzenlemelerin, bu uzlaşı çerçevesinde olduğunu söyledi. 
 
Kıdem tazminatının 1936 yılından beri konuşulan bir sistem olduğunu, bu yıldan beri çeşitli evreler geçirdiğini anlatan Çelik, en son gelinen noktanın 1975 yılında 12 ay çalışanın bir aylık brüt maaş alacağı bir tazminat sistemine dönüştüğünü anımsattı.
 
"Yeni bir bahara kalmış bulunuyor"
 
Bu gelişmenin ardından 2000'li yıllarda İş Kanunu çıkarken işsizlik fonunun devreye girmesi ya da buna benzer işçinin lehine bazı düzenlemeler devreye girmesi halinde bunun fona dönüşeceğiyle ilgili bir kararın da yazılı metinlere, yasal düzenlemelere geçtiğini kaydeden Çelik, şöyle konuştu:
 
"Biz bu çerçevede bu geçmişi de dikkate alarak taraflarla oturduk fakat süreci de dikkate aldığınız zaman tarafların bu konuya yaklaşımını  bir araya getirmede zorlandık. Bundan dolayı bunun bu dönemde rafta kalması şeklinde bir uzlaşımız oldu. Sayın Başbakanımız  da 'uzlaştığınız konuları parlamentoya taşıyın' diye hep bize tavsiyelerinde bunları söylemiştir. Biz de bu konuda uzlaşamadığımız için gündeme getirmedik.
 
Burada önemli bir hadise var. Bizim fona dönüşmesini istememizin sebebi bireysel hesap. Yani ben işçi olarak bir ay çalışınca benim bireysel hesabıma aylık tazminatım yatacak. Dolayısıyla beş yıl sonra on yıl sonra iş yerinde meydana gelebilecek olumsuz gelişmeler işçinin aleyhine bir durum arzetmeyecek. Yani bir iş yeri iflas ediyor, iş yerinde sorunlar yaşanıyor. Ödeme güçlüğüyle karşı karşıya kalıyor, işçi tazminatını alamıyor, maaşını alamadığı gibi tazminatını da alamıyor. Ama fon sistemi olsa her ay hesap kesileceği için aynen sigorta primini ödediği gibi tazminatını da işçinin hesabına yatıracağı için işçiyle işveren arasında bir sorun olmaktan bu çıkacak. Bu yine Hazine'nin güvencesinde nemalandırılacak olan bir fon hesabı. Aslında işçinin lehine bir düzenleme. Ama bu kıdem tazminatı konusu bir slogan olarak bir kavram olarak kamuoyunda farklı yerleştiği için bu konuda bir cesur adım ne yazık ki taraflar tarafından atılamadı. Yeni bir bahara kalmış bulunuyor." 
 
Bakan Faruk Çelik, tekrar kamuyu büyütmek gibi bir amaçlarının olmadığını belirterek, "Kamuda 350 bin işçi varken şu anda 170 binlere gerilemiş bulunuyor. Kamuda toplam çalışan sayısı yaklaşık 3 milyon civarında ama diğer ülkelerle mukayese ettiğimiz zaman bu yüksek bir rakam değil" değerlendirmesinde bulundu.
 
Çocukluk arkadaşı, bakanla ilgili anılarını anlattı
 
Öte yandan Bakan Çelik'e, AA Bursa Bölge Müdürlüğünden bir sürpriz yapıldı. Çelik'in çocukluk arkadaşı emekli matematik öğretmeni ve iş adamı Dursun Akan, toplantının son bölümünde video konferans yöntemiyle masaya bağlanarak bakanla yaşadığı anıları paylaştı. 
 
Faruk Çelik'in 1956 yılında Artvin'in Yusufeli ilçesinin Yüksekoba köyünde dünyaya geldiğini hatırlatan Akan, Çelik'in ilkokulu bitirdikten sonra kendisi gibi Artvin'de bir yurda yerleştiğini ifade etti. 
 
Yurtta bir süre birlikte kaldıklarını anlatan Akan, "Kendisi burada az bir zaman kalmasına rağmen çokça ilgi, alaka gördü. Kendisi kesinlikle çerçeveye sığmayan kişilerden birisiydi. Zeki, çalışkan ve anında karar veren ve kararlarını da doğru şekilde veren bir kişiliğe sahipti" dedi.
 
Akan, yurt yaşantısının ardından Faruk Çelik ile hayatlarının Bursa'da da kesiştiğini aktardı. Yüksekoba köyünde doğmanın kendisine göre bir bedeli olduğunu, burada doğup da çobanlık yapmadan hayata atılmanın doğru olmadığını kaydeden Akan, şöyle devam etti:
 
"Her evde 5-6 küçükbaş, büyükbaş hayvan olurdu. İlkokulda öğrenciler bu hayvanlara bakmak için dağlara, meralara giderdik. Kendisi yapmazdı bu işi. Kendisini orada da 'baş çoban' addetti. Sayın Bakan çocukluğunda baş çoban olur, işleri başkalarına yaptırırdı. Gerçekten çobanlığı zevke çeviren bir kişiliğe sahipti. Bulunduğu makamı, mevkiyi zevke, güzelliğe çeviren bir kişiliğe sahip. Küçüklüğünde bizlere takılır, 'Gelecekte öyle bir yerde olacağım ki kesinlikle bana randevusuz gelemeyeceksiniz' derdi. Gerçekten randevusuz gidemiyoruz. En canlı örneği Hüseyin Çiçek adında bir öğretmen arkadaşımız var. Bir gün 'Faruk bey ile görüşemiyorum' diye dert yandı. Ben de 'Faruk bey herkesle çok rahat görüşür' dedim. Bunun karşılığında kendisi bana 'Okurken Hüseyin göreceksin bana randevusuz gelemeyeceksin' sözlerini hatırlattı. Faruk Çelik, kişilik, insanlık olarak merhametli, çalışkan, her an kendisine ulaşabileceğimiz biri. Kendisini çok seviyoruz."
 
Akan'ın konuşmasını tebessümle takip eden Bakan Çelik ise doğduğu köyde çocukların sorumluluklarının 5-6 yaşlarında başladığını bildirdi.
 
Orada hemen hemen her ailenin hayvancılıkla ilgilendiğini belirten Çelik, "5-6 yaşlarında sabah kalkacak, hayvanları yemleyeceksiniz. Sonra çocuklar olarak hep birlikte hayvanları dağa götürüyoruz. Götürürken onların içinde ister istemez bir lider olacak. Benim de çocukların üzerinde öyle bir hakimiyetim vardı. Onları öyle yönlendirirdik. Ayrıca karşıki mahallerin çocuklarıyla hayvanlar yüzünden kavgalar çıkardı. Orada da etkinliğimiz olurdu" diye konuştu.
 
Bakan, "sertifikalı çoban"ları hatırlattı
 
Bakan Çelik, mesleki eğitime büyük önem verdiklerini belirterek, İŞKUR'un eğitimli çoban olmak isteyenler için "Sürü Yönetim Elemanı" adıyla meslek edindirme programını hayata geçirdiğini anımsattı.
 
Program kapsamında Ankara'nın Polatlı ilçesinde teorik ve uygulamalı eğitim alan 22 kişiye "Sürü Yönetim Elemanı" sertifikasının verildiğini bildiren Çelik, eğitim programının diğer illerde de uygulanmaya başladığını söyledi.
 
Toplumdaki yaygın algının aksine her meslek gibi çobanlığın da bilgi ve tecrübe gerektirdiğinin altını çizen Çelik, "Sürü Yönetim Eleman" adı verilen eğitim programıyla çobanlık mesleğinin daha bilimsel yapılmasına katkı sağlayacaklarını vurguladı.