"Ne Bu Şiddet, Bu Celal"?

"Ne Bu Şiddet, Bu Celal"?

Yeni Akit Yazarı Ali Osman Aydın, farklı seslerin birbirlerine tahammülünü konu aldığı yazısında önemli tespitlerde bulundu.

Sene 1993…
 
Yakın tarihin en karanlık yılıdır, 93…
 
Turgut Özal, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis öldü o yıl… Uğur Mumcu öldürüldü… 33 Asker, PKK tarafından şehit edildi… Sivas Olayları yaşandı… Ve Başbağlar katliamı gerçekleştirildi.
 
Türkiye’de bazı fay hatları yeniden belirginleşmeye başlamıştı 93’de.
 
İki fay…Kemalistler ve İslamcılar…
 
İşte bu keskin mi keskin zamanda, iki zıt kutbu temsilen, iki kişi bir araya geldi bir televizyon programında.
 
Refah Partisi Milletvekili Hasan Mezarcı ve Gazeteci Uğur Mumcu…
 
Ülkenin en karanlık zamanında yapılmış o programı şu içinden geçtiğimiz sert ve müsamahasız günlerde yeniden izledim.
 
Bence siz de izleyin ve bu kadar zıt görüşlere sahip iki kişiyi bir araya getirerek bu programın aynısını,  aynı konuyla bugün çekmek ve oradaki nezaketi korumak ne kadar mümkün olur, kendinize sorun…
 
Neden mi ?
 
İşte programın sunucusunun gayet sakin bir ses tonuyla açılışta Hasan Mezarcıya sorduğu soru…
 
“Sayın Mezarcı, Atatürk için, ‘Selanikli Kemal yargılanmalı!’ Anıtkabir için, ‘Milletin 70 yıldır zorla götürülüp baş eğdirildiği o türbe yıkılmalı’ dediniz. Sizdeki Atatürk düşmanlığının temelinde neler yatıyor, açıklar mısınız?”
 
Mezarcı, soğuk kanlılıkla cevap veriyor: ”Ben bütün diktatörlere karşıyım. M. Kemal’e ve Kemalizm’e karşı olmam da buradan geliyor. Stalin’e, Mussolini’ye, Hitler’e, Kominizm’e ve Faşizm’e neden karşıysam, Kemalizm’e de o yüzden karşıyım…” 
 
Uğur Mumcu bitene kadar sessizce dinliyor bu sözleri… Sıra kendine gelince gayet nazik bir ses tonuyla cevap veriyor… Hasan Mezarcı’da aynı sükunetle Mumcu’yu dinleyip ardından aynı nazik ses tonuyla cevap veriyor…
 
Öfke yok, bağırmak yok, trolleşmek yok, hakaret yok, hain ilan etmek yok!
 
İzlerken, “İnsanların zamanla birlikte yaşama kültürünü geliştirdiği doğruysa… Zamanın bir noktasında Geleceğe Dönüş filmindeki gibi zaman makinesine binip geçmişe gitmiş olmamız mümkün… Çünkü biz o programın geçmişi oluyoruz ve o da bizim geleceğimiz…”diye fantastik bir varsayıma kapılıyor insan.
 
Atatürkçülük ve Laiklik diye bir tartışmayı, böyle çekiç gibi ifadelerle…Üstelik öyle bir tahammül, nezaket ve nezahetle… Hem de finali savcılıkta yapmadan gerçekleştirmeniz mümkün mü bugün?
 
Sanmıyorum ve giderek daha fazla insanı etkisi altına alan burnundan soluma haline, hiçbir şey konuşmaya imkan tanımayan agresifliğe, holiganlaşmaya, seviyesizleşmeye gerçekten üzülüyorum…
 
Şu son zamanlarda yaşananlara, itidali lanetleyenlere, fanatizmi kutsayanlara
 
bir bakın…
 
Hep karşımızdakini suçlayıp kendi yaptıklarımıza körleşiyoruz, sanki.             
 
Sanki, birlikte yaşama zeminini taş taş söküyor gibiyiz.
 
Sanki, yakın tarihin en karanlık zamanına fark atıyor gibiyiz.
 
Sanki, Necip Fazıl’ın, “Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana…” kehanetini doğruluyor gibiyiz.