Nazlı Ilıcak'tan Skandal Sözler

Nazlı Ilıcak'tan Skandal Sözler

Nazzlı Ilıcak Dinlemeleri Savundu

Selam Tevhid dosyasından, -bazıları 3’üncü defa gözaltına alınan-polislerin meydan okuması “Tiran’dan korkmuyoruz” diye bağırmaları neye delalet eder? Bence, yaptıkları bütün işlemlerin yasalara uygunluğuna inanıyorlar. Öte yandan, “Kullanışlı gazeteciler”vasıtasıyla, “Selam Tevhid soruşturmasında binlerce kişinin yasa dışı dinlendiği” izlenimini yaratacak bir algı operasyonu yürütülüyor. Önce, Star, Yeni Şafak gibi yandaş medya ile kamuoyunda böyle bir intiba yaratmaya çalıştılar. Herkes Star’ın malûm manşetini hatırlıyor: “7 bin kişi dinlendi…” Bilahare, Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu, 3 yılda, hedef şahıs olarak dinlenen toplam kişi sayısının 251 olduğunu kabul etti. O algı operasyonu çöktü.

Artık, Hürriyet’i devreye soktular. Yeni gözaltıların dayanağı olarak, Tayyip Erdoğan dahil birçok milletvekilinin, bürokratın, Hakan Fidan’ın, hard diskten çıkan ses kayıtları gösteriliyor. Oysa bu iddialar yeni değil. Girin gazete arşivlerine, o zaman da -belki isim isim verilmemişti ama-Erdoğan ve Hakan Fidan’ın dinlendiği ileri sürülmüştü. Hatta, dosyanın savcıları Adnan Çimen ve Adem Özcan, bu iddiaları reddeden açıklamalar yapmıştı. Başbakan Danışmanı Sefer Turan’ın teknik takibi sırasında, onun telefonunu kullandığı için Erdoğan’ın dinlemeye takıldığını söylemişlerdi. Hakan Fidan’ın “Emin” kod adıyla dinlendiği iddiasına karşı da “İran’a casusluk yapanlar, aralarında konuşurken, Hakan Fidan için Emin kod adını kullanıyordu; Hakan Fidan’a Emin kod adını veren biz değiliz” demişlerdi. Dosyanın muhtevası, siyasette ya da bürokraside İran’ın kadrolaşma gayretlerine ilişkin. Dolayısıyla bazı siyasetçilerin ve bürokratların dinlenmesi doğal karşılanmalı. Ben, Hürriyet’in haberinde bu detayları göremedim.

                                               ***

Gelelim son gözaltılara… Bazı polisler gözaltına alınmış, bırakılmış; tekrar gözaltına alınıp, tekrar serbest kalmışlar. Oysa yeni delil yoksa bu uygulama yasalara aykırı. “Yeni delil” denilen, operasyonun ilk gününden itibaren Adli Emanet’te bulunan hard diskler. Selam Tevhid örgütünü takip eden adli kolluk, anlaşılıyor ki, suç unsuru görülmeyen görüşmeleri tape etmemiş. Ama bir ayıklama yetkisi bulunmadığı için, kaydederek savcılığa teslim etmiş. Tape edilmeyen konuşmaların içinde Tayyip Erdoğan’ınkiler de var. Daha önce buna dair sorular, -ilk gözaltılar sırasında- polislere sorulmuştu.

Yeni dalgada gene içeri alındılar. Son operasyonu yöneten ve gözaltı kararları veren İstanbul Başsavcı Vekili İrfan Fidan zaten Selam Tevhid dosyasını da takipsizlik kararıyla kapatmıştı. Fidan, yeni bir usulsüzlüğe de imza atmış, hard disk içeriğini tape ettirerek, Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığı’na göndermiş. Bunlar hakkında mütalaa istemiş. Nerede kaldı yargı bağımsızlığı? Delilleri değerlendirme makamı, yürütme mi, yargı mı?

Bu noktada adli dinlemeler nasıl yapılıyor hatırlatmakta fayda var. Hâkimden karar alınıyor. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) gönderiliyor. Bu karar, TİB’in Hukuk Kurulu’nun denetiminden geçtikten sonra, adli kolluk dinlemeye başlıyor. Ses kayıtları TİB’te muhafaza ediliyor. Savcı dinlemeyi sonlandırmaya karar verirse, polis tüm sesleri birden TİB’ten indirerek, CD’ye kaydediyor ve adli makama teslim ediliyor.

Konuşmaların hangisinde suç var, hangisinde yok, bunun kararını savcı veriyor. Bu yüzden, polis, içerikte bir ayıklama yapamıyor. Zira masum gibi görünen bir görüşme dosyanın bütünü içinde bir anlam kazanabiliyor. Dolayısıyla değerlendirmeyi savcı yapıyor. Dosyanın son savcısı Adem Özcan bana şunları söylemişti: “Selam dosyası benim elimden alındı. Alınmasaydı, bugün tartışılan o konuşmaların birçoğu, konuyla ilgili görülmediği için, iddianameyi yazdıktan sonra zaten tarafımdan imha edilecekti. Buna imkân kalmadı.”

Adem Özcan başka şeyler de söyledi: “Dosya ciddi iddialar ihtiva etmektedir. Birbirinden bağımsız görünen 4 hücreden söz edebiliriz. Fakat zaman zaman, farklı hücrelerdeki bu isimlerin birbiriyle kesiştiğine dair bulgular da elde ettik.”

                                              ***

Yeni delil yok ama yeni bir algı operasyonu var. Birçoğu savcı tarafından imha edilecek olan tapelere dayanarak, casusluk iddialarının üzerini örtme çabaları var. Aynı 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarında görüldüğü gibi, meselenin mahkemeye intikal etmesine fırsat vermeden, takipsizlik kararıyla soruşturma sonuçlandırıldı. Casus iddialarına muhatap olanlar serbest dolaşırken onları takip eden polisler, darbeci ve casus damgasını yedi.
Bir başka noktaya da dikkat çekmek istiyorum. Yeni bir düzenleme yapıldı.

HSYK, yetki kararnamesiyle Ağır Ceza Mahkemeleri’nin bakacağı davaları belirleyecek. Terör ve anayasal düzene karşı davaların görüleceği ihtisas mahkemeleri, HSYK kararnamesiyle tespit edildi. İstanbul’da iki Ağır Ceza Mahkemesi, Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’nca yürütülen soruşturmalara konu fiilleri yargılayacak. Böylece, halen cezaevinde bulunan ya da yeni operasyonla tutuklanan polisler,terör örgütü üyesi, yöneticisi olmak ve darbe yapmak iddiasıyla bu mahkemelerde yargılanacak. Keza, Fethullah Gülen Cemaati de terör örgütü ilân edildiği için, mesela Hidayet Karaca’nın dosyası da, özel maksatla oluşturulan bu mahkemeye gönderilecek.

Bir bakarsınız 28 Şubat soruşturması da canlandırılır; orada da yeni kurbanlar ortaya çıkar. Bu yüzden, bir muhabirin getirdiği bilgileri, araştırmadan devreye sokanları uyarmak istiyorum. Guguk devletinin taşları döşenirken, daha dikkatli davranmak gerekmez mi?
 
Arınç’ın sözleri
 
Bülent Arınç, AK Parti’nin vicdanı olma konumunu sürdürebilmek amacıyla, arada sırada çıkışlar yapıyor. Mesela, Anavatan’a atıfta bulunarak bir tehlikeye işaret etti: “Adalette, haksızlık yapmakta, emaneti ehline vermemekte, çıkara dayalı siyaset yapmakta adım atmaya başlarsak sıkıntı olabilir. Böyle bir şey var mı AK Parti’de? Olabilir. Nihayet malzemesi insan olan bir partiden bahsediyoruz. ANAP’ı yıkan budur, DYP’yi yıkan budur…” 

Bunlar güzel sözler ama çok yetersiz. AK Parti grubu vahim yolsuzluk iddialarını oylarıyla akladı. Haksız yere çok sayıda insan cezaevine gönderildi. Bu ciddi tablo karşısında, Bülent Arınç’ın cılız çıkışları gerçekten yetersiz kalıyor. Sesi daha gür çıkmalı.