Müslüman Zihnin, Bilincin Trajedisi

Müslüman Zihnin, Bilincin Trajedisi

Atasoy Müftüoğlu'nun bügünkü yazısı

Bilinç konularına, sorunlarına, yabancı bir geleneğe maruz bırakılan İslam dünyası toplumları, yeni sorular soramıyor, yeni cevaplar veremiyor, entelektüel anlamda projeler geliştiremiyor, kendilerini, İslami bir dil'le kavramsal ve kurumsal anlamda temsil yeteneğine/iradesine sahip olamıyor, sömürgeci ideolojiye meydan okuyamıyor, İslami anlamda tarihsel çözümlemeler yapamıyor. Bu nedenlerle de, İslam dünyası toplumlarında, kendilerini İslama nispet eden, siyasal oluşumlar, hareketler, partiler, sömürgeci ideoloji tarafından mutlaklaştırılan kavramsal ve kurumsal projeye, sömürgeci modernizme dahil olma yolunu seçiyor. Müslümanlar olarak, nereye/nerelere itildiğimizi, sürüklendiğimizi, savrulduğumuzu anlamak için hiç bir ciddi çaba harcamıyor, faydacı hesaplar yaparak, faydacı bir yöntemi vazgeçilemez kılarak, liberal/kapitalist/seküler kurumları, İslami gerçekliklere nakletmeye, uygulamaya çalışıyoruz. Sömürgeci modernizm ve “medenileştirme misyonu” dili-söylemi, İslamı ve Müslümanları Oryantalist tasvirlerle kısıtlamaya, etkisiz kılmaya devam ediyor. İslami modeli tahisle bir kalıntı ya da tarihsel bir hata gibi sunmakta ısrar ediyor. Maruz bırakıldığımız bilinç yetersizliği sebebiyle, entelektüel bir düşüş-boşluk içerisinde yaşadığmız için, her zaman yeni moda'lara uyarak, en son seküler-liberal kavramsal gelişmelere katılmaya çalışıyoruz. Sömürgeci ideolojiye, bilgi, düşünce, yöntem ve modele yetersizliklerimiz ve bilinçsizliğimiz nedeniyle katlandığımız için, liberal demokrasiyi sonsuz bir model gibi gören patolojiler sergiliyoruz. Liberal demokrasiyi sonsuz bir model gibi gören, bunu modern-seküler dünyanın ideolojik zaferi olarak alkışlayan “tarihin sonu” söyleminin bu defa Müslümanlar tarafından da onaylanması, hüsnükabul görmesi, Müslüman zihnin/bilincin/ufkun/farkındalığın/tanıklığın derin bir trajedi içerisinde bulunduğuna işaret eder.

PRAGMATİK SİYASİ YAPILAR

Türkiye'den başlayarak, siyasal partilerin, hareketlerin, Mısır ve Tunus'ta da takip edilebileceği üzere, gerçeğin yapıları karşısında geri çekilerek, pragmatizmi, sağcılığı, muhafazakarlığı seçmiş olmaları, İslami anlamda kararlı ve bilinçli tercihler yapabilecek, İslami kadrolara, İslami bir topluma, İslami bir bünyeye, kültüre sahip olmamalarıyla yakından ilgilidir. Pragmatizmi seçen siyasal hareketler, siyaseti vizyonu olmayan bir etkinliğe dönüştürüyor.

Bütün toplumlarda olduğu gibi, İslam dünyası toplumlarında da, yozlaşma ve duyarsızlaşma yeni bir hayat tarzı haline geliyor. Bütün toplumlar ekonominin ve piyasanın kurbanları haline getiriliyor. Hayatın bütün cepheleri kar mantığı tarafından ele geçiriliyor. Ne üreteceğimize, ne tüketeceğimize bizler karar veremiyoruz. Bütün bunlar, bizlere, piyasa mantığı tarafından dayatılıyor. Ahlaki otoriteye/belirleyiciliğe ihtiyaç duymayan demokratik ve kapitalist dünya görü=ü, hayat tarzı, bireylere de, toplumlara da, ahlaki/vicdani/manevi/maddi sorumluluklar yüklemiyor, bu anlamda müdahalede bulunmuyor. Siyasal konformizmi seçen toplumlar yasal olan ve yasal olmayan gibi kavramsal sınırlar içerisinde hareket ediyor. Bu tür toplumlarda kimse kimseyi ahlaki sınırlar içeresinde kalmaya, ahlaki sınırları gözetmeye davet edemiyor.

GERÇEKLERLE HESAPLAŞMALIYIZ

Bütün sorunlarımızın kaynağında, sömürgeci/kolonyalist dayatmaların olduğunu iddia etmek bir tür sorumsuzluğu seçmekten başka bir şey olamaz. Kolonyalist-sömürgeci dayatmalar karşısında bir direniş iradesi-kültürü hareketi ortaya koyamamak acilen yüzleşilmesi gereken hayati bir konudur. Etrafımızda olup biten her şeyi, hayali komplolarla izah etme kolaycılığını seçenler, gerçek komploları göremezler. Bizler, Müslümanlar olarak, aşina olmadığımız gerçeklerle hesaplaşmak yerine, eski rüyalara sığınıyoruz. Sınır tanımayan İslami inançlarımızı, düşüncelerimizi, bilincimizi yerel-etnik-mezhepçi sınırlara kapattığımız için, ortak bir irade/dayanışma/birlik üretemiyoruz.

Romantizmlerimiz, eylemlerimizin sonuçlarını görmemize engel oluyor.

Sömürgeci ideolojinin, kavram ve kurumların egemenliğini, belirleyiciliğini, vazgeçilemezliğini kabul etmek, bağımlılığı kader haline getirmekle ilgilidir. Sömürgeci-kolonyalist yapıların, ideolojik aygıtların, bilgisiyle, diliyle, ontolojisiyle, epistemolojisiyle nihai anlamda hesaplaşmayan, hesaplaşamayan, hesaplaşmayı düşünmeyen, planlamayan toplumlar/kültürler; yıllar, köprüler, hava alanları vb. Gibi görkemli bayındırlık yapıları inşa edilebilirler, ancak, günümüzde, ne yazık ki fiilen karşı karşıya bulunduğumuz üzere, içerisinde yaşadığımız tarihsel döneme hitap etmek, bu dönemi dönüştürmek gibi bir misyonu üstlenmek üzere büyük ölçekli fikirler, düşünceler, anlamlar, felsefeler, tarzlar, yöntemler, çözümlemeler inşa edemezler. Sömürgeci ideolojinin sınırlarını aşabilecek kavram ve kurumlar üretememek teslimiyetçiliğin bir geleneğe dönüşmesini sağlar. Umut, imkansız gibi görünen/sunulan şeyi düşünmeye, sorgulama ve aşmaya çalıştığımızda gerçek olur. Utanç verici teslimiyetçilikler, bilinçli ve sorumlu bir mücadele ile aşılabilir, böyle bir mücadele ile bağımsızlık gerçeğe dönüştürülebilir.

(Yeni Şafak) Atasoy Müftüoğlu