Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Müslüman coğrafyalarında ‘kurtlar sofrası’ tekrar kurulurken..

Hacc mekanlarında, Mina’da meydana gelen faciada ölenlerin sayısı Suud rejimi tarafından 770 olarak açıklanmışken, sadece İranlı hacıların uğradığı can kaybının 460’ı (yani, yarıdan fazlasını) geçiyor olması, ortaya ilginç bir tablo çıkarıyor.. Ama daha da ilginci, İran’ın, bu ölenler arasında birçok istihbarat elemanları  ve sair seçkin üst dereceli yöneticilerinin ve  bazı büyükelçilerinin de bulunduğunu belirterek, bu facianın belli bir hedef için kurulmuş bir tuzak. Bir komplo olabileceği ihtimalini dile getirmesi.. Gerçi, İnkılab Rehberi Seyyid Ali Khameneî , diğer resmî makamların ağır suçlamalarına ihtiyatla yaklaşıp,  ‘Şimdilik bir suçlama yapmıyoruz, bir ihmal olduğunu düşünmek istiyoruz’ diyorsa da; ‘vefat edenlerin cenazelerinin kendilerine derhal teslim edilmesini’ istemesi ve ‘aksi takdirde, Suûdî rejiminin çok sert bir karşılık göreceğini’ söylemesi sadece iç-kamuoyunu tatmin için midir; yoksa, gelecekte daha büyük çaplı sürtüşmelerin habercisi midir, tahmin etmek zor..

Çünkü, bu ‘çok sert karşılık’  ifadesi, ucu açık bir söylem.. Ve Ssud’i rejimiyle İran arasında öteden beri varolan soğuk ilişkiler, hele de İran’la B. Amerika’nın uzlaşma noktasına gelmesi ve böylece Suudî rejiminin Amerika nezdindeki eski önemini yitireceği korkusu  yüzünden son zamanlarda daha bir soğumuş bulunuyor..

*

Ve amma. Gelelim Suriye Buhranı’nın aldığı yeni boyut veya şekil konusuna.. Rusya’nın Suriye Buhranı’na, beklenmeyen şekilde dalması tabloyu daha bir alt-üst etti..

Amerikan emperyalizmi ve müttefikleri diledikleri gibi bombardıman ediyorlardı Suriye’yi son bir yıla yakın zamandır..  Bu durumdan Beşşar Esed de memnundu..  Çünkü  yarım asrı bulan Baas ideolojisi ve partisinin ve de (Baba- Oğul) Esed Hanedanı’nın diktatörlüğünden kurtulmak isteyen bütün muhalifler hem Beşşar’a karşı ve hem de dünyadaki başka güçlerin ve de birbirlerinin rekabetlerinden doğan düşmanlıkları da hesaba katmadan birbirleriyle de savaşıyorlardı.

Buna rağmen dile getirdikleri çok radikal söylemler bütün emperyalist güçleri de ürkütüyor  ve onlar da bu grupların daha da güçlenmeden önlenmesi gerektiğini, aksi halde ilerde daha büyük problemler oluşturabileceklerini düşünerek tedbirler alıyorlar ve sadece Irak’da değil, Suriye’de de ezmek gerektiğini hesab ederek Suriye’ye destursuz giriyorlar ve etrafı bombalıyorlar yakıp yıkıyorlardı..

Burada, Suriye’de olup bitenleri, bu ülkenin mazlum sivil halkının çektiği ızdırab, felaket  ve karşı karşıya kaldıkları musibetleri tekrarlamaya gerek yok..

Ama, şimdi devreye Rusya da girdi.. Gerçi Rusya Suriye’de hep vardı ve 50 yıl öncelerde Cezayir, Libya, Mısır, Suriye,  Irak ve Güney Yemen gibi ülkeler Sovyet Rusya’nın ideolojik ve savunma şemsiyesi altında sayılırken, şimdi Rusya’nın elinde sadece Suriye kalmıştı ve   Doğu Akdeniz’deki bu tek üssü yitirmek istemiyecekti.

Ama, Rusya’nın başı da son üç-dört senedir gerek Gürcistan, gerekse Ukrayna ve hele de Kırım yüzünden ağrıyordu..

Bu bakımdan, Suriye Buhranı’na çok etkili şekilde müdahale edeceği herhalde beklenmiyordu..

Hattâ,  o kadar ki, Beşşar Esed’in iki hafta öncelerde Rusya’ya gitmesi ve arkasıondan Rusya’nın bazı savaş gemilerinin Aaakdeniz’e geçmesi ve savaç uçaklarının da Bulgaristan izin vermeyince İran ve Irak üzerinden Suriye’ye intikali  gibi askerî hareketlilikler bile Amerikan Dışbakanı J. Kerry tarafından, sırf  Suriye’deki kendi güçlerinin güvenliği için alınmış tedbirler cümlesinden değerlendirilmişti..

Ama bütün bu varsayımlar geçersiz artık..

Çünkü Rusya vargücüyle ve de DAİŞ ve en’Nusra gibi örgütleri bombalamak adı altında, gerçekte ise Beşşar Esed rejimiyle savaşan kim varsa onların her birisini de ezmeye başladı.

Amerika, Rusya’nın böyle bir atak yapacağını tahmin etmiyordu herhalde..

Ya da, kendisini ve müttefiklerinin bir yılı bulan  ve yine de  netice alamadıkları  onca ağır bombardımanlarından sonra,  bilerek, bu bataklığa Rusya’yı da çektiler..

Ama, Osmanlı’nın tasfiyesinden sonraki yüzyıl boyunca Ortadoğu coğrafyalarını sırf Batı hristiyanlığının planlarına göre tanzim eden Ameria ve müttefiklerinin bu coğrafyayı kolayca Rusya’ya bırakmıyacağı da göz önünde bulundurulmalıdır.

Gerçi Rusya da bunu bilerek. Yanına bir de bölgeden,ü Müslüman coğrafyalarının ve halklarının bir parçası olan İran’ı da alıyor, ama, uzun vâdede, Suriye’de istediği gibi bir düzenleme yapabileceği kuşkuludur..

*

Bu arada belirtelim ki, Beşşar Esed’in yakın destekçilerinden İran’ın önde gelenlerinden bir ismi de geçtiğimiz günlerde, ‘Suriye’den inşirah verici, gönül açıcı müjdeli haberler geliyor..’ diyordu..

Beklediği bu imiş denilebilir, herhalde..

*

Bu noktada, Türkiye de elbette diken üstünde..

NATO üyesi olduğu halde, NATO’nun kendisini her an satabileceğinin defalarca test etmişti..

Ama, özellikle Suriye konusunda, hem Rusya’yla karşı kartşıya gelmden, hem NATO’yu kendisine karşı tahrik etmeden nasıl bir siyaset izleyebilecektir; bu, çok hassas bir konu..

Sadece şu var ki, geçmişte Amerika ne derse, ‘Yes man..  Başüstüne efendim!..’ diyen bir hükümet yok bugün ülkenin başında..

Evet, dikleşmemeye de dikkat ediliyor, ama başı dik bir siyaset izlenmesine de olanca çaba harcanıyor.. Bu da Türkiye ve bölge için bir şans..

Buriye Buhranı konusunda taa baştan önerdiği , sivil halk kitlkeleri için bir tampon bölge ve uçuşa yasak bölgeler oluşturulması gibi tekliflerinin değeri şimdi anlaşılıyor; ama, çok geç artık..

Ancaak, İran’ın da Rusya’yla birlikte – orada zaten var olan askerlerini – resmen de Suriye’ye sokacağına dair haberlerden sonra, Türkiye’nin tepkisi nasıl olur ve NATO’yu  filan takmadan devreye girer mi ya da, girecek olsa, NATO ona dur dediğinde, Türkiye neler yapabilir, bunları öngörmek çok çetin bir mes’ele..

*

Geçmiş olsun: Hürr. yazarı Ahmed Hakan, 30 Eylûl gecesi evinin önünde bir saldırıya mâruz kalmış ve bedeninde bir takım darbe izleri ve kaburgalarında kırılmalar meydana gelmiş..

Bu gibi şiddet eylemlerinin sadece belli meslektekilere değil, herkese yapılmasına da karşı çıkılması gerekir. Bu anlayışla, bu saldırıyı tel’in ediyorum.. Neyse ki, saldırganların yakalandığı ve uyuşturu ticareti, tehdid ve şantaj gibi suçlardan sicillerinin dolu olduğu iddia ediliyor.

Ancak bunu saldırıyı bile, hemen Tayyib Erdoğan’ın yaptırdığı gibi saçma iddiaları HDP eşbaşkanlarının Demirtaş ve Yüksekdağ’ın birlikte yaptıkları bir açıklamayla dile getirmeleri Erdoğan düşmanlığı’nı bir paranoia  derecesinde tutmaya çalıştıklarının bir göstergesi..

Keşke bu saldırı, Hakan’ın, bu saldırıdan 8-10 saat kadar önce, eski siyasetçilerden ve ülke içi ve uluslararası planda malî yolsuzluklarla anılan Cem Uzan’la twetter’de girdiği bir ağız dalaşında, ona hitaben yazdığı, ‘(Paris’in en ünlü caddesi) Şanzeli’ye kadar kovalarım lan seni…’ gibi sokak ağzı tweet’lerle lekelenmeseydi..

*

Bu vesileyle belirteyim..

Bu gibi saldırılar, hele de sağa-sola saldırmakta ölçüsüz ve delilsiz hareket edip, medya araçlarını sorumsuzca kullananlar için daha bir kaçınılmaz durumlar da ortaya çıkarabilmekte.. 20 yıl öncelerde sırf kendilerinin ya da ticarî faaliyetlerinin aleyhinde yazılmış yazılardan dolayı sorumlu tutularak İstanbulda öldürülen -üstelik de oldukça düşük tirajlı  bir yayın organında çalışan- iki gazeteceyi hatırlıyorum..

Geçenlerde Çanakkale’de  gün ortasında iki arkadaşla dolaşırken, 35 yaşlarında intibaını veren bir hanım bana ismimle hitab ederek,  ‘Merhaba….  (filan) bey!..’deyip el uzatmaz mı!.

Hiç beklemiyordum, doğrusu..

Merhaba dedim, ama, biraz da kuşku ile.. ‘Bir yanlışlık yapmıyor musunuz..’ dercesine baktım..

‘Yoo.. Yooo.. Sizi fotoğrafınızdan tanıdım.. Cumh. gazetesinde çıkan fotoğrafınızdan.. ‘ dedi..  O zaman anladım ki, sözkonusu gazetede, Star’da yazmaya başlamam hasebiyle, tamamen yalan-yanlış bilgilerle ve o gazetenin öldürülen bir yazarının oğlunun kaleminden hakkımda bir şeyler yazılırken, meğer kocaman bir fotoğrafım da kullanılmış imiş..

Demek oluyor ki, fotoğraf deyip geçmemeli.. Bazan, bunlar birilerine saldırı malzemesi ya da hedef göstermek için de kullanılabiliyor.

Ama, deveye binen çalının arkasına gizlenemez..

Bereket ki, beni bir gazetedeki fotoğrafımdan bile tanıyan hanım insaflı idi ve ‘Sizin o yazılanlara verdiğiniz cevabı da okudum. Takib ediyorum..’ dedi ve sanki yazdıklarımdam tatmin olmuş gibiydi

dirilişpostası

Bu yazı toplam 789 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar