Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

Muhtardan Cumhurbaşkanına kadar...

İyi bir yönetilen olmadan, iyi bir yönetici olunmaz. Yüce Allah’ın yönetimine boyun eğmeden, başarılı bir yönetim siyaseti izleyebilmek imkânsızdır.

Bu haftaki mesajımız; bir aile babasını da, çocukları olan bir ev hanımını da, bir okul müdürünü de, bir hizmete öncülük eden dernek-vakıf başkanını da, küçük bir mezra muhtarını da, bir ilin sorumluluğunu üstlenen valiyi de ve nihayet bir ülkenin genel idaresini sağlayan, beşeri riyaset makamlarının en büyüğünde oturan bir başbakan veya cumhurbaşkanını da kapsamına almaktadır.

Yönetim, kısaca idare demektir. İdare ise devretmek, çekip çevirmek (Yanihayatı, insanları, kurumları, birimleri) kullanmak, memleket işlerini, aileyi, bir vakfı, devleti evirip çevirmek manasında zengin bir kelime, çok şümullü bir kavramdır.

Lider; yönetim, hizmet ve cihadın her çeşidinde hep önde olmak zorundadır.

Eğitimde ise, durum farklıdır. Tıpkı, yürüme çağına gelen çocuğunu yere bıraktığında düşüp düşmediğini kontrol etmek için çocuğunun arkasında duran anne gibi, eğitimciler de, eğittikleri muhataplarını önlerine almayacak olurlarsa, onların doğru yol üzerinde yürüyüp yürümediklerinden emin olamazlar. Şu halde yönetici, yönetirken ardına bakmayacak, fakat yönettiği halkı/grubu peşinden gelmeleri için eğitirken, onları önüne alacaktır. 

Yönetim, yönetilenin olduğu her yerde cebri olarak kendini gösteren, zerreden küreye varlığın kurtuluşu için olmazsa olmaz bir kimliğe sahip, hâkimlerin hâkimi olan Yüce Allah’ın, mahlûkatın anayasasına yerleştirdiği bir sünnet-i ilahidir. Yönetimin, tarihin hangi dönemine giderseniz gidin, bozuk, yanlış ya da doğru uygulanışıyla değişen, fakat var oluşuyla değişmeyen bir mazisi vardır. 

Bulutlar kendilerine yön verecek rüzgâra, arz kendisini sabit kılacak dağlara, evler içlerinde oturulabilmesi için çatıya, devasa gemiler su üzerinde ilerleyebilmek için dümene, hayvanlar dahi rahat bir hayat yaşayabilmek için sürü çobanlarına ihtiyaç duyarlar. Rabbimiz canlı-cansız tüm varlığı kuşatan yöneten-yönlendiren ve yönetilen-yönlendirilen olarak iki zümreye ayrılmış, bir nizam ve kaide koymuştur.

  Mahlûkata karşı Allah adına yönetim vazifesini üstlenen insan, haricen ikinci bir kimlik daha kazanacak, içinde bulunduğu sosyal statüsüne göre ya yöneten ya da yönetilen olacaktır. Fakat her iki durumda da değişmeden uygulanması gereken şey, bulunduğu konumun hakkını vermek ve sıfatının ahlakını da kazanmış olmaktır. 

Aslında hiçbir yönetici sadece yönetici, hiçbir yönetilen de sadece yönetilen değildir. Her yöneticinin üzerinde bir yönetici, her yönetilenin de yönettiği bir yönetilen vardır. Buna göre insan; her durumda Allah’ın yönettiği yönetilen, bazı durumlarda da yöneticisine vekâleten idareci olabilmektedir. Fakat ne olursa olsun Rabbine karşı tek bir kimliği vardır, o da yönetilen olmak. İyi bir yönetilen olmadan, iyi bir yönetici olunmaz. Yüce Allah’ın yönetimine boyun eğmeden, başarılı bir yönetim siyaseti izleyebilmek imkânsızdır.

İdare eden, idare edilenden daha fazla sorumluluğa sahiptir. Zira yetki ve kuvvet paralelinde,  sorumluluklar da artar ve azalır. Buna göre inançlı bir yönetici, insanlara karşı hizmet etme, Rabbine karşı da kulluk yapma yükümlülüğünün çıtasını yükseltmiş kimsedir. Gücü ve otoritesi, kendine verilen etki gücü kadar vecibesi var demektir. 

Yöneticiye; uhdesinde, yönettiklerinin kul hakkı imkânını bulunduran kimse nazarıyla bakıldığında, Müslüman şahsiyeti ile tanınan ve İslâm tarihinde hayırla anılan idarecilerin, görev almamak için her türlü yolu neden denedikleri ve yönetilen safında kalabilmek için verdikleri üstün çabanın gayesini anlamak kolaylaşacaktır. “Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz” hadisinin kapsamına kendi rızasıyla girmek, şuurlu bir mü’min için hayli zor olsa gerektir. 

Nitekim tarih, idareci konumuna getirilmeyi istemeyen, hatta bundan ateşten kaçar gibi kaçan müslüman şahsiyetlerin örnekleriyle doludur. Onlar, işin mesuliyetini kavramaları sebebiyle, görevin layıkıyla ifası hususunda derin kaygılar taşıyorlar, kulların hakkını üstlenmemek için azami gayret sarf ediyorlardı. Emevî halifesi Ömer bin Abdülaziz’in göreve geldikten sonra yaşadığı ağır sorumluluk hissinden her gece yatağında avuca alınmış bir kuş gibi titrediğini söyleyen hanımı Fatıma’nın ağzından, bu düşünceyi doğrulayan şu sözler dökülüyordu: “Keşke idarecilik mesuliyeti bize tevdî edilmeseydi, keşke o vazife ile aramızdaki uzaklık, güneşle dünya arasındaki mesafe kadar olsaydı…”

Ne var ki kadını-erkeği ile insan, yaşamı boyunca üstlendiği roller gereği çobanlık elbisesini giymiştir. Yapılması icap edense bunu yüklenmemek için kaçmak değil, gücümüz nispetinde layıkıyla yerine getirebilmek için gayret ve çalışmayı elden bırakmamaktır. Fakat elde edilen yetkiler kötüye kullanıldığında, yönetilenlerin hakları sömürülmeye başlandığında, kendisine sunulan istisnai statü ve getirileri istismar edilmek istendiğinde; artık bu yönetici, bulunduğu mevkide yıllansa dahi sınavı kaybetmiş kabul edilmelidir.

Bu anlatılanlar; makro planda siyasi liderlere, mikro planda ise aile babaları ve ev hanımlarına şamildir. Şu halde, üssünden iyi bir yöneticilik performansı bekleyen yönetilen, yönetici olduğu konumun hakkını vermelidir ki, arzuladığı gibi bir yönetim  siyasetine muhatap olabilsin.“Amelleriniz yöneticilerinizdir, onlar sizlerin eseridir.” (Acluni, I, 146; II, 127) hadisinin gölgesinde diyoruz ki; okul müdüründen iyi bir yönetici olmasını isteyen öğretmen, sınıfında; eşinden iyi bir aile reisi olmasını bekleyen hanım, çocuklarına yapacağı anneliğinde; belediye başkanından iyi bir yönetim performansı bekleyen muhtar, mahallesinde; muhtarından iyi bir yönetim grafiği görmek isteyen mahalleli, ev hayatında ve nihayet iyi bir devlet yönetimi isteyen halk, kendi yaşamının devam ve idamesinde iyi bir yönetici olmakla mükelleftir. Aksi takdirde değişimi Ra’d suresi 11. ayetle şarta bağlayan Allah, kötü yönetim politikası takip edenlerle iyi yöneticileri değiştirmeyecektir: “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah onlarda bulunanı değiştirmez.” 

Yönetici, Allah adına vekil olarak, yetki alanına giren insanların işlerini istikrar ve uyum içinde yürütme adayı, Yaratan’ın isteklerini hayata yansıtmasıyla, deyim yerindeyse O’nun yeryüzündeki eli konumunda olduğunun farkında olmalıdır. Bu farkındalık ve yükünün ağırlığını idrak, ona daha çok çalışma azmi verecek, başarı elde etmesi için mesaisini artırması gerektiğini hissettirecektir.

yeniakit

Bu yazı toplam 966 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar