Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Mücadelede sadece yenmeyi düşünüp, yenilmeyi göze alamayanlar..

İstanbul"da bir bombalı saldırı daha oldu.. Bereket ki, saldırıyı yaptığı belirtilen kişi dışında ölüm olmamıştır.. 30 küsur yaralıdan 20 kadarı polistir.. Esasen, suikasdçi, polis otobüsüne binmek istemiş ve engellenince bedenine sardığı patlayıcıları, kendisinin de parçalanmasını sonucunu ortaya çıkaracak şekilde patlatmıştır. 

Hadisenin hemen arkasından yapılan bazı çevreler PKK"yı suçlu olarak gösterirken, bazıları da Devrimci Karargâh isimli bir örgüt veya Ergenekon veya daha başka karanlık odakları göstermeye ağırlık verdiler..

Ama, son olarak ortaya çıkan belge ve bilgiler gösteriyor ki, sözkonusu eylemci, PKK"nın Kandil"deki kamplarına kadar gitmiş ve Fehman Huseyn tarafından da özel eğitimlerden geçirilmiş birisi..

PKK"nın siyasî platformdaki sözcüsü konumunda olduğu bilinen BDP"nin sorumlulurı ise, bu saldırıyı suçladılar ve bunun PKK ile olmasının mümkün olamıyacağını belirttiler.. Çünkü, PKK tek taraflı bir "ateş-kes" süreci başlatmıştı ve bu durumun 7,5 ay sonra (12 Haziran 2011"de) yapılacak olan genel seçimlere kadar sürdürülmek istendiğine dair niyetler A. Öcalan adına da dile getiriliyordu..

Hatırlayalım, 6 ay kadar önce Reşadiye kırsalında 7 askerin ölümüyle sonuçlanan bir saldırıyı da PKK önce kabullenmemiş, BDP önde gelenleri de bu saldırıyı kınamışlar  ve amma sonra, bu saldırının PKK"ya bağlı mahallî timlerin, kendi inisiyatiflerini kullanarak gerçekleştirdikleri bizzat PKK tarafından da kabullenilmişti..

Bu son saldırı da, benzer şekilde PKK"daki iç çatışmaların ürünü olduğu şeklinde kabullenilirse, şaşılmamalıdır.

*

12 Eylûl 2010 Referandumu"ndan hemen sonra Şemdinli"de bir köye gitmekte olan bir minibüse yapılan saldırı sonunda 10 kadar sivil insanın katledilmesi sonrasında da, ortaya yığınla iddialar atıldı.. Kimisi, PKK"nın yaptığını söyledi, kimisi bölgedeki jandarma güçlerinin ve onlarla işbirliği yapan JİTEM gibi mevcudiyeti resmen kabul edilmeyen, ama, varlığı bilinen kanunsuz oluşumların elinin bu cinayette olduğu ileri  sürülüyordu.. Bilinen şu ki, o köyde devlet tarafından silahlandırılmış ve korucu denilen, çok sayıda maaşlı yerli kişiler vardı ve amma, buna rağmen, referandumda  PKK /BDP"nin boykot çağrısına büyük çapta uyulduğu görülmüştü..

Yani, bu duruma göre, devletle işbirliği yapan bu koruculardan intikam almak isteyen PKK da yapmış olabilirdi bu saldırıyı; onca korucusu olmasına rağmen, PKK"nın istediği istikamette boykota katılanları cezalandırmak isteyen ve kendilerini o yörede "devlet" zanneden resmî TC. güçlerinin anti-terör  faaliyeti adına sergilediği bir terör eylemi de sözkonusu olabilirdi.. O cinayet de henüz tamamiyle açıklanabilmiş değil... Ama, şu veya bu tarafı suçlayan ve kendi düşüncelerine aykırı görüş belirtenleri rejimin veya PKK"nın yanında niteleyenlerin değerlendirmeleri ortada..

Bu gibi yaklaşımlarla, gerçeğin kavranılamıyacağı da ortadadır..

Bu noktada, düne kadar müslüman kimlikleriyle temayüz etmiş nicelerinin bugün ya, devleti korumak veya itiraf olunmayan bir gizli türkçülük duygularıyla laik rejimin yanında; ya da kürdçü duygularla PKK"nın çizgisinde yer aldıkları görülmektedir, yazık ki.. Demek ki, bu gibi kimseler için, İslam, başka görüşlere ve inançlara, -tarihimizde de nice örnekleri olduğu üzere-  bir payanda olarak görülmektedir, yazık ki.. Halbuki, müslüman insan, İslâm"dan daha azîz bir değer tanımamakla da mükelleftir.. 

*

Bu arada, geçmişte de, Abdullah - Osman Öcalan veya Şemdin - Sırrı Sakık kardeşler arasında yaşanan ve derin düşmanlıklara varan ihtilaflar ve silahlı mücadele gruplarında meydana gelen iç zıdlaşmalarda, taraflarda birbirine bertaraf etmek için, aynı şekilde, çok kanlı metodlara başvurdukları da unutulmamalıdır..

Hatırlayalım ki, ne zaman bir "ateş-kes"  ihtimali veya "silahlı mücadele"nin durması ihtimali ortaya çıktığında, kendi varlıklarını kan akmasında gören karanlık güç odaklarının kan akıtmaktan asla çekinmeyeceklerinin yığınla örnekleri, pek çok mücadelede olduğu gibi TC / PKK boğuşmasında da vardır..

*

Silah güçlerinin azalması ve kaçakçılıklarının ve servet yığma kapılarının kapacağı korkusuna kapılan  resmî üniformalı güçler kadar, dağlardaki gerillaların da kendilerini etkisizleştirebilecek bu gibi adımları etkisiz hale getirmek için, ne gibi kanlı manipulasyonları yaptıkları en çarpıcı örnek, 1993 yılında, Güneydoğu Mes"elesi"nin tam da Meclis" de görüşüleceği günün arefesinde, 33 askerin Siirt"te katledilmesi hadisesidir. O cinayetle, Meclis, bu konuyu 17 sene daha ele alamamıştır.. Ve orada, o askerleri silahsız -savunmasız olarak oraya gönderen kumandanların hesabları kadar, o kanlı baskını başarıyla uygulayan PKK"nın emellerinin eylem planında nerede, nasıl birleştiği de ortadadır..

*

Bugün de, PKK"nın dağ yönetiminden Murad Karayılan ve (Suriyeli) Bâhoz Huseyn Fehman arasında bir liderlik yarışı olduğu ileri sürülüyor ve bu saldırının, takib edileceke mücadele strateji veya taktikleri açısından, bu iki isim etrafındaki güçlerin görüş farklılıklarından meydana geldiği ileri sürülüyordu.. PKK"nın Kandil"deki başı Murad Karayılan, daha geçen hafta, "Devlet bizi yenemez, biz de devleti yenemeyiz.." diyordu.. Son 30 yıllık kanlı boğuşmadan sonra, bu sözün, kolayca reddedileceği de ortada.. Yani, bir fâsid daire içinde bulunulmaktadır ve bu mücadele sürecekse, kimin ne yaptığını önceden kestiremeksizin, bu kan anaforunda daha nice canlar telef olacaktır..

Şimdi de, benzer iddialar dile getiriliyor.. Ve BDP çevreleri de, Öcalan da, kontrolün kendi ellerinden çıkabileceğinin korkusunu yansıtan açıklamalar yapıyorlar..

*

*HAS PARTİ.. Yeni bir arayışın ürünü mü?

Nûman Kurtulmuş"un SP Genel Başkanlığı"na geliş ve gidişi çizgisince yaşanan hadiseler, bu hareketin son 40 yılı bulan seyr"u seferini takib edenlerce bilinmektedir.

Şimdi Halkın Sesi Partisi adıyla bir yeni parti kurulmuştur, Kurtulmuş liderliğinde.. Partinin kısa adının -İçişleri Bakanlığı"na yapılan bildirimde de- HAS Parti olduğu bildirilmiştir.. (O halde, kendi adının kısaca AK Parti olduğunu tüzüğünde belirlemiş olan Adalet ve Kalkınma Partisi"ni ısrarla A-Ke-Pe diye telaffuz edip isimlerle oynamaktan meded umanlar, şimdi de HAS Parti"yi Ha-Se-Pe diye telaffuz ederek, bir yanlışı sürdürecekler midir, bunu gelecek günler gösterecektir..)

*

Türkiye"nin sosyo-politik ve psikolojik yapısının yeni bir partiye ihtiyaç duyup duymadığını 7,5 ay sonra yapılacak olan genel seçimler gösterecektir.. Ancak, şu unutulmamalıdır ki, toplumlar genel olarak, ideolojik ve yaldızlı proğramlar yerine güçlü lider tiplerinin ardından gitmekte, siyasî ve ekonomik açıdan da, sarsıntılı olmayan bir yönetimi istemektedirler.. 

Denilebilir ki, son referandumun da gösterdiği üzere, AK Parti henüz de halk kitlelerinin büyük ekseriyetinin itimadına lâyık görülmüştür; özellikle de Tayyîb Erdoğan.. Ülkeyi 8 yıldır yöneten Erdoğan"ın, normal olarak çok yıpranması gerekirken, bugün böyle bir yıpranmışlık henüz gözlenmiyor.. Bu, belki, muhalefet partilerinin zayıflığından da gelmektedir.. Ama, Erdoğan"ın bütün sosyo-politik  dengeleri gözeterek gösterdiği yönetik mahareti, genelde büyük kitlelerce destekleniyor gibi.. Bu arada, o, kendi kalbindeki değerleri de, kendisine göre bir zamanlama takib ederek hayata yansıtmaya çalışmaktadır.. Bu hususta "zamanından önce davrandı" veya "geç veya yavaş davrandı.." gibi suçlamalar yapılsa bile, Erdoğan"ın 80-90 yıllık bir kemalist-laik statükonun, bir oligarşik diktanın birkaç sene içinde değiştirilemiyeceğini, mevcud sistemi çabucak değiştirmenin mümkün olamıyacağını gözönüne alarak, yolunda dikkatli adımlarla ilerlediği söyleyenebilir.

Bu bakımdan, 7 ay gibi kısa bir süre sonra yapılacak bir seçimde, yani 3-4 ay sonra seçim sath-ı mailine girilecek bir ülkede, Nûman Bey dostumuzun çok fazla bir varlık göstereceği hayallerine kapılanlar olursa, bir hayal kırıklığı yaşayabilirler..

Nûman Bey zamanında oy nisbetini yüzde 2,2"lerden 4,5-5"lere doğru tırmandırmış olan SP"nin oylarının SP ile HAS Parti arasında bölünmesi gibi bir tablo olursa, buna şaşılmamalıdır..

Ayrıca, Nûman Bey, SP"de meydana gelen iç ihtilafta, haklı idiyse, doğruluğuna inandığı yolda mücadeleyi vermeden sahneden çekilmesi, insanî ilişkilerde kavgadan uzak durmak veya kaçınmak gibi bir efendiliği yansıtıyor şeklinde değerlendirilse bile; siyasetin tabiatı açısından gerekli olan mücadeleyi vermeksizin kenara çekilmenin kendisine puan kazandırdığı söylenemez.. Tam tersine, kendi haklılığı konusunda tereddütleri olduğu kanaati besliyenlerin elini güçlendirdi..

Bu da, gelecekte, iktidara gelinse, bir muhtıra ile karşılaşılacak olsa, o zaman, mücadeleyi göze alamıyacak bir naifliği bünyesinde taşıyor.. Bu naiflik, yeni bir parti ihtiyacı iddiasını da kemirir..

*

Bu arada belirtmeliyim ki, bu sahayla ilgili hemen herkesin ya susarak, ya da acı bir tebessümle görüşünü yansıttığı durum, Necmeddin Erbakan"ın, -sağlık açısından nasıl elverişsiz bir durumda olduğu ortadayken-, SP"nin Genel Başkanlığı"na gelmesi veya getirilmesinin çok tuhaf karşılandığı görülmelidir.. (Eyyûb-el"Ensarî  Hz.leri"nin, Arab çöllerinden İstanbul"un fethi için harekete geçen müslüman ordusunun içinde 85 yaşında yer aldığı şeklindeki karşı savunmalara, nicelerinin, "o mübarek zât komutanlık gibi sıfatlara tutunarak gelmemişti, ve ayrıca o zaman asansör yoktu.."  şeklindeki izahlar karşısında en hararetli savunucularının bile, susmak zorunda kaldıklarını unutulmamalıdır..)

Bir kimsenin inandığı değerlere ömrünün son nefesine kadar bağlılık göstermesi  elbette alkışlanılmalıdır, ama, bunun illâ da, bir takım şeklî sıfatlara ve koltuklara oturarak sağlanamıyacağı da unutulmamalıdır..

Bu açıdan, N. Erbakan, 40 yılı aşan siyasî mücadelesinin muhatab kitlesi içindeki en tartışmalı bir noktaya gelmiştir ve bu durumdan ızdırab çekenlerin sanıldığından çok çok fazla olduğu da görülmelidir..

*

*"Korku İmparatorluğu"nun ana üssü CHP"deki büyük deprem..

CHP"de, Deniz Baykal"ın 16-17 yıl süren karşı konulamaz liderliğinin, kendi partisinden birevli kadın m. vekili ile müstehcen görüntülerinin yayınlanmasıyla, Mayıs-2010"da utanç verici bir şekilde sona ermesinden ve istifa edip evine çekilmesinden hemen sonra.. Binlerce partilinin, günlerce CHP Genel Merkezi etrafında toplanıp, ortaya çıkan o utanç sahnelerine rağmen Baykal"a gözüyaşlı destekler verdiklerini hatırlayalım..

O günlerde susan bir isim vardı, Önder Sav.. CHP Genel Sekreteri..

Baykal"ın 52 yıllık dostu idi..

Baykal"ın artık siyasî hayatta tutunamıyacağı hesabına ağırlık veren çevrelerde, yeni bir lider aranıyordu.. Partinin vitrininde pohpohlanan bir isim olarak, son zamanlarda Kemal Kılıçodaroğlu gündeme gelmişti..

Bu isim,eski bir yüksek bürokrattı..

O, M. Kemal rejimince kanlı şekilde ezilmiş ve Tunceli"leştirilmiş bulunan Dersim"dendi ve -kendi ifadesiyle- alevî dedesi olan bir babanın oğluydu.. 

Ama, Gen. Sekreter Önder Sav"ın, Kılıçdaroğlu"na geçit vermiyeceği söyleniyordu..

Kılıçdaroğlu ise, asla liderlikte gözü olmadığını ve aday olmayacağını kesin bir dille belirtiyordu.. Ama, Önder Sav"la gizli görüşmeler yapıp, bir anda, partinin başına getiriliverdi..

Ama, Kılıçdaroğlu, Sav"ın gölgesinde ve onun eliyle sunulan bir Genel Başkanlıkın ezikliği içindeydi.. Kılıçdaroğlu"nun, üzerine bir gulyabanî gibi abanan Sav"ı bertaraf etmek isteyeceği söyleniyordu..

Her ne kadar medyada, bu yolda bir takım rahatsızlıklar dile getirilse de, bunlar hep yalanlanıyordu, ama, yine de birşeyler olduğu hissediliyordu.. Ayrıca, Deniz Baykal da, artık yeniden sahneye dönebileceğinin ve eski dostu Sav"ın kendisine attığı dost kazığının acısını çıkarmanın ve partinin başına yeniden dönmenin planlarını içinde gösteriliyordu.. Bunun için de, Sav"la Kılıçdaroğlu arasındaki gizli ihtilafta, ağırlığını Kılıçdaroğlu"nun tarafında koyuyordu..

Bu durum, nihayet 3 Kasım 2010 günü, müthiş bir şekilde patlayıverdi..

CHP tüzüğündeki bir takım noksanlıkların tamamlanması için, Yargıtay Başsavcılığı"nca CHP"ye yazılan bir ihtar Kılıçdaroğlu"nun elini güçlendirdi.. Kılıçdaroğlu, derhal, 13 Genel Başkan Yardımcısını da, Genel Sekreteri de değiştirdi ve yeni isimleri Yargıtay"a bildirdi..

Ama, CHP"nin Kurultay"dan sonraki en yetkili organı olan CHP Parti Meclisi, Önder Sav"ın elindeydi ve  Önder Sav, bu vazifelendirmelerin kanunsuz ve geçersiz olduğunu açıkladı..

Kılıçdaroğlu ise, CHP"nin 53 yıldır (doğrusu, 60 yıldır) tek başına iktidara gelemediğini, bunun bu partideki "korku imparatorluğu" ve "koltuklarına yapışanlar" yüzünden olduğunu söylüyordu.. CHP yönetim kadrolarının gücünü halktan almadığını söyleyen Kılıçdaroğlu, gücünü halktan almayanların bu partide yerinin olmadığını söyleyip kapıyı gösteriyor,  "ortaya bir yeni CHP çıktığını" "müjde"liyordu..

Yani, Kılıçdaroğlu, liderliğin gerektirdiği bir çetin mücadeleye adım attığını gösteriyordu..

Önder Sav ve arkadaşları ise, "CHP"nin, tarihinde görülmemiş derecede bir Genel Başkan tasallutunda olduğunu" söylüyor ve "o gibilere bu partide yer olmadığını" açıkça belirtiyordu..

Kemalist-laik rejimin ana üssü ve anaç partisi CHP,  İnönü- Ecevit arasındaki liderlik yarışmasından sonraki en büyük kavgayı yaşıyor.. Bu satırların yazıldığı sırada, her şey toz-duman içindeydi ve önümüzdeki günlerde, ortayla nasıl bir tablo çıkacağını kestirmek çok kolay değil.. Hele, bu tablonun 7 ay sonra yapılacak seçimleri nasıl etkileyeceği daha bir meçhul..

Şimdilik bilinen, Sav"ın Baykal"a karşı Kılıçdaroğlu"yla duruma hâkim olmasından 6 ay sonra, şimdi Baykal"ın Kılıçdaroğlu"yla ittifak edip, Sav ve ekibini safdışı etmek için bir parti içi darbe yaptığı..

Kemalist-laik rejimin kalbinde ciddî bir kriz ve beyninde ciddî bir tıkanma meydana gelmiştir.. Bu rejimin, bu korku imparatorluğunun müslüman halkımıza bir asra yakın zamandır çektirdiklerine baktığımızda, kimlerin gözyaşı dökeceği ortadadır..

 

haksöz

Bu yazı toplam 2624 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar