Modern Çağda İnsan ve Gelenekçi Devrimcilik

Modern Çağda İnsan ve Gelenekçi Devrimcilik

Modern çağ, insanın Kutsal’la olan bağlarını koparmasına ve yeryüzünde bir “İmansızlık Medeniyeti” inşa etmesine yol açtı… Küresel çaplı modern kölelik sistemi, geçmişte yaşamak için çalışan insanı, modern dünyada çalışmak için yaşayan bir robot haline ge

Atilla Fikri Ergun/Modern Çağda İnsan ve Gelenekçi Devrimcilik

Modern çağ, insanın Kutsal’la olan bağlarını koparmasına ve yeryüzünde bir “İmansızlık Medeniyeti” inşa etmesine yol açtı. Bugün itibariyle Allah’a imanın yerini sermayeye, üretim araçlarına, maddi ilerlemeye, lükse, konfora ve kariyere tapınma almış bulunuyor. Çok-uluslu şirketlerin hüküm sürdüğü günümüz dünyasında, insanlığın aklı ve vicdanı felce uğramış durumda. Küresel çaplı modern kölelik sistemi, geçmişte yaşamak için çalışan insanı, modern dünyada çalışmak için yaşayan bir robot haline getirdi.

Modern çağın yol açtığı sonuçları şu şekilde özetlemek mümkün:

1- Sömürü küreselleşmiştir.

2- Herkesin kendi derdine düştüğü günümüz dünyasında manevi-ahlaki değerlere ve topluma olan bağlılık azalmış, ahlaksızlık had safhaya ulaşmış, bireycilik ön plana çıkmıştır.

3- Maddeye ve maddi başarıya tapınma, modern hayatın olmazsa olmazları insanı yaratıcısına, varlığa, doğaya ve kendisine yabancılaştırmıştır.

4- Manevi-ahlaki değerlere bağlılığın yerini maddi değerlere bağlılık almıştır.

5- Aile kurumu zayıflamış, yıkılmaya yüz tutmuştur.

6- İnsan para peşinde koşmaktan kendisine zaman ayıramaz hale gelmiştir. Bir başka ifadeyle insanın okumaya, düşünmeye, değer üretmeye, sanata… ayıracak boş vakti kalmamıştır.

7- İnsanlığın diğer yarısını teşkil eden kadın, tüketimi teşvik etmek amacıyla reklam malzemesi, dolayısıyla seks objesi haline getirilmiştir.

8- İnsan kuru akılcılığın esiri olmuştur.

9- Bilgi ticari meta haline getirilmiştir. Geçmişte insanlığa faydalı olmak için ilim öğrenen insan, bugün daha fazla güç ve çıkar elde etmek amacıyla ilim öğrenmektedir.

10- Bu ahval ve şerait içinde insan monotonlaşmış, boşluğa düşmüş ve ümidini yitirme noktasına gelmiştir. İnsan, modern çağda geneli itibariyle kendi varlığını anlamsız ve saçma bulmaktadır.

İslam Dünyası da mevcut tablonun dışında değil. “Günümüz Müslümanı” modern çağın yol açtığı sonuçlardan nasibini fazlasıyla almış bulunuyor. Bu noktada insanlığın özellikle 18. yüzyıldan bu yana kurtuluşu “izm”lerde aradığını ve ortaya çıkan düşünce ve dünya görüşlerinin Müslümanları da derinden etkilediğini belirtmekte yarar var.

Hiç şüphesiz adalet temelli yeni bir sosyal, siyasî ve iktisadî yapı meydana getirebilmek için öncelikle inanç ve düşünce dünyamızı ıslah etmek, Tevhid’i öncelikle zihinlerimizde gerçekleştirmek, dolayısıyla parçacı ve indirgeyici yaklaşımlardan kaçınmak zorundayız.

Şu halde aynı soruyu yeniden sormak kaçınılmaz: Hangi eksende hareket etmeli, nasıl bir değişim ve dönüşüm modelini esas almalıyız? İnsanlığın tarihi, felsefi, kültürel birikimi ve toplumsal tecrübeleri bize üç ana seçenek sunmaktadır:

1- Devrimcilik.

2- Evrimcilik.

3- Gelenekçilik.

Bunları kısaca tanıyacak olursak, devrim, bütün gelenekleri birden bire ortadan kaldırmayı, evrim de tedricen yok etmeyi amaçlar. Gelenek ise, değişme ve değiştirmeyi hedeflemesine karşın devrimin ve evrimin karşısındadır. Zira gelenek, toplumu bir arada tutan ve koruyan en önemli unsurdur. Dolayısıyla birden bire veya tedricen değişim, toplum için yarar değil zarar getirir. Bu nedenle önce yeni bir geleneğin oluşturulması gerekmektedir. Bunun neticesinde diğerleri toplumsal hayattan çekilecek ve oluşturulan yeni gelenek toplumu bir arada tutmaya ve korumaya devam edecektir.(1)

İslam tarihi söz konusu olduğunda, gelenek, genel olarak statükocu, muhafazakâr bir karaktere sahiptir. Sahih-muharref ayrımı yapmaz, tarihi bir bütün olarak kutsar, hurafeleri dahi sahiplenir.

Bu tanımlama çerçevesinde ne devrimciliğin ne evrimciliğin ve ne de gelenekçiliğin düşünce dünyamızda yeri olmamalıdır. Bu üç seçeneğin dışında bir başka seçenek daha söz konusudur ki, Müslümanların içine düştükleri durumdan kurtulmaları ancak bu seçeneğe başvurmaları halinde mümkün olabilir: Gelenekçi Devrimcilik.

Bu noktada İslam nokta-i nazarından “gelenek” ve “devrim” kavramlarının ifade ettiği anlamın, yukarıda sözünü ettiğimiz anlamlardan bütünüyle farklılık arz ettiğini belirtmekte yarar var. İslam’ın devrimle, yani inkılâpla -ki, ben “devrim”i bu anlamda kullanıyorum- kast ettiği şey, insanlık geleneği olarak ed-Din’e dönüş, dolayısıyla zulmün bertaraf edilmesi, insanın ve buna bağlı olarak toplumun ıslahı, gerek ferdî gerekse içtimaî yaşantıda manevi-ahlaki ilkeler çerçevesinde şekillenen, hukukun hüküm sürdüğü, adalet temelli sosyal, siyasî ve iktisadî bir yapının meydana getirilmesidir.

Bu durumda toplumsal alt-üst oluş (yani devrim/inkılâp), sahih-muharref ayrımı yapmaksızın geleneği bütünüyle ortadan kaldırmaz, aksine her şeyi aslına irca eder. Daha önce zulüm hüküm sürmekte iken, söz konusu alt-üst oluşla birlikte adaletin ikame edilmesi söz konusu olur. Dolayısıyla İslam nokta-i nazarından hem devrim hem de gelenek “sahih mecraya dönüş” anlamı taşımaktadır.

Peygamberlerin mücadelelerine baktığımızda bunu apaçık bir biçimde müşahede ediyoruz. Öyle ki, her bir peygamber kendinden önceki peygamberlerin hidayetine tabi olmuş ve ilk insandan bu yana Din’in gerçekleri hiçbir zaman değişmemiştir. Yapılan şey, Din’e sonradan ilave edilen unsurların temizlenmesi, tarihi süreç içerisinde yozlaşmanın neticesi olarak ortaya çıkan ve hayatın her alanına nüfuz etmiş bulunan cahiliye âdetlerinin (muharref geleneğin) yıkılması ve ihtiyaca binaen birtakım hükümlerin neshedilmesi ve bunların yerine yeni hükümlerin vazedilmesidir.

Meseleyi gayet derinden kavramış bulunan sömürgecilik, özellikle İslam Dünyası’nda geleneğe hücum etmiş ve onunla amansız bir mücadeleye girişmiştir. Zira Müslümanları, tarihi, felsefi, kültürel ve toplumsal köklerinden uzaklaştırmanın yegâne yolu, geleneği -ki, dinamik bir süreçtir- bertaraf etmekle mümkün olabilirdi. Buna karşın ilk İslamcı neslin, sömürgeciliğin yok etmek istediği geleneğe sahip çıktığını, bununla birlikte sahih-muharref ayrımına gittiğini ve Din’in esaslarına bağlı kalmak şartıyla usûlün yenilenmesine taraftar olduğunu görüyoruz.

Her halükârda yolun sonu ıslah ve tecdide çıkıyor. Bozulmuş olanı aslına döndürmek, içtihat kapısını açık tutmak ve Din’in esaslarına bağlı kalmak şartıyla aslî kaynakları güncelleştirerek Hakikat’i asrın idrakine söyletmek… Pek tabii modernizm örneğinde görüldüğü gibi “cinayet” ve “intihar” seçeneklerini de unutmamak gerekir.

Umutla, gelenekle ve devrimle…

—————————————

Dipnot:

1- Konuyla ilgili olarak bkz. Ali Şeriati, Medeniyet Tarihi (1), Çev: İbrahim Keskin, Fecr Yay., s. 196-197’de 23. dipnot.