Mimari eserler de bir ruha bağlıdır

Mimari eserler de bir ruha bağlıdır

Bir düşüncenin, bir ruhun şekilleşmesinin veyahut şekilde yansımasının en tipik örneklerini başta mimari olmak üzere sanat eserlerinde görürüz...

Mahmud Erol Kılıç

Platon’dan beri işlenerek gelen manevi öğretilere göre düşüncenin şekil almış yani form tutmuş haline form panse (forme-pense) denir. Bir düşüncenin, bir ruhun şekilleşmesinin veyahut şekilde yansımasının en tipik örneklerini başta mimari olmak üzere sanat eserlerinde görürüz. Bu açıdan sanat eserlerinin arkasında yatan derin bir sembol dünyası da bulunmaktadır. Bazı kültür ve din seviyeleri karşıtları ile savaşırken onlara ait sembollerle de savaşırlar. Yüksek kültür ve din anlayışı seviyesini yakalamış olanlar ise bunları içselleştirerek sahip çıkma yoluna giderler. Düşmanla savaşmayı ise sadece askeri alana indirgerler. 

Ayasofya’yla karşılaştığınızda onu yıkmak yerine ondan daha güzelini karşısına dikebiliyorsanız sizin medeniyet vizyonunuz var demektir. Sizin bir kabile devleti olmaktan çıkıp bir imparatorluk haline gelmenizi sağlayan arifleriniz, bilgeleriniz, filozoflarınız var demektir. Ve tabii onları dinleyen yöneticileriniz de..

Mostar’daki o güzelim sembol köprü sırf Müslümanların mirasını, medeniyetini sembolize ediyor diye Bosna savaşı sırasında Sırplar tarafından bombalanmıştı. Yani sadece insanları öldürmekle kalmıyorlar onların kültürel mirasını da yok etmeye çalışıyorlardı.

Vahhabi düşüncenin uzantısı Taliban Afganistan’da hakim olduğu yerlerde bin yıllık Buda heykellerini top atışına tutmuştu. Oysa ki orada pek çok İslam medeniyeti gelip geçmiş ve hiç birisi de bunları yok edelim dememişti. Aynı şeyi aynı fikrin uzantısı olan el-Kaide Suriye’de Palmira’da yaptı. Hatırlıyorum Mısır’da Mursi iktidara geldikten sonra bazı ultra-selefiler devletin ilk iş olarak Mısır’ın sembolü haline gelen Piramidleri yıkarak işe başlaması gerektiğini ileri sürmüşlerdi.

Türkiye medyasında pek yer almayan bu konudaki yeni bir olayı da sizlerle paylaşmak istiyorum.

Malum olduğu üzere Hindistan Moğul imparatoru Şah Cihan 14. çocuğu Gevher Begum’u doğururken vefat eden çok sevdiği karısı Mümtaz Mahal’e bir türbe olarak 1632’de muhteşem bir eser yaptırmıştı. Bendenize yakından görmenin ve mermerlerine dokunmanın nasip olduğu Tac Mahal adındaki bu eser dünyanın yedi harikasından birisi olarak kabul edilmiştir. Mimarı Konya’dan.. Mimari çiziminin Büyük Şeyh İbn Arabi’nin Fütühat’ında Âlemin Mertebelerini anlattığı yerde derkenara çizdiği bir şekilden ilham alınarak çizildiği ileri sürülür. Gerçekten muhteşem bir eser. İnsanoğlu böyle bir şeyi nasıl yapabilir diyeceğiniz güzellikte muhteşem bir eser. Sert bir madde olan beyaz mermerin içi oyularak başka renklerdeki taşların kakılması suretiyle oluşturulan tezyinat insanın aklını başından alıyor.

II. Dünya Savaşı sırasında Japonların, 1965 – 1971 Pakistan Hindistan savaşlarından yara almadan kurtulan bu eser şimdi iki tehlike ile karşı karşıya. Yanı başından geçen Yamuna nehrini de kirleten yakınlardaki Mathura Petrol Rafinerisi’nden etrafa yayılan asit yağmurları güzelim beyaz mermerleri sarıya çevirmeye başladı. Çevre kirliliği doğrudan havaya açık bir haldeki bu eseri tehdit ediyor. Her geçen sene rengi bozuluyor..

Fakat ikinci bir tehlike daha var ki bazı yönleri itibari ile birincisinden daha kötü diyebiliriz. O da dini fanatizmin Tac Mahal’i de tehdit ediyor olması. 1983 yılında Tac Mahal Unesco tarafından Dünya Mirası listesine alınırken ‘Hindistan’daki Müslüman Sanatının Mücevheri ve dünya mirasının hayranlık uyandıran evrensel şaheserlerinden birisi’ ifadelerini kullanması bazılarını rahatsız etmişti.

Bugünlerde o eyalette seçim var. Halkın sorunlarını çözmekten kaçan politikacılar hedef saptırma yöntemi ile reel sorunlarla hiç alakası olmayan afaki konularla kitleleri oyalarlar. Bu örneklerden bir tanesi de Uttar Pradesh eyaletinin iktidar partisi BJP’nin bakanı Yogi Adityanath’nın seçim kampanyasında yaptığı talihsiz şu açıklamalar: “- Tac Mahal bize, Hind kültürüne ait değil. Bu yüzden bizi yansıtmayan bir eserin replikalarının da bazı hükümet yetkilileri tarafından ülkeyi ziyaret eden yabancı misyonlara hediye olarak verilmesine karşıyım”. Bunun üzerine Bölge Turizm Bakanlığı Uttar Pradesh eyaletini ve Agra şehrini tanıtan broşürlerden Tac Mahal’i çıkarma kararı aldı. Düşünebiliyor musunuz size bir Agra broşürü veriyorlar içinde Tac Mahal yok. Hatta “Incredible India” broşürü verecekler ve içinde Tac Mahal yok. Eyfel’siz Paris şehri broşürü veyahut Ka’besiz Mekke Şehri broşürü gibi bir şey. Bölgenin Din ve Kültür (?) bakanı Chaudhary gelen tepkilere pişkince: “- Evet çıkardık ve onun yerine Hindu mabedi Guru Gorakhnath Peeth resmini koyduk” dedi.

Bu talihsiz açıklamalar başka fanatikleri de fişekledi. Bir yetkili çıktı ve:  “- Aslında Tac Mahal’in yerinde Tejo Mahalaya adında bir Şiva Mabedi vardı. Burayı Müslümanlar zorla ele geçirip genişleterek bugünkü Tac Mahal’i elde ettiler” dedi. Bunun gibi aslı astarı olamayan teoriler ortaya dökülmeye başlandı.

Şunu da söylemek isterim ki burası bugün Hindu fanatiklerin değil Müslüman fanatiklerin yani Vahhabi Taliban’ın elinde olsaydı yine aynı akıbet onu beklerdi. Bizimkilerin gerekçesi biraz farklı olurdu ama yine de yıkılmaktan kurtulamazdı. Neticede bir türbedir ki bu da şirktir. So simple…

Yıllar evvel konuştuğum bir genç selefi Arap bana “Bir gün gelecek Sultanahmed Camii’ni yıkacağız” demişti. Unutamam. Ben de “Bak hele” diyerek istihza ile yüzüne baktığımda “Çünkü orası bir mescidden ziyade bir kiliseye benziyor” demişti. Türk ve İslam Eserleri Müzesi Başkanlığım döneminde Yunan asıllı Amerikalı bir işadamının bize, Türkiye’ye yaptığı teklif ile bu gencin hedefleri örtüşüyor. Belki o selefi genç bu adamdan bir ihale alabilir. Adam demişti ki “Sultanahmet Camii’nin her bir taşına numara vererek buradan taşıyalım. Ayasofya’nın minarelerini başka bir camiye nakledelim. Burasını Bizans dönemi Hipodromu olarak yeniden kurgulayalım. Bunun karşılığında size şu kadar turist getirmeyi taahhüt ediyoruz”.

Benzer şekilde Kosova’da Osmanlı camilerinin hazirelerindeki mezar taşlarını selefi gençler kırmaya başladıklarında en büyük alkışı Sırplardan almışlardı. Diğer taraftan yokolmuş bir camiyi ihya etmek isteyen bazı hayırseverler orada yaptıkları kazıda buldukları mezar taşları ile tarihsel varlıklarını ispatlamışlardı.

Bu arada Başbakan Modi fanatiklerinden birinin Modi Mandir adında bir mabedi onun için inşa edeceğini ve bahçesine 30 metre yüksekliğinde bir de Modi heykelini dikeceğini söylediğini de nakledeyim. Modi’ye tapmıyoruz dediyse de ileride ne olacağını kim kestirebilir ki? Siyasi liderlerin ilahlaştırılması Kşatriyaların kendilerini Brahman zannetmesi ya da öyle sunmalarından beri gelen evrensel bir kırılma.

Geçen haftaki yazımda Ekim 1917 Bolşevik İhtilali’ni yapan devrimcilerin St Petersburg gibi bir müze şehre “Bunlar burjuva sanatı” diye saldırmadığını ve pek çok şeyin korunmuş olduğunu hayretle aktarmıştım. Fakat bizde maalesef Selçuklu-Osmanlı mirası nedense her alanda inkar edilme yoluna gidildi. Komünist devrimcilerde dahi olmayan bu zihniyet kimi yerde hala devam etmektedir. Hazır Hind Altkıtası'ndan söz açılmışken bu konuda bir gözlemimi paylaşayım. 2007 Mevlana Yılı münasebeti ile geldiğim İslamabad’da, sefirlik konutunda verilen bir davette, bizim oradaki Sefaret binamızın mimarisinin ne kadar çıplak betonlu ve soğuk bir mimari olduğunu gözlemlemiştim. Ne bölgede uzun yıllar hakim olan Türk sanatından ve ne de Anadolu mimarisinden bir esinti yoktu. Bu görüşümü paylaştığım Türk ve Pakistanlı meslektaşlarım da beni teyid etmişlerdi. Sonra o binayı yapan mimarımızın web-sitesinde şu sözleri okuyunca bir kere daha “özgüvensizlik” üzerinde okumalarımı derinleştirmeye niyetlenmiştim: “Tasarımımız ‘Yurtdışında Türkiye’yi temsil edecek bir yapının mimari ifadesi ve kimliği nasıl olmalıdır?’ sorusu etrafında gelişir. Genel kabul gören bir eğilim olan kiremit çatılı, saçaklı, kemerli ‘Milli Mimari taklitleri’ katılmadığımız bir tavırdır. Yapının hedefi 20. yüzyıldaki modern cumhuriyeti temsil etmek[tir]”.

Oysa komşu İspanyol sefaretinde Endülüs motifleri, ve az ilerideki İran sefaretinde İsfahan mimarisi örneklendirilirken bu ülkeler de cumhuriyet rejimleri ile yönetilmekteydiler.

Hasılı mimari deyip geçmeyelim, bizim için belki bir sanat eseri ama birileri içinse hala savaş alanı…

yenişafak