Mescid-i Aksa İmamı'nın kartviziti

Bir hutbesindeki direniş çağrısı yüzünden Harem-i Şerif’e girişi yasaklanan Mescid-i Aksa İmamı İkrime Sabri hakkındaki haberleri okurken 2002’ye döndüm. Şeyh Sabri gibi direnişçi olan ve Siyonist işgal rejiminin karakollarına çekilip duran o zamanki Mescid-i Aksa İmamı -şimdiki Kudüs Müftüsü- Muhammed Hüseyin’le İstanbul’daki görüşmemize…

 

***

 

İHH'nın Fatih’teki genel merkezindeyiz. Murat Yaşa, bizi Filistinli misafirleriyle tanıştırıyor: Mescid-i Aksa İmamı Şeyh Muhammed Hüseyin, Kudüs Sosyal Dayanışma Vakfı Başkanı Dr. İsmail Hasan ve Filistin Büyükelçiliği yetkilisi Abdulkerim Bey.

 

“Ehlen ve sehlen” diyoruz; “hoşgeldiniz, sefa getirdiniz, şeref verdiniz.” Kalpten söylüyoruz bunu. Muhammed Hüseyin hocamızı ağırlamanın şerefini iliklerimize kadar hissediyoruz.

 

- Mescid-i Aksa’nın sesi, nefesi olarak görüyoruz sizi. Bize Mescid-i Aksa’nın mesajını iletir misiniz?

 

- Mescid-i Aksa bütün ümmete aittir. Biz orada sadece vekaleten bulunuyoruz. Esasen her Müslüman, Mescid-i Aksa’nın bekçisi olmakla mükelleftir. Bu mübarek mekânın işgalden kurtarılması için hepimiz elbirliği ile çalışmalıyız.

 

 

- “Ben Mescid-i Aksa’nın kurtarılmasına katkıda bulunmak istiyorum” diyen bir Müslüman’a tam olarak ne yapmasını tavsiye edersiniz?

 

- En önemli şey, Mescid-i Aksa etrafında bir kalkan oluşturan, Mescid-i Aksa’ya siper olan, Mescid-i Aksa’yı kanı ve canı pahasına korumaya çalışan Filistin halkının varlığını sürdürmesi ve mevcut konumunu kaybetmemesidir. Hem fertlerden hem de hükümetlerden ricamız, Filistinlileri manen ve maddeten desteklemeleridir. Kardeşlerimizin dualarına, siyasi ve diplomatik girişimlerine, aynî ve nakdî yardımlarına ihtiyacımız var. Ziyaretimize gelsinler, bizimle hemhâl olsunlar, bize güç versinler. Filistinlileri, yani Mescid-i Aksa’nın fedailerini güçlendirmek, bütün ümmeti güçlendirmek anlamına gelir.

 

“Ziyaret” talebi dikkatimizi çekiyor. Şeyh Yusuf el-Karadavi’nin “İşgal altındaki Filistin topraklarına gitmek haramdır, çünkü Siyonist işgal rejimi bundan iktisadi olarak faydalanarak gücünü pekiştiriyor” şeklinde bir fetvası olduğunu hatırlatıp, “Sizin bu konudaki fikriniz nedir?” diye soruyoruz.

 

Abdulkerim Bey söz alıyor:

 

“Doğrudur, Filistin’i ziyaret eden herkes işgalcilere bir miktar para bırakıyor. İsrail havayolları kazanıyor, İsrail otelleri kazanıyor, İsrail lokantaları kazanıyor; hülasa, İsrail kazanıyor. Yine de ziyaret fikrinin kategorik olarak reddedilmesi gerekmez. Doğu Kudüs ve diğer Filistin şehirlerinde alışveriş eden, Filistinlilere ait otellerde kalan, bizim lokantalarımızda yemek yiyip bizim taksilerimize binen turistlerin Filistin ekonomisini canlandıracakları ve dolayısıyla Filistinlilerin maddi plandaki mağduriyetlerini bir nebze olsun giderecekleri de hesaba katılmalı.”

 

Şeyh Muhammed Hüseyin, Kudüs’ün ötesindeki Filistin topraklarını ziyaret etmenin zorluğuna dikkat çekiyor:

 

“Bırakınız yabancıları, yerli halk bile Filistin’de hareket edemiyor. Ramallah, El Halil ve diğer Filistin şehirlerinden Kudüs’e gitmek isteyenler birçok yerde durduruluyor. Diyelim ki barikatları aşıp Kudüs’e kadar gelmeyi başardılar; bu sefer Kudüs çevresindeki işgalci askerler tarafından durduruluyorlar. Onları da aşıp Mescid-i Aksa’nın kapısına ulaştılar diyelim; orada da barikatlar var. Bazen cemaate yaş sınırlaması getiriliyor. 35-40 yaşından küçük olanların Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kılmaları engelleniyor. Geçtiğimiz yıllarda Ramazan’da Mescid-i Aksa’daki Cuma namazlarına 400-450 bin kişi gelirdi. Bu sene 50-60 bin kişi anca gelebildi. Kudüs’ün bazı mahallelerinden bile Cuma namazı için Aksa’ya gelmek mümkün olmadı...”

 

İbadete mani olmaktan imtina etmeyen Siyonist rejim, Filistinlilerin siyasi, içtimai, ticari, zirai faaliyetlerini baltalamaktan imtina eder mi? Etmez tabii. Etmiyor. Ekmek parasını kazanmaktan başka derdi olmayanların bile tepesine biniyor:

 

“Ekmek aslanın ağzındadır, deriz. Bizde durum bundan çok daha vahim, Filistin’de ekmeğin pahası kandır. Bir Filistinli, ailesinin ekmeğini çıkarmak için tarlasına veya dükkanına giderken kellesini koltuğuna almak zorundadır. Ölümü göze almadan sokağa çıkılamaz Filistin’de.”

 

Bu amansız işgal rejimine başkaldıranların genellikle “terörist” diye anıldığını ve İntifada’ya gölge düşürmek isteyen bazı kimselerin “Filistinliler çocuklarını topun ağzına sürüyorlar, onların cesetleri üzerinden siyaset yapıyorlar” gibi laflar ettiklerini hatırlatıyoruz...

 

Şeyh Muhammed Hüseyin, Türk basınında da sık sık gündeme getirilen ‘çocuk meselesine’ açıklık getiriyor:

 

“Filistinli çocuklar her sabah gözlerini açtıklarında bir İsrail tankı görüyorlar. Biliyorlar ki toprakları gayri meşru yollarla işgal edilmiştir ve işgalin sona ermesi için mücadele etmek şarttır. ‘Bu uğurda herkes gibi ben de elimden geleni yapmalıyım’ diyor ve harekete geçiyorlar. Taş atıyorlar mesela. Sonra zafer işareti yapıyorlar. Çocukların zafer işareti yaptığını gören yaşlılar, kadınlar, gençler, onlarla iftihar ediyor, onlara gıpta ediyor. Çocukların büyükler tarafından bir şey yapmaya zorlandıkları doğru değil. Tam tersine, çocuklar yetişkinlere ilham veriyor. Bir ay içinde şehit olan Filistinlilerin yüzde 38’i çocuk. Savaş içinde doğan, şehitlerle yan yana büyüyen çocuklar korku bilmez.”

 

Bazı kimseler Filistinli çocukların dillere destan yiğitliğini modern akıllarına sığdıramıyorlar. Böyle şeylerin ancak masallarda, efsanelerde olabileceğini düşünüyorlar. Halbuki, “Filistin bir hayal veya masal değil, gerçek!” Böyle diyor Muhammed Hüseyin.

 

- Mescid-i Aksa’daki hutbelerinizde Filistin gerçeğini olduğu gibi anlattığınızı ve Siyonist işgal rejimine alenen cephe aldığınızı biliyoruz. Başınız derde girmiyor mu?

 

- Soruşturma açıp duruyorlar. Hakkımızdaki dosyalar epey şişkin. Vaizlerin Filistin halkını kışkırttığını, İntifada’nın camilerden beslendiğini söylüyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: “Bizim yaptığımız, İslam’ın çağrısını nakletmektir. Üzerimize vacip olan işi yapıyoruz.” Mescid-i Aksa’nın bekçileri olarak birçok tehdit ve tehlikeye maruz kalmamız tabiidir. Bunlar dert değil.

 

O “dert değil” dese de, biz bunları dert edinmemiz gerektiğini biliyoruz. Mescid-i Aksa’ya siper olan serdengeçtilerin yükünü paylaşmak boynumuzun borcudur. Nasıl mı paylaşacağız? Şeyh Muhammed Hüseyin’e göre Türkiyeli Müslümanlar için bunun en iyi yolu İHH kanalıyla Kudüs Sosyal Dayanışma Vakfı’na omuz vermek...

 

Dr. İsmail Hasan, vakıf hakkında şu bilgileri veriyor:

 

“1992 yılından beri faaliyetteyiz. Özelde Kudüs, genelde bütün Filistin halkının sosyal dayanışmasını koordine ediyoruz. Şehit çocuklarına, hapse düşenlerin ailelerine, her türlü ihtiyaç sahibine yardım ediyoruz. İşgal mahkemelerine düşenlerin hukuki meseleleriyle ilgileniyoruz. Halkımızın medeniyet içinde ayakta kalması için çalışıyoruz. Filistin halkıyla diğer Müslüman halklar arasındaki bağları güçlendirmek için gayret sarfediyoruz. İslam ülkelerindeki hayır kurumlarıyla ilişki kuruyor ve finans desteği almak için zengin Müslümanlara müracaat ediyoruz...”

 

Murat Yaşa, görüşme süresinin sonuna yaklaştığımızı bildiriyor. Yavaş yavaş müsaade istemeliyiz. Şeyh Muhammed Hüseyin’e dönüp, “Efendim” diyorum, “müsaade istemeden evvel bir şikayetimi arz edebilir miyim?”

 

Şaşırıyor, ama cevabı tabii ki müsbet oluyor. Şikâyetimi şöylece arz ediyorum:

 

“9 yıl kadar önce Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmiştim. Harem-i Şerif’e iki kapıdan girilebildiğini, Müslümanlar ve gayrimüslimler için iki ayrı kapının bulunduğunu söylediler. Ben, haliyle, Müslümanlara mahsus kapıya yöneldim. Bir İsrail askeri yolumu keserek ‘Müslüman mısınız?’ diye sordu. Müslüman olduğumu beyan ettim. Beni tepeden tırnağa süzdü. Görmeye alıştığı Müslümanlara benzetemedi galiba. İsmimi sordu. ‘Hakan’ dedim. ‘Abdullah, Muhammed, Hasan gibi bir isminiz yok mu?’ diye sordu. ‘Hayır, ama Müslüman olduğumu kanıtlayabilirim’ dedim. Cebimden pasaportumu çıkarıp din hanesini aramaya başladım. Bulamayınca, nüfus cüzdanımdaki ‘Dini: İslam’ bölümünü gösterdim. ‘Bunun uluslararası geçerliği yok. Lütfen birkaç adım ötedeki turist kapısını kullanın!’ diye kestirip attı. Müslüman kapısından geçmeye çalışan her şüpheliyi durdurma emri aldığı anlaşılıyordu. Araplarla sorun çıkmasını istemediği için işi sağlama almaya çalıştığını hissettim. Sonradan Şaron’u bile içeriye aldılar ya, neyse; ayrı mevzu. İşgalci askere laf anlatamayacağımı anlayınca, ‘Arap görevlilerden birini çağırırsanız meseleyi halledebiliriz’ dedim. Talebimi makul karşıladı. Bir Filistinli geldi. O da ismimi sordu. Hakan’ı o da şüphe çekici buldu. Babamın ismi olan Ziya’yı ve annemin ismi olan Gülbeyaz’ı da beğenmedi. ‘Niye birkaç adım daha gidip öbür kapıdan geçmiyorsunuz? İkisi de aynı yere çıkıyor’ dedi. ‘Madem buraya Müslüman kapısı dediniz, öyleyse ben buradan geçeceğim. Çünkü ben bir Müslüman’ım elhamdulillah’ diye karşılık verdim. Sonra da, Müslüman olduğumu anlasın diye, Yasin suresinin ilk sayfasını ezbere okudum. Ondan da etkilenmedi. Öbür kapıyı göstermeye devam etti. Son çare olarak, kelime-i şehadet getirdim. ‘Bakın’ dedim, ‘istediğiniz İslam alimine sorabilirsiniz; “bu adam az öncesine kadar kafir idiyse bile, şimdi Müslüman oldu” diyecektir...’”

 

Filistinli misafirlerimiz kahkahayı bastılar. Dr. İsmail Hasan, elini uzatıp “çak” dedi. Hepsi, ama bilhassa Şeyh Muhammed Hüseyin (ki kendisi “Mescid-i Aksa Müdürü” sıfatını da taşımaktadır), hikâyenin sonunu merak ediyordu. Kelime-i şehadet getirmemin de görevliyi etkilemediğini, öbür kapıdan geçmek zorunda kaldığımı söyleyince çok üzüldüler, biraz da mahcup oldular. Şeyh Muhammed Hüseyin, malum olağanüstü şartlar yüzünden Mescid-i Aksa görevlilerinin bazen böyle davranabildiklerini, bunun sabotaj korkusundan kaynaklandığını, Müslüman kardeşlerini bilerek ve isteyerek incitmelerinin söz konusu olamayacağını ifade etti.

 

“Sizi anlıyorum” dedim. “O Filistinli görevliye de kırılmamıştım zaten. ‘Bir şikayetimi arz etmek istiyorum’ derken latife yapıyordum. Aslına bakarsanız, Mescid-i Aksa’nın kapısında böyle bir şey yaşamak benim için çok iyi oldu. O gün, ‘Çocuklarım olursa onlara inşallah Ali veya Ayşe gibi İslam dünyasının her köşesinde bilinen ve itibar gören isimler takacağım’ diye kendi kendime söz verdim. İki çocuğum oldu. İkisi de kız. Büyüğü Ayşe, küçüğü -gene Ali olamadığı için- Fatma.”

 

Vedalaşmak üzere ayağa kalkıyoruz. Şeyh Muhammed Hüseyin, beni muhabbetle kucaklarken, “İnşaallah Ebu Ali de olursun” diyor. Sonra da kartvizitini uzatıyor: “Allah Teala nasip eder de Mescid-i Aksa’ya bir daha gelirsen ve kapıda yine sorun çıkarsa, görevliye bu kartı göster.”

Bu yazı toplam 983 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar