Mehmet Görmez Tahranda Konuştu

Mehmet Görmez Tahranda Konuştu

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen ve İslam ülkelerinden temsilcilerin katıldığı ‘29. Uluslararası Vahdet Konferansı'nda konuştu.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen ve İslam ülkelerinden temsilcilerin katıldığı ‘29. Uluslararası Vahdet Konferansı'nda konuştu.

Dünya İslam Mezhepleri Yakınlaştırma Birliği tarafından 27-29 Aralık tarihleri arasında Tahran'da düzenlenen ve ‘İslam dünyasında mevcut krizler’ temasıyla gerçekleşen konferansta konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, İslam dünyasında yaşanan mezhep çatışmalarına son verilmesi için çağrıda bulundu.

İslam coğrafyasında yaşanan sorunlara hiçbir müminin sessiz kalmaması gerektiğini belirten Başkan Görmez, İslam ülkelerinin üst düzey temsilcilerine hitaben yaptığı konuşmada “Hiçbir strateji, Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha değerli değildir. Hiçbir siyaset, Müslümanların parçalara ayrılarak birbirini katletmesini önlemekten daha önemli değildir” dedi.

İslam dünyasının ocağına ateşler düştüğünü, fitne ve tefrikanın bir hançer gibi ümmetin kalbine saplandığını ifade eden Başkan Görmez’in ‘29. Uluslararası Vahdet Konferansı'nın açılışında yaptığı konuşmadan bazı satırbaşları şöyle;

“Kendilerinden olmayan herkesi tekfir ederek ötekileştiren anlayış, İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi saplanmış durumdadır…”

Bu buluşmamız bir tefekkür ve tedebbür buluşmasıdır. Bugün Ümmetin ocağına ateşin düştüğü, ümmetin diyarında ateşin yükseldiği bir dönemde kardeşlik ahlak ve hukukumuzu konuşmak, “ümmet olma şuurumuzu” sorgulamak, vahdeti ve kardeşliği yeniden tesis etmek için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Bölgemizde yaşananlara hiçbir mümin vicdan sessiz kalamaz ve kalmamalıdır. Fitne ve tefrika ateşinin İslam ümmetini her taraftan kuşattığı günümüzde işgal ve istibdatlardan sonra bugün her türlü şiddet ve cinayeti caiz gösteren, kendilerinden olmayan herkesi tekfir ederek ötekileştiren anlayış, İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi saplanmış durumdadır” dedi.

Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı kadar bugün bizzat birbirlerinin eliyle yok edilmektedir…”

Bugün İslâm dini ve İslam alemi tarihin belki de en zor süreçlerinden birini yaşamaktadır. Öyle ki bugün Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de, Nijerya’da ve İslam coğrafyasının diğer köşelerinde çatışmaların, Allahüekber nidalarıyla intihar saldırılarının, masum kız çocuklarını kaçırmaların, camileri bombalamaların, kutsal mekânları tahrip etmelerin sonunun nasıl olabileceğini tahmin edememekteyiz. Müslümanların kanı akmaya devam etmekte; Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı kadar bugün bizzat birbirlerinin eliyle yok edilmektedir. Milyonlarca insan yerinden, yurdundan, evinden barkından, hayatından olmaktadır. Yaşanan kaos ortamı bütün dünyada İslam ve Müslüman algısını tahrip etmektedir. Tüm dünyada Müslümanların başı hüzünle öne eğilmekte, İslam dininin temsilcileri korku, dışlanma ve şiddet tehdidi altında yaşam mücadelesi vermektedir.

“Bugün iman, akıl ve hikmetten uzak terör şebekelerinin, Peygamberimizin mübarek ismini sözde bayraklarına nakşederek İslam’a verdikleri zarar, düşmanların verdiği zararı geçti…”

Bugün İslamofobiyi oluşturmak isteyen endüstri, İslam dünyasındaki çatışmaları ve yaşanan manzaraları gösterip Müslümanlar aleyhine acımasız bir propaganda yapmaktadır. Bu müşerref dini, korku dini olarak lanse etmekte, birbirinin canına, malına, ırzına kasteden Müslümanlar arasındaki fitne ateşini körüklemektedir. Bugün bizler -Ey Alimler- tefekküre, derinden düşünmeye ve mütalaa etmeye muhtacız. Zira bugün maalesef İslam’ın cahil müntesiplerinin, her türlü iman, akıl ve hikmetten uzak terör şebekelerinin, Sevgili Peygamberimizin mübarek ismini sözde bayraklarına nakşederek din-i Mübin-i İslam’a verdiği zarar, azılı düşmanların verdiği zararı fersah fersah geçmiş bulunmaktadır.

“İslam topraklarını kan gölüne çeviren çatışmaların dinin aslından ya da mezhep farklılıklarından kaynaklandığı söylenemez…”

Bu bir muhasebe buluşmasıdır. Yaşanan acıların, tefrikanın, adavetin sebeplerini sadece dış mihraklarda aramak en kolay yoldur. Suçu sadece diğer mezhebin yaptıklarında bulmak kolaycılıktır. Tüm bu hadiseleri sadece İslam muhaliflerine, şer güçlere, emperyalistlere, Siyonistlere bağlamak bizi kurtaramaz. Zira sorunların bir de iç dokumuzu, imanî ve ahlakî dinamiklerimizi, yani bizi ilgilendiren boyutu vardır. 

Diğer taraftan İslam topraklarını kan gölüne çeviren çatışmaların dinin aslından ya da mezhep farklılıklarından kaynaklandığı da söylenemez. Bu vahşetin köklerini asr-ı saadette, Hz. Peygamber’in hadislerinde, Hz. Osman’ın katliyle başlayan fitne döneminin akabinde yaşanan mezhep ihtilaflarında aramak beyhudedir. Zira bunlar, modern zamanların işgal ve sömürgelerinden sonra istibdatların gölgesinde, yoksulluk, cehalet ve esaret altında büyüyen yaralı bilinçlerin ürünüdür.

Evet, Bizler muhasebeye muhtacız. Zira kin, öfke, ihtiras ve intikam yüklü ölümcül kimlikler kendilerini mezhep görüntüsü altında meşrulaştırmaya çalışmaktadır ve biz bunlar olurken ne yapmaktaydık, neyi anlatamadık, nerde hata yaptık kendimize sormak zorundayız.

Hiçbir strateji, Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha değerli değildir…”

Bu bir vahdet buluşmasıdır. Vahdet, kardeşlik, dostluk, sevgi, dayanışmadır. Birlikte yaşama, paylaşma, ortak değerlere sahip olma, ortak ideallere yönelmedir. Tevhidin sancağı altında toplanma, Allah’ın dini yolunda her türlü dünyevi menfaati bir kenara bırakmadır. İslâm dünyasından barut kokusu yükselirken acımız ortak, derdimiz ortak, duamız ortak olmalıdır. İslâm ümmetinin yeşerttiği mümtaz medeniyetleri, bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübeleri yok sayarak yol alamayız. Bütün bu müktesebatı dışlayan, ümmetin vahdetine aykırı yorum ve dayatmalar içeren, şiddet ve zorbalık öngören nevzuhur dinî akımlara karşı hep birlikte mücadele etmek zorundayız. Hiçbir strateji Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha değerli değildir. Hiçbir siyaset, Müslümanların parçalara ayrılarak birbirini katletmesini önlemekten daha önemli değildir. Vahdete muhtacız. Zira “vasat ümmet” olma özelliğimizi yitirdik, yeryüzünün bütün muhtaçlarından, mazlumlarından sorumlu olduğumuzu unuttuk. Bu yoldan sapmaları uygun görecek miyiz?

“Müslümanların vahdetini, uhuvvetini ve maslahatını ön planda tutmak ve bu uğurda her türlü riski alarak hakkı, hakikati, adaleti ve ahlakı savunmak âlimin tavrı olmalıdır…”

Bu bir davet buluşmasıdır. Müslümanların vahdetini, uhuvvetini ve maslahatını ön planda tutmak ve bu uğurda her türlü riski alarak hakkı, hakikati, adaleti ve ahlakı savunmak âlimin tavrı olmalıdır. Bizler bu dinin şiarını üstünde taşıyan ilim insanları olarak maalesef “hac menasikini ifa ederken karınca öldürmenin hükmünü” uzun uzun izah ettik ama masum insanları katletmenin haramlığını ve “bir insanı haksız yere öldürmenin bütün insanlığı öldürmek olduğunu” haykırmayı ihmal ettik.

“Birbirimizi suçlamakla bölgemizdeki ateşi söndüremeyiz…”

Asırlardır süren ihtilafları sürekli gündemde tutarak huzura kavuşamayız. Çevremizdeki ateş çemberi her geçen gün büyürken, birbirimizi suçlamakla, eksik ve hata aramakla meşgul olduğumuz sürece onu söndüremeyiz. Gün gelip bu ateşin içinde birlikte kavrulmadan, ümmetin umudunun beraberimizde küle dönüşmesini beklemeden ateşi söndürmek için bugünden tezi yok harekete geçmeliyiz.

“Akan kanın Sünnisi Şiisi olmaz, akan kan kardeş kanıdır…”

Yetmedi mi bunca akan kan, yetmedi mi bunca işkence ve musibetler! Siyonizmin emperyalizmin kıskacında bunca aşağılanma yetmedi mi? Çıkalım salonlarımızdan, çıkalım havzalarımızdan, çıkalım camilerimizden, tekkelerimizden, Hüseyniyelerimizden. Kalemlerimizi, zihinlerimizi, kalplerimizi, gönüllerimizi devreye sokalım. Sesimizi ve çığlıklarımızı yükseltelim. Ümmetin ocağı yanıyor, Ümmetin diyarında ateşler yükseliyor. Bu fitneyi söndürmemiz gerekiyor. Akan kan Müslüman kanı! Dökülen kan Müslüman kanı olduktan sonra Sünni olmuş Şii olmuş ne farkeder? Kanın Sünnisi Şiisi olur mu? Kardeş kanına göz yumulur mu? Hangi akıl, hangi delil, hangi gerekçe bunu haklı gösterebilir?

Cinayet şebekeleri, Hz. Peygamberin ismini flamalarının üstüne yazarak tekfir beyannameleri yayınlarken bizler nerelerdeydik! Bunda bizim hiç mi kusurumuz yok? Ey Alimler! Bu kin ve nefret eken konuşmalara, bu ötekileştiren hezeyanlara karşı bizler ne yaptık?

“Tarihte Endülüs ve Maveraünnehir medeniyetlerini kaybettik, şimdi de Şam, Bağdat ve Yemen medeniyetlerini kaybediyoruz…”

Sekiz asırdır Batı’yı aydınlatan Endülüs İslam medeniyetini, Doğu’yu aydınlatan Maveraünnehir Medeniyetini, Afrika’yı imar eden İslam medeniyetlerini kaybettik. Şimdi Şam-ı Şerif’te, Selam yurdu Bağdat’ta, Hikmet beldesi Sana’daki medeniyetlerimizi kaybetmek üzereyiz, farkında mısınız? Bugün, bigâne olamayacağımız tek bir konumuz vardır. O da akan kanı durdurmak, Müslümanları birbirleriyle karşı karşıya getiren komplolara karşı durmak, içimizden ve dışımızdan beslenen her türden dahili ve harici fitne uzantılarıyla savaşmak ve ümmeti halasa çıkarmaktır.  Davete muhtacız. Zira rahmet ve merhamette buluşmadıkça, selam ve eman yurtlarını tarihte sahip oldukları huzura kavuşturamayız. Kendi evimizde, İslam coğrafyasında barışı sağlayamazsak, dünyada barış ve adaleti temin edemeyiz.

“Mezhep mensubiyetini, İslam aidiyetinin üstünde görmek asla kabul edilemez…”

Bu bir uhuvvet buluşmasıdır. Mezhepler, İslam dininin anlaşılmasındaki farklı fikir ve kanaatleri temsil eden, zamanla oluşmuş beşeri mekteplerdir. Hepsinin amacı Allah’a varan istikameti belirlemektir. Her biri ana yola varan bir tali yol mesabesindedir, ancak varacakları yer aynıdır. Mezhebi dinle aynileştirmek ya da mezhep mensubiyetini, İslam aidiyetinin üstünde görmek asla kabul edilemez. Mezhebe dayalı ayrıştırma, ötekileştirme ve çatışma taassubun ve cehaletin yansımasıdır. Mezheplerin dinin önüne geçtiği hallerde en çok zarar gören dinin bizzat kendisi olmuştur.

“Şii de olsun Sünni de olsun ama hepsi bir arada tek ümmet olsun…”

Mezhebi farklılıklarımızı birer zenginlik saymalı ve vahdetimizi muhafaza etmeliyiz. “Şiilik Sünnilik olmasın demiyorum, Şii de olsun Sünni de olsun ama hepsi bir arada tek ümmet olsun” diyorum. Sünni ya da Şii olsun, diğerinin mezhebini batıl olmakla itham eden ve kardeşini küfür ile suçlayan bir zihniyet asla iflah olamaz. Bugün Ehl-i Beyt yolu, güç ve siyaset yolunu değil, gönül ve merhamet yolunu temsil etmelidir. Ehl-i beyt bizi birbirimize bağlamalı, Resulullah’ın muhterem ailesine hürmette kusur eden, onların hakkını ihlal eden hepimizi karşısında bulmalıdır.

“Şiiler ve Sünniler tek bir ümmettir…”

Burada altını çizerek tekrar vurgulamak istiyorum: Şiiler ve Sünniler tek bir ümmettir. Evet, doğrudur, benim ülkemin çoğunluğu kendisini Sünni olarak tanımlamaktadır. Ancak bizim Sünniliğimiz orta yol ve itidalden hiçbir zaman ödün vermemiştir. Bizim Sünniliğimiz başkalarına karşı hizipçiliği öngören bir Sünnilik değildir. Bizim sünniliğimiz ehl-i beyt muhabbetiyle yoğrulmuş bir Sünniliktir. Bugün yapılması gereken, tarihin sayfalarında yolumuzu kaybetmek, tarihi şahsiyetlerden intikam almak değil, tarihten aldığımız ders ve ibretle istikametimizi belirlemektir. Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinedir, işledikleri aleyhinedir. Kıyamet gününde onların yaptıklarından hesaba çekilmeyiz, aksine kendimize, dinimize ve ümmetimize yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz.

“Hiç kimse bir başkasını, İslam’ı kendisinin anladığı gibi algılayıp yaşamadığından ötürü tekfir edemez…”

Akleden kalpler için Resûl-u Ekremin sünneti de rahmettir, Ehl-i Beyt’i de… Akledenler için adalet uğruna can veren Hüseyin de, barışı egemen kılmak için sulh imzalayan Hasan da rahmettir. Nitekim Hz. Hasan Efendimiz şunu buyurmuştu: “Aklı olmayanın edebi yoktur, himmeti olmayanın mertliği yoktur, dini olmayanın hayâsı yoktur, aklın başı insanlarla bir arada yaşamaktır.” Unutmayalım ki; hiçbir kimse bir başkasını, İslam’ı kendisinin anladığı gibi algılayıp yaşamadığından ötürü tekfir edemez.

“Cihat, terörün, vahşetin ve öldürmenin değil, diriltici bir gayretin hayat veren bir mücadelenin adıdır…”

Müslüman bir başka Müslümanı müşrik görerek onunla savaş halinde olamaz. Böyle bir çatışma İslam’ın en ulvi kavramlarından olan cihat ile beraber anılamaz. Mezhebine, fikrine ve anlayışına uymayanı tekfir ederek onu öldürmeyi, hiç kimse cihat olarak tarif edemez. Cihat; terörün, vahşetin ve öldürmenin değil diriltici bir gayretin hayat veren bir mücadelenin adıdır. Bugün, Müslümanların topyekûn başvuracağı en büyük cihat; cehalete, taassuba, fitne ve tefrikaya karşı yapacakları cihattır.

“Allah’ın dini iki kelime üzerine kurulmuştur. Allah’ın tekliği ve ümmetin birliği…”

Şüphesiz ki,  Allah’ın dini iki kelime üzerine kurulmuştur. Kelime-i tevhid ve vahdet-i kelime, yani Allah’ın tekliği ve ümmetin birliği. Biz batılı veya doğulu ülkelerin aramızda ayrılık çıkarmadığını söylemiyoruz. Zira onların bakanlarıyla, elçileriyle, uzmanlarıyla askeri görevlileriyle, güvenlik danışmanlarıyla ülkemizden ayrılmadıklarını görüyoruz. Onlar ülkelerimizdeki şiddet örgütlerini her türlü yasaklanmış savaş silahı ile donatmaktadırlar. Katillerin liderlerine kendileri için yasak gördükleri kimyasal silahlarla halklarını öldürmeye izin vermektedirler. Ölenler müstazaf olduğu sürece kendilerinden hesap sormamaktadırlar.

“Her türlü kimyasal savaş silahı ve zehirli gazları kendi halklarına karşı kullanmayı uygun görenlerin bulunmasını anlamamız mümkün değildir…”

Biz eğer, sömürgeci büyük devletlerin gerekçelerini ve Müslümanlar arasında fitne ateşini tutuşturma gayelerini, onlara her türlü kimyasal savaş silahı ve zehirli gazları verme sebeplerini anlasak da Müslümanlar arasında uluslararası hukuk yönünden ve dini açıdan yasak olan bu kimyasal silahları onlarla siyasi olarak farklı düşünse de onları düzeltme amacı taşısa da kendi halklarına karşı kullanmayı uygun görenlerin bulunmasını anlamamız, bunu tasavvur etmemiz mümkün değildir. Anlamakta zorluk çektiğimiz ve kabul edemediğimiz husus, anayasal, demokratik sivil yönetim istedikleri ve ailesini tercih etmedikleri için yüzbinlerce kişiyi öldürmesidir. Yine anlamadığımız ve daha fazla garip karşıladığımız husus, yeryüzündeki bazı Müslümanların onun yanında durması, zulmünü ve şiddetini onaylamasıdır.

“Bir zalime zulmünde destek olanı Allah onu ateşte kendisi ile birlikte hasreder…”

Bir kısmımız kendisine haksızlık etti. Müslümanların duasını lehine değil, aleyhine çevirdi. Tarihin lanetini kendisine yöneltti. Zulüm kıyamet gününün karanlığıdır. Umulur ki, güzel son en hayırlı amel olur, kendisinden öncekilere kefaret olur. Bir zalime zulmünde destek olanı Allah onu ateşte kendisi ile birlikte – Allah muhafaza buyursun - haşrder.

“Dinimizin bize emrettiği, Peygamberimizin teşvik ettiği kardeşliğe muhtacız…”

Şüphesiz ki dinimizin bize emrettiği, Peygamberimizin teşvik ettiği kardeşliğe muhtacız. Zira acılarımız artıyor, mazlumlarımız çoğalıyor, Kerbelâlar Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de ve başka diyarlarda tekrarlanıyor. Bizler bugün Ehl-i beyt yolunun bizi ayrıştırmadığını, buluşturduğunu fark etmeliyiz. Dinimizi daha derin bir anlayışla anlamak ve birbirimize karşı daha fazla sükunet ve engin bir hoşgörü ile yaklaşmak  için çaba sarf etmeliyiz.

“Geliniz, topraklarımıza ekilen fitne tohumlarının daha fazla filizlenmesine izin vermeyelim…”

Geliniz, topraklarımıza ekilen fitne tohumlarının daha fazla filizlenmesine, zehirli sarmaşıklar misali ümmetin boynuna dolanmasına, can damarlarımızı kurutmasına izin vermeyelim! Birliğimize ve dirliğimize göz diken şer odaklarının kirli emellerine alet olmayalım. Bizi birbirimize düşürmeye çalışanların oyunlarını bozalım. Saflarımızı sık ve düzgün tutalım.  Müslümanların birbirlerinin kanını akıtmalarını engelleyelim. Müslümanın Müslümana kanı ve ırzı haramdır.

“Geliniz, Mısır’da kardeşlerimize bu kapıdan el uzatalım, Suriye’de binlerce insanı evsiz bırakan siyasetlere bu kapıdan karşı çıkalım, Filistin’e bu birlik kapısından gidelim…”

Geliniz, yeniden el ele tutuşalım. Allah’ın ipine sarılırken mezhep, meşrep sorgusu yapmayalım. İslam’ın insanlık için bir sahici umut olarak var olan şeref ve izzetini dağıtmayalım. İslam’ın bize gösterdiği hedeflerde birbirimizle yarışalım. Birliğimiz güçlü olmamız ve başarılı olmamızın tek yoludur. Önce kendi aramızı islah edelim. Düşmanlık ve şerde değil, İyilik ve takvada yardımlaşalım.

Mısır’da hakları gasp edilen kardeşlerimize bu kapıdan el uzatalım,  Suriye’de binlerce insanı evsiz bırakan siyasetlere bu kapıdan karşı çıkalım, Filistin’e bu birlik kapısından gidelim,

“Ey İslâm Uleması, geliniz bu ihtilaftan çatışma üretmek yerine farklılıklarımızı olduğu gibi kabul edelim, bunu kanlı çatışmalara bahane kılmayalım…”

Geliniz, Allah’ın ihtilaf etmekte olduklarımızı haber vereceği, anlaşmazlığa düştüğümüz konuları hükme bağlayacağı o güne kadar birbirimizi yıpratmayı, zayıflatmayı bırakalım. Şia ve Sünne arasındaki ihtilafı 14 asırdır çözemediğimize göre ve bundan sonra da çözemeyeceğimize göre, Sünnisiyle Şiisiyle ey İslâm Uleması! Geliniz bu ihtilaftan çatışma üretmek yerine farklılıklarımızı olduğu gibi kabul edelim, bunu kanlı çatışmalara bahane kılmayalım. Vahdet ve kardeşliğimizi pekiştirelim!

“Geliniz, küfrün karşısında tek ses, hainin karşısında tek yürek, zalimin karşısında tek bilek olalım…”

Geliniz, küfrün karşısında tek ses, hainin karşısında tek yürek, zalimin karşısında tek bilek olalım. Dostu düşmanı tanıyalım; akla karayı seçelim; emperyalistlerin değil, ümmetin yüzünü güldürelim. Müslüman varlığının hunharca yok edilmesine seyirci kalmayalım. Mukaddesatımızla alay edilmesine, şerefimizin zedelenmesine, haremimizin çiğnenmesine müsaade etmeyelim.

“Mezhep ve meşrep farkını öne sürerek Müslüman öldürmek cihad değil, terördür…”

Geliniz, kardeşkanı dökmenin haram olduğunu, her Müslüman’ın ırzının, malının, canının dokunulmaz olduğunu bir defa daha ilan edelim. Mezhep ve meşrep farkını öne sürerek Müslüman öldürmek cihad değil, terördür. Geliniz ameller yönünden hüsrana uğrayanlardan olamayalım. Dünyada ameli boşa çıktığı halde iyilik yaptığını zannedenlerden olmayalım. Geliniz zalimin zulmünde destek olmayalım. Halkına baskı kuran yöneticiye destek vermeyelim. Bu yolun sonu ahlaki ve maddi hüsrandır.

“Küresel Siyonizm, gözlerini bize dikmiş duruyorken tarihin sayfalarındaki ihtilaflı konuları ogündeme taşımanın ne yararı var…”

Geliniz, bir daha düşünelim: Hangi ayet, hangi hadis, hangi delil, hangi hüccet İslam ümmetinin birliğini bozmaya, masum Müslüman halka ateş açmaya, yuvalara acı salmaya müsaade ediyor?  Bizler, Ümmetin derdine yeni dertler katmayalım. Küresel Siyonizm, gözlerini bize dikmiş duruyorken tarihin sayfalarındaki ihtilaflı konuları gündeme taşımanın ne yararı var? Hangi hesap, hangi proje, hangi plan bundan çıkar sağlıyor? Bunca bombardımandan sonra kimin özgürlüğü, kimin onuru, kimin insanlığı yıkıntıların altında kalıyor?

“Şehitlerin kanı sarık ve cübbelerimize sıçramışken zulme sessiz kalırsak, şiddete, teröre ‘dur’ diyemezsek bu en büyük vebal olarak defter-i a’malimize işlenecektir…”

Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanı olarak diyorum ki; Geliniz fitneyi savaştan beter görelim ve yeryüzünden fitnenin kalkması için elbirliği ile emek verelim. Bölgemizin yeniden barış yurdu olması için çatışmanın stratejisini değil, barışın kelamını yapalım, güvenin ilkelerini yazalım. Birlikte yaşamanın ahlakını oluşturarak, barışa dayalı bir hukuk inşa edelim.

Âlem-i İslam’ın gözü üzerimizdedir, Ümmet-i Muhammed’in kulağı bizdedir, mazlumların ve biçarelerin eli yakamızdadır! Şehitlerin kanı sarık ve cübbelerimize sıçramışken zulme sessiz kalırsak, şiddete, teröre “dur” diyemezsek bu en büyük vebal olarak defter-i a’malimize işlenecektir.

“Geliniz bu güzide şehirde, Tahran’da yapılan bu toplantıyı bir ahde ve misaka dönüştürelim…”

Geliniz bu güzide şehirde, Tahran’da yapılan bu toplantıyı bir ahde ve misaka dönüştürelim. Buradan yapacağımız çağrıyı dünyanın dört bucağına ulaştıralım. Çağrımızı sözde bırakmayıp eyleme dönüştürelim. Mezhebimizin ve ideolojimizin değil, İslam’ın tevhid anlayışının yayılmasını esas alalım. Ülkelerimizin içerde ve dışarda Müslümanların kanını akıtmayı içeren siyasi stratejilerine değil, dinimizin rahmet ve esenlik taşıyan evrensel mesajına öncelik verelim.

Geliniz, tanımlamalarımızı ayrılık üzerine değil, yakınlık üzerine yapalım. Ayrıştıran değil kaynaştıran olalım. Yaralayan ve karalayan değil, yakınlaştıran ve aydınlatan olalım.

“Ya Rabbi, sen kalplerimizi birleştir, saflarımızı sıkılaştır, mazlum ümmetleri necata erdir, Ümmeti İslam’ı tevhit üzere sabit kıl…”

Elimizle sebep olduğumuz musibetler, savaşlar ve afetler hepimiz için acı bir son hazırlarken tek umudumuz Sensin. Merhameti unutan yeryüzü halklarını sen ıslah eyle! Bize feraset ver; fitneyi savaştan beter görelim, yeryüzünde fitnenin ortadan kalkması için vicdanlarımızı yeniden harekete geçirelim. Bize basiret ver; İslam topraklarının barış ve eman yurdu olması için üzerimize düşeni yerine getirelim. Bize gayret ver; tarihin yıkılmasına, haysiyetin ayaklar altında ezilmesine, kardeşlerimizin katledilmesine izin vermeyelim. Bize kudret ver; müminler arasındaki kini, öfkeyi ve nefreti ortadan kaldıralım. Bize vahdet ver; silahın gücüne değil, merhametin gücüne sarılalım, bir olalım, birlik olalım. Bize sekinet ver; korkularımızı yenelim, duanın ve sözün gücüne inanarak ümitvar olalım. Rabbimiz sen kalplerimizi birleştir, saflarımızı sıkılaştır, mazlum ümmetleri necata erdir, Ümmeti İslam’ı tevhit üzere sabit kıl.

Konferansa İran Cumhurbaşkanı Ruhani ve Bakanlarla katılırken İslam ülkeleri de üst düzey temsil ile toplantıya katıldı.

Tahran’da üç gün boyunca devam edecek olan konferansta, İslam dünyasındaki sorunlar masaya yatırılarak çözüm aranacak.

Başkan Görmez, toplantının açılış programının ardından İran’da temaslarına devam edecek.