Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Meğer İslam Cumhuriyeti'nin Ne Kadar da Suçu Varmış..!!!

Azerbaycan"da Hz. Fatıma Camii"nin yıkılma kararıyla ilgili Fatih camiinde düzenlenen protesto gösterisinin haber ve videolarını hazırladıktan sonra, sitelere göz atarken, Haksöz sitesinde Yakup Aslan ağabeyin "Ayetullah Munteziri ve İnkılâp" Üzerine Bir Analiz" başlıklı yazısını görüp okuyunca, içine düştüğüm teessür, şaşkınlık ve yadırgamanın etkisiyle günün yorgunluğu ve gece yarısına rağmen, sabaha kalmadan bu yazıyı yazma ihtiyacını hissettim.

Eğer bu yazıda geçen ifadeler bir başkasına ait olsaydı, inkılap karşıtlığının sıradan bir örneği olarak görür geçerdim; ancak Yakup ağabeyin kaleminden böylesi yanıltma ve saptırma dolu satırların dökülmüş olması, bir sorumluluk gereği, bu cevabı yazmayı gerekli gördüm.

BİR: Yakup Ağabey,

Bu satırları yazarken bir vicdan muhasebesi yaptığınızı umuyorum, ya da yazdıklarınızı tekrardan bir okuduğunuzu. Yani, gerçekten bu inkılab ve nizam bu ifadelerinizi hak etti mi? Sizin adalet kriterleriniz nedir ki, bu kadar hınç dolu bir yazıyı yazmanıza elverdi?

Size önce usul noktasından –sizin de bileceğiniz üzere- siyerden bir örnek aktarmak istiyorum:

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v) ve ashabı Uhud savaşı için hazırlanırken, Medine"de münafıkların başı olan İbn-i Selül de, Müslümanlar arasında çıkardığı nifak propagandası ile, Müslümanların büyük bir kısmının savaş dışına çıkmasına sebep olmuştu. İslam kisveli bu nifak başı, İslam ordusunun müşrik-putperestler karşısında yenilgiye uğraması için elinden gelen tüm çabayı sergilemişti.

Öyle ki, Hz. Resulüllah (s.a.v) ve ashabı Uhud meydanına çıktığında, Müslümanlardan büyük bir kesim de İbn-i Selün"ün nifak propagandası sonucu geri kalmıştı.

Uhud savaşının bilinen hazin sonucunun ardından incinen müminlerin başında İbn-i Selül"ün oğlu Abdullah geliyordu. Öyle bir babanın oğlu olmasına onu öylesine yaralamıştı ki, Resulüllah"a gelerek, "Ya Resulallah! İzin ver de, o alçağın başını koparıp önüne atayım!" dedi.

Dünyanın her tarafından, bütün hukuk sistemlerinde ve ceza yasalarında "idam" edilmeyi gerektiren böyle bir ihaneti gerçekleştiren İbn-i Selül"ün en ağır bir şekilde cazalandırılması en doğal bir hukuk gereği idi. Günümüzde böyle bir ihanetin karşılığı askeri mahkemelerde yargılanıp idam mangalarının karşısında infaz edilmektir.

Acaba Hz. Resulüllah (s.a.v) incinmemiş miydi? İslam ordusunun başkomutanı ve İslam Ümmetinin önderinin kalbi, İbn-i Selül"ün oğlu Abdullah (ra.) kadar yaralanmamış mıydı? Uhud meydanında amcası, Allah"ın arslanı, Ümmetin güçlü bileği, izzetli dayanağı Hz. Hamza"nın ciğerleri parçalanmış bedeninin başına geldiğinde, gözyaşları içinde kalan bu Peygamberin içine kan dolmamış mıydı?

Zaten İslam hukuku böyle bir ihaneti en ağır bir şekilde cezalandırmayı gerektiriyordu; özelde ise Uhud meydanından sinesi acı ile dönenlerin başında Hz. Resulüllah geliyordu"

Ancak Hz. Resulüllah"ın İbn-i Selül"ün oğluna verdiği cevap bambaşka olmuştu:

"Düşmanlarımızın gözleri üzerimizde. "Muhammed şimdi de kendi adamlarını öldürüyor!" dedirtmek istemiyorum"!"

Zira, İbn-i Selül zahiren müslümandı, Müslümanlardan biriydi. Dışarıdan bakıldığında, onun infaz edilmesi, İslam toplumu içinde bir "iç hesaplaşma" olarak görülecekti. Bundan dolayı, Hz. Resulüllah (s.a.v) infaz edilmeyi yüz bin kere hak etmiş bu münafığı cezalandırmaya kalkmadan önce sağına soluna bir bakıyor: Deyim yerindeyse, konjonktürü göz önünde bulunduruyor. Atacağı adımın ne getirip ne götüreceğini hesaplıyor. Eğer İslam ordusunun ağır yara almasına sebep olan bu münafığı cezalandırırsa, düşmanlar bundan istifade ederek, başka bir hamle içine girerler mi diye ölçüp tartıyor"

30 yılını geride bırakın İslam İnkılabı tarihinin en büyük kuşatması ile karşı karşıya. ABD önderlikli Batı cephesi ile birlikte, siyonist İsrail rejimi ve bölgesel işbirlikçileri kurdukları kapan içinde İslam Cumhuriyeti"ni yok edebilmenin hesaplarıyla meşguller. Her geçen zaman İslam Cumhuriyeti"ni bütünüyle yok etmenin planlarını, tatbikatlarını ve paktlarını kurguluyorlar. Öyle ki, bütün dünyanın sessizliği ve tepkisizliği arasında, Amerika İran"a karşı "nükleer silah" kullanma tehdidinde bulunuyor ve bu arada dünya medyasında "Amerika'nın ateşlemeye hazır 15 bin kadar atom bombasının olduğu" yazılıyor...

Yani, Amerika, İran"a Hiroşima ve Nagazaki"den daha ağır bir bedel ödettirebileğini, yani milyonlarca müslümanı, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla yaşlısıyla katledebileceğini pervasızca söyleyebiliyor.

Bu İran, her ne olursa olsun, iddia edildiği üzere hangi zaafı, hangi kusuru ve hangi yanlışları taşımış olursa olsun, dünya istikbarı, bölgesel ihanet güçleri ve siyonizmin şeytanca kıskacı içine alınmak istenen bu İran, acaba hangi işlediği suçların bir bedeli olarak böylesi bir düşmanlıkla karşı karşıya? Acaba 1945"ler Nazi Almanyası"nın işlediği suçlar mı? Sankt Petersburg'a dayanan Hitler ordusunu durdurma çabası mı?

Demek İran'a da bir "Nürnberg" gerek...

Siyonist rejimin Gazze'de işlediği insanlık suçları üzerine bir rapor hazırlayan ve kendisi Güney Afrikalı bir yahudi olan Richard Goldstone, bütün dünyayı siyonist rejimin işlediği bu savaş suçlarına karşı harekete geçmeye çalışıyor. Öyle bir etki meydana getiriyor ki, siyonist rejim başbakanı Benyamin Netenyahu "Karşımızda üç büyük tehdit var, İran, füze saldırıları ve Goldstone Raporu'dur" diyor...

Bırakın şimdi siyonist rejim için yüzlerce sayfalık raporlar yazıp düzmeyi..!

Önce şu "İran'ın Nürnbergi"ni aradan çıkartalım...

Kendisi gayri Müslim olan Amerikalı Noam Chomsky geçenlerde yaptığı bir açıklamada şöyle demişti:

"İran"ın suçu Amerika"ya itaat etmemektir. İran, ABD"nin emirlerine uymadığı için tehdit olarak algılanıyor."

Bu yeryüzünün tüm özgür vicdanlarının kabul ettiği bir gerçektir.

Chomsky Amerikalıdır ama bir "vicdan"dır; aynı "Yeryüzünün Lanetlileri"ni yazan Frantz Fanon ya da kendisiyle birlikte insanlığa "vicdan"ı hatırlatan Rachel Corie gibi"

Şimdi böyle bir vasat ve süreçte, İran İslam Cumhuriyeti"ne karşı, profesyonel psikolojik savaş uzmanlarının gösterebileceği bir maharette bir yazıyı kaleme almak nereden icap etti de emperyalist ve siyonist saldırganlık karşısında sergilemesi gereken atılganlık ve cesaret, ondan önce İslam Cumhuriyeti"ne karşı gösteriliyor..!?

Acaba Yakup ağabey yazısında da belirttiği gibi, Ayetullah Muntezeri"nin vefatından sonra, konuya başka açılardan yaklaşan bazı yazılardan dolayı mı? O yazıları yazanlardan biri de ben olduğuma göre, Yakub ağabey niçin aylar sonrasını bekledi? Böyle bir zamanlamanın anlamı ne?

Bizim burada belirttiğimiz noktalar, yazının içeriğine yönelik değil öncelikle. Yazısında ileri sürdüğü noktalara da değinip kendi düşüncelerimizi de ortaya koymaya çalışacağım. Burada şimdilik böyle bir yazı karşısında ilk şaşkınlığımı yansıtıyorum sadece"

Yakup ağabeyin içinde biriktirdiği, ya da tuttuğu, Ayetullah Muntezeri"nin vefatıyla birlikte ortaya çıkan birtakım tartışmalar dolayısıyla da artık kamuoyuna açmak, dökmek istediği bir şeyler vardı demek... Elbette her ne olursa olsun insanın içine dolanlar, bir gün gelir gün yüzüne çıkar, insan fıtratıdır bu.

Yakub ağabey, birbirimizi az çok tanıyoruz. Bu ülkenin, bu coğrafyanın bu ümmetin çocuklarıyız. Geçtiğimiz yollar, yaşadığımız gerçeklikler, uğradığımız hayal kırıklıkları ve kısacası aşinalıklarımız da ortaktır büyük ölçüde...

Ya bizlerin içinde birikip yığılanlar..? Boğazımızda diken, gözümüzde kılçık gibi takılıp kalanlar..? Yutkunup durduğumuz, ama dilimize dökmediklerimiz nice acı ve gamlar..? Soruya bile dökmekten kaçındığımız, içimize atıp sinemizi kanattığımız nice konular"

Meseleyi İran ve İslam inkılabı özelinden çıkarıp da, aslında bir "Müslüman" olarak, kendimizi, ümmetimizi, tarihimizi, tecrübelerimizi konuşmak, tartışmak gerekiyor.

Keşke, en azından son yüz yıl itibariyle, İran dışında kalan ümmetimizi şöyle olduğu gibi bir konuşabilsek. İslamcılarımızı, İslami hareketlerimizi, cemaat ve hiziplerimizi" Kavgalarımızı, umutlarımızı, sancılarımızı ve üzerini sürekli kapattığımız yaralarımızı" Başarılarımızı, hüsranlarımızı ve bütün bunların nedenlerini"

Belki bundan da önce varlığımızı dayandırdığımız tüm tarihimizi. Yüzyıllarımızın yaralarını, çıbanlarını, kamburlarını... Kutsallıkların gölgesinde yaldızlayıp pazarladıklarımızı...

Sinem için için kaynıyor artık...

Göğsümün üzerine avucumu koysam da, parmaklarımın arasından akanları tutamıyorum, dipten gelen basıncın etkisi karşısında uzuvlarımı kontrol edemiyorum"

Bir not daha ekleyeyim..

Geçenlerde Bahattin Yıldız'ın Dünya Bülteni sitesinde yayınlanan "Belucistan" başlıklı yazısını okuyunca aynı halet-i ruhiyeye kapılmıştım, İslam dünyası ve İslami hareketlere ilişkin siyasal analizleriyle tanıdığımız Bahattin Yıldız kardeşimiz, İran'da Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasındaki olay ve gelişmelere dikkat çekerken şöyle diyordu:

"Tahran zindanlarında seçim sonrasında tutuklanan binlerce insan hala tutukluysa, binlercesi öldürülmüşse ve ınkılab otuz bir yıl sonra kendi dörtlüsü içindeki bir seçimi dahi kaldıramıyorsa Belucistan, Kürdistan, Türkmensahra; Şia –Sünni probleminde baskı ve çatışmanın ötesine geçemez."

Evet Sayın Yıldız, cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında binlerce insan tutuklanmış, binlercesi de rejim tarafından öldürülmüştü. İslam Cumhuriyeti denen varlığın böylesi bir yüzü vardı...! Ne SS'ler, ne de Polpod'lar İran'ın eline su dökemez kenarına bile yaklaşamazdı...

İran'da cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasındaki fitne ve kaos ortamından yararlanmak isteyen inkılabın en azılı düşmanları bile, İslam Cumhuriyeti'ne suçlama yöneltirken böyle rakamlar vermemişlerdi...

Bizler Amerika'daki seçimlerle ilgili Cumhuriyetçiler ya da Demokratlar, siyonist rejimdeki seçimlerle ilgili Likud veya Kadima hakkında bir şey yazmaya kalksak, önce kendilerinin medyasında nelerin yazılıp söylendiğine bakarız.

Siyonist rejim geçen yıl Gazze'ye yönelik o barbarca soykırımı gerçekleştirdiğinde, katlettiği Filistinliler için 1.500 rakamından fazlasını kullanmadık. "Ne de olsa bunlar siyonist, katliamcı, kan içici, 5 bin de desek olur, 15 bin de desek olur" demedik. "Siyonistler 9 bin Filistinliyi katletti, 30 bin Filistinliyi yaraladı ve şu anda 250 bin Filistinli de siyonistlerin zindanlarında" desek ve ardından da, "amacımız siyonistlerin zalimliğinin anlaşılmasını sağlamak" diye eklesek, hiç bir müslüman bizi doğrulamazdı kuşkusuz...

Ama gel gör ki, bu adına "İslam Cumhuriyeti" denen rejim, bir seçim sonrasında çıkan kargaşalar üzerine binlerce vatandaşını tutuklayıp binlercesini de öldürüyor...! Bir müslüman kardeşimizin, İslami camiadan bir siyasal analistin beyanına göre...

Atış serbet...!

İran'dır, vurun gitsin..!

Filistinli yazar Dr. Fayız EBu Şamala, "Nasrallah! Seni Sevmiyoruz" başlığı altında yazdığı yazıda diyor ki:

"Nasrullah seni sevmiyoruz!

Çünkü sen bizi kışkırtıyorsun, bizim durulmasına çalıştığımız şeyleri harekete geçiriyorsun, bizi hayatımızın normal ritminden çıkarıyor, sessizliğimizi bozuyor, bizi sığındığımızı sığınaktan uzağa çekmeye çalışıyor ve şöyle diyorsun: Araplar, İsrail"le savaşabilecek güçtedir.

Bundan daha kötüsü sen sözle söylediğini fiilen de yerine getiriyorsun, İbrani devletine açıkça meydan okuyor, böylece bizi kendi kendimizin karşısında güç duruma düşürüyorsun.

Biz ise korkuya inanan, dünyayı İsrail ordusunun yenilmez olduğuna ve büyük bir demokratik devlet olması nedeniyle İsrail"in varlığını devam ettirmek için var olduğuna inandıran kişileriz.

Oysa sen bizim safımızın dışındasın, İsrail"e karşı takındığın inatçı tavır direnişi teşvik ediyor. Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa bile İsrail ordusunun yenilmez olduğu zamanlar geride kaldı diyor.

Sayın Nasrullah!

Biz, İsrail"le müzakere ediyoruz, biz müzakere yaptığımız müddetçe varız. Ona güç yetiremediğimiz bahanesiyle İsrail"le ilişki kuruyoruz. Boyun eğmeye alıştık, kendimize bahaneler bulduk, bulduğumuz bahanelere razı olduk. Biz İsrail ve onun müttefiki ABD ile savaşamayacağımızı tekrarlıyoruz. Neden İbrani devletinin ayıbını ortaya dökerek bizim sahtekârlığımızı gözler önüne serdin?

Seni affetmeyeceğiz Sayın Nasrullah!

Halk hikâyesinde kahraman Nasrullah olmana izin vermeyeceğiz. Çünkü sen bizi zor duruma düşürdün, zayıflığımıza, yalvarmaya, boyun eğmeye ve ayaklar altında ezilmeye alışmış nefsimize acımadın. Bir de baktık ki kükrüyorsun, Tel Aviv"i bombalamakla tehdit ediyorsun. Biliyor musun bu ne demektir? Sen İbrani devletinin üzerine kurulu olduğu temeli yıkmakla tehdit ediyorsun. Dava sahibi biz Filistinliler hakkında neler söylenecek?

Bizler ki; yerleşim birimine ateş açmayı planlayanları tutukluyoruz. Hayal kırıklığına uğradık be adam! Biz ki; kendi ellerimizle Aksa"yı yıkma ve yerine sözde heykeli dikme çağrısında bulunanlara karşı direnen bütün Filistinlileri öldürüyoruz.

Çünkü senden nefret ediyoruz, sana kin besliyoruz, senden korkuyor, sessizliğimizi bozan ve etrafımızda onurun sesini ayağa kaldıran sesini duymak istemiyoruz, gevşemiş pantolon ve gömleklerimize, uçan çarşaflarımıza yaptıklarından ötürü emniyette olmanı istemiyoruz.

Sen, özellikle de çocukça politikasını ve stratejik yenilgisini göstermek için kan emicilerin liderlerimizin arkasını soymasından sonra bize ayıplarımızı örtecek bir şey bırakmadın.

Not: İnternet kurtları bu makalenin yazarını topa tutacak, Arap harfleriyle ona saldıracak, "Şii olmuş" gibi karışık ve yanlış sözler edecek ve "münafıklık ediyor", "Nasrullah ona para yedirmiş" diyecekler. Bütün bunlar önemli değil, çünkü önemli, utandırıcı, korkutucu ve aşağılayıcı olan şey "Bu yazar da Filistin davasını tasfiye etmek için Keith Dayton grubuna katılmış" denmesidir.."

Ebu Şamala böyle yazmış...

Biz de onun yazısından mülhem "Hamenei Seni Sevmiyoruz" dedikten sonra bir kere daha tekrarlıyorum:

Sinemin üzerine avucumu koysam da, parmaklarımın arasından akan damlaları tutamıyorum; dipten gelen basıncın etkisi karşısında uzuvlarımı kontrol edemiyorum"!

Bundan sonraki yazımda bu sızıntıları kağıda dökeceğim artık"

velfecr

Bu yazı toplam 2896 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar