Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Medeni olmak

Ne tartışmaymış ama, sen FETÖ’cüsün, hayır sen FETÖ’cüsün.

Eee, yargıya intikal etmiş bir konuyu tartışıyoruz. Meclis de soruşturdu bu konuyu. İdari soruşturma da oldu. Sonuç: Hâlâ tartışıyoruz, sen FETÖ’cüsün hayır sen FETÖ’cüsün. Bu tartışma bu şekilde bitmez..

Biz kim FETÖ’cü kim değil!. Kendi aramızda bu konuda uzlaşamıyoruz. ABD ve Batılı dost ve müttefiklerimiz de hâlâ tartışıyorlar “F.Gülen ve onun yol arkadaşları FETÖ’cü mü değil mi? Bu tartışma bitmez.. Altı ay bir güz gideriz bir arpa boyu bile yol alamayız.

Asıl soru şu: FETÖ nasıl bir örgüt. ABD’nin istihbarat örgütü CIA’nın kontrolündeki RAND Corp’un örgütlediği bir örgüt. FETÖ’yü yöneten tek örgüt de RAND değil. Mesela Strafor da işin içindeydi.

Bakın bu yapıya, FETÖ üzerinden değil, CIA RAND, Strafor gibi örgütlere bağlı aynı hedef için çalışan sağ-sol, Alevi-Sünni, gazeteci-STK yöneticisi, işadamı-akademisyen, politikacı- bürokrat bir sürü adam var. Bugün bunlar aramızdalar ve hâlâ aktifler, hem de her yerdeler. Bunlara kimse dokunuyor mu? Kılıçdaroğlu’nu getiren iradenin Baykal’ı götüren irade olduğunu bilmeyen var mı? Sahi kim, niçin göndermişti Kılıçdaroğlu’nu!?. Bunu bizimkiler bilmiyor mu? Siz bazı gerçekleri bilmezden geliyorsanız Batılılar niye bilmek istesinler ki! Evet BÇG’yi kim kurdu ise, FETÖ’yü de onlar kurdu. Tavşana kaç tazıya tut. Kontrollü bunalım stratejisi dedikleri de bu. 

Hadi tartışmaya devam edin, heyecanlı oluyor! Bu arada savcılık Kılıçdaroğlu için niçin soruşturma açmıyor. Hatta İlker Başbuğ’u en azından ifadeye çağırmalı değil mi? Bu konu bu şekilde siyasi bir polemik konusu yapılarak bir yere varılamaz sadece FETÖ konusu sulandırılır. Bir yandan eski darbeyi, bir yandan RAND üzerinden yeni darbeyi konuşuyoruz. Bir yandan da Suriye’de ABD ile yakınlaşıyoruz görüntüsü veriliyor. Ne oluyoruz!. Peki bu tartışmadan toplum zihninde nasıl manzara oluşuyor farkında mısınız. Eşeği dövemiyorsunuz, semerine vuruyorsunuz. ABD, CIA ve RAND’ı onun yerli işbirlikçilerini konuşun. Evet birileri Erdoğan ve AK Parti’den kurtulmak için Atlantik ötesinin kapısını çalıyorsa onu görün. FETÖ gider METÖ gelir. Gözünüze FETÖ’yü çok yaklaştırırsanız, arkasında bir ormanı kaybedersiniz.

17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi yürürlüğe girdi ve biz medeni olduk. Görün işte “Medeniyet denilen maskara mahluku görün”.. 22 Kasım 2001’de kabul edilen ve 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren 4721 sayılı kanunla “medeniyetimizi güncelledik”. Artık daha medeniyiz. İstanbul sözleşmesi 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış ve 1 Ağustos 2014’de yürürlüğe girmiş. Bir de CEDAW var.

Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi ya da CEDAW (Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against Women), 1979’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edildi. Bu sözleşme, yirmi devletin sözleşmeyi onaylamasından iki yıl sonra, Eylül 1981’de yürürlüğe girdi.

Bu düzenlemelerin hepsi “din dışı”. Ne mal varlığı, ne de neseb bağından dini kurallar dikkate alınmıyor. Mesela bizdeki ilk medeni yasada “Süt kardeşliği” neseb olarak görülmemiştir. Bu süreçte oltaya takılan iki yemden biri “eşitlik”, ötekisi “şiddet”dir.

“Türk kanun-u medenisi” olarak tanımlanan bu İsviçre’den tercüme ile aynen kabul edilen “Milli yasa” başlangıç hükümleri dışında, kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku ve borçlar hukuku olmak üzere beş kitaptan ve toplam 1030 maddeden oluşmaktadır. Bu yasa, küçük birkaç değişiklikle 1907 tarihli İsviçre Medeni Kanunu’nun bazı ufak değişikliklerle tam bir tercümesidir. 17 Şubat 1926’da kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girmiştir. Yasa teklifi maddeler olarak gerekçesiz olarak genel kurula getirilip, madde olarak müzakeresiz bir şekilde oy birliği ile kabul edilmiştir. Mahmut Esad yasa teklifi için genel bir “esbab-ı mucibe” hazırlamış, burada Mecelleyi eleştirmiş, “niçin dine dayalı yasa yapılmaması gerektiği” konusunda açıklamalar yapmış, Laik düzen için yön gösteren bu “esbab-ı mucibe”de dini “vicdani bir konu” olarak tanımlamış. Dinin dogma olduğunu, hayatın dinamik olduğunu hukukun değişen ihtiyaçlara göre değiştirilmesi ihtiyacına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Bu tartışmada “muhkem”, müteşabih” ya da “içtihad” konularına değinmemiştir. “Kemalist lobi” İsviçre medeni kanunu yerine Hollanda kanunlarını da kabul edebilirdi, ama İsviçre’de karar kıldılar. Ticaret başka ülkeden, Ceza başka bir ülkeden tercüme edildi. 6’ok da bu tercüme grubları tarafından ayrı ayrı seçildi.

Uğur Mumcu’nun dediği gibi “Türk vatandaşı İsviçre medeni kanuna göre evlenen, İtalya ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza mahkeme usulü yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir”..

Aslında hangi ülkenin yasasını alalım diye önce İtalya medeni kanunu, sonra da Alman medeni kanunu incelenmiş, İtalya medeni kanunu eski, Alman medeni kanunu ise karmaşık bulundu. O zamanki Adalet Bakanı olan ve İsviçre’de iktisat eğitimi aldığından Mahmut Esat bey (Bozkurt)’un ısrarı ile İsviçre’de karar kılınmıştır. Bozkurt Kanun maddelerinin tek tek müzakere talebini “kanunun bir bütün olduğu, ya tamamen kabul edilmesi ya da reddedilmesi gerektiği” söyleyerek şiddetle karşı çıkar ve onun dediği olur. Mahmut Esat bey kanunun yasalaşmasından 2 yıl sonra bir Fransız gazeteciye verdiği mülakatta ‘’bıraksak kanunu düdüğe çevireceklerdi’, buna izin veremezdik’ diyerek kanunun meclisten nasıl geçirildiğini anlatmıştır.

Prof. Dr. Ahmet M. Kılıçoğlu konu ile ilgili bir makalesinde şu değerlendirmeyi yapar: “Kıta Avrupası hukuk sistemlerinin amaçladığı gibi çağdaş yeni bir toplum yaratılmak istenmiştir. Özel hukukun bütün alanlarında uygulanabilen ilk yedi maddesi, kişiler, aile, miras ve eşya hukuku alanında getirdiği çağdaş düzenlemeler ile yeni bir hukukun ve toplumun temelleri atılmıştır.”

Bu makalede yer alan şu ifadeler de ilginçtir. Yasa yeniden tercüme edilmiş, batıdaki değişikliklere bağlı olarak değişiklikler yapılmış, alelacele çıkarılan yasadaki yanlışlıklar da yasa değişikliği ile düzeltilmiştir: “Yürürlüğe girdiği tarih itibariyle oldukça arı bir Türkçe ile kaleme alınmış olan Türk Medeni Kanunu’nun dili, Türkçemizin zaman içinde gelişmesi karşısında eskimiş, bazı hükümleri yeni kuşakların anlayamayacağı hale gelmiştir. Öte yandan; kanunun hazırlık çalışmaları sırasında İsviçre Medeni Kanunu’nun Fransızca metninden yapılan çevirilerde bazı hatalar yapılmıştır. Bütün bunlardan daha önemlisi aradan geçen süreç içinde gerek ulusal gerekse uluslararası olmak üzere Medeni Hukuk alanında çok önemli gelişmeler olmuş, İsviçre başta olmak üzere Batı Ülkelerinin yasalarında çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunların başında Aile Hukuku alanındaki gelişmeler ve değişiklikler yer almıştır.” 

Bugün birileri hâlâ “İstanbul sözleşmesi” ve CEDAW’ı savunuyor ya! Onlar F.Gülen ve dostlarının manevi mirasına sahip çıktıklarının farkındalar mı? 

Unutmadan, evet “ameller niyetlere göredir” ama, tek başına iyi niyet insanı sorumluluktan kurtarmaz. Çoğu zaman da “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.” Sakınalım ki, Şeytan bizi Allah’la aldatmasın! Selâm ve dua ile. 

Bu yazı toplam 782 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar