Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Maraş ve Sivas izlenimleri

28 Şubat 1997 Zorbalığı’nın 19. yıldönümü dolayısiyle Özgürder’in tertip ettiği toplantılara katılmak üzere 27-29 Şubat günleri Maraş ve Sivas’ta idim. 

Birçok Anadolu şehri gibi Maraş’ı da, özel durumum dolayısiyle 40 yıla yakın bir süre görmemiştim. Yağışlı ve sisli bir havada da olsa Maraş’ı gezip, gelişmeleri veya yapılması mümkün iken yapılamayanları görmek üzere, müsait olmayan o havada da olsa epeyce gezmek imkanı buldum.

Çam ormanlarının kapladığı Ahir Dağı eteklerindeki bu şehrin çehresi, 40 yıl öncelere göre büyük çapta değişmiş.. Canlı bir sanayi şehri olmuş Maraş ve nüfusu da yarım milyona yaklaşmış.

***

Maraş’ta göze batan ilk büyük değişiklik, Mercimek Tepe’den yükselen ve Abdulhamid Han Camii diye anılan büyük câmi. Maraş’ın hemen her tarafından görülüyor ve hele geceleri ışıklandırılınca ayrı bir güzellik veriyor şehre. Yüzyıla yakın bir süre, bütün nesillere emperyalistlerin ağzıyla ‘Kızıl Sultan’ diye tanıtılan ve gerçekte ise Osmanlı’nın son 300 yılındaki devlet başkanları arasında belki de yaşadığı çağı en iyi anlayan ve okuyan bu büyük insanın isminin o camie verilmesi gerçekten de bir kadirşinaslık örneğidir.

Şehrin Kale, Ulu Cami ve el sanatlarının hâlâ da canlı olarak sergilendiği Kapalı Çarşı ve diğer yerleri bir bütün olarak görülmeye değer. Kalenin eteklerinde ışıklandırılmış kocaman harflerle yazılmış olan, ‘Maraş bize mezar olmadan, Düşmana gülzâr olmaz’ yazısı dikkati çekiyor.

***

Ancak, S. Demirel’in ‘Bana asker köy yaktı dedirttiremezsiniz’ dediği 1990’lı yıllarda, Güneydoğu’dan gelen onbinlerce insanın gelip yerleştiği semt ise tam bir gecekondu manzarası... Şehirde ayrıca büyük bir Suriyeli sığınmacılar kitlesi var.. Bu insanlara karşı birileri halkı birkaç ay önce tahrik etmeye kalkışmış, bazı tatsızlıklar yaşanmış ama; o fitne söndürülmüş; Maraş halkı da ‘zamâne ensarı’ olmak rikkatini kuşanmış olarak bu mazlum insanları koruyup gözetiyormuş...

Sütçü İmam Üniversitesi’nin öğretim görevlilerinden Celal Kurşun ve arkadaşlarının gayretli çabalarıyla Özgürder’de yapılan güzel çalışmaları görüp, söz konusu toplantıyı müteakiben, ertesi sabah karayoluyla Sivas’a doğru yola koyulduk..

***

Yollar güzel. Çoğu çift yol ve otoban gibi.. Eskiden ne zahmetlerle aşıldığı hatırlanan engebeli coğrafyalar tünellerle düzlenmiş. Yol boyundaki ilçeler köyler 40 yıl öncelere göre epeyce zenginleşildiğinin işaretlerini yansıtıyor ve güneşli ılık bir kış gününde Sivas’a varıyoruz. Çevre dağlar karla kaplı.

***

Sivas gençlik yıllarımdaki Diyarbakır-Samsun arası yolculuklarımda bir aktarma noktası olarak yakından bildiğim şehir.

Ama bugün daha bir bakımlı.. Selçuklulardan kalma Gök Medrese, Çifte Minare, Burûciye ve Şifaiye Medreseleri ve diğer bütün tarihî mekanlar büyük çapta restore edilmiş, gece ışıklandırmalarıyla şehre ayrı bir hava katıyor.

***

Merhûm Muhsin Yazıcıoğlu’nun annesinin adını taşıyan Fidan Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nde açılan ve 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinin hatırlatacak güzel bir sergiyi geziyoruz.. Güzel bir derleme olmuş.. Özgürder-Sivas sorumlusu Süleyman Ceran’ın ve arkadaşlarının eline sağlık.. O günleri görenler için güzel bir hatırlatma.. Yeni nesil ise o zorbalıkları anlamaya çalışıyor.

Darbeci generallerce  ‘bin yıl devam edeceği’  söylenen o zorbalıklar ve darbecilik hastalığı, akşam aynı merkezde yapılan ve kadınlı-erkekli yüzlerce insanın katıldığı toplantıda Hamza Türkmen ve bu satırların sahibinin üç saati aşan konuşmalarıyla ve tarihimizdeki darbecilik örnekleriyle de izah edilmeye çalışıldı.

***

Bu arada işaret etmeden geçilmemesi gereken bir nokta da, halk arasında etnik farklılıklardan hareketle fitne çıkarmaya çalışanlara, her grup etnik insanların yaşadığı Maraş’ta da, Sivas’ta da kimse itibar etmiyor, elhamdülillah.. Bütün o fitne ateşleri çeşitli etnik unsurlardan oluşan Müslüman halkımızın inanç ölçüleriyle etkisiz hale getiriliyor.

stargazete

Bu yazı toplam 732 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar