Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Kutsallara Saldıranlara Nasıl Tepki Vermeli?

28 Ekim günü, medyada yer alan bir habere göre, Hz. Mûsâ'nın hayatını konu alan Exodus Çıkış:Gods and Kings / Tanrılar ve Krallar’  filmin başrol oyuncusu ing. Christian Bale, verdiği bir röportajda, canlandırdığı Hz. Mûsâ karakteri hakkında ’Sanırım şizofren ve oldukça barbar bir kişiymiş..’ demiş.

Bu sözlere tepki de şiddetli olmuş ve yapılan bir anket, Amerikan vatandaşlarının yüzde 74’ünün, sözkonusu kişinin filminin  İncil ile paralel bir senaryoya uygun hale getirilmesi durumunda filme gideceklerini belirtmişler.

Haberin altına yazılan yığınla yorumlarda öyle azgın ifadeler var ki.. Onlara sorsanız kendilerini, başkalarının görüş ve inançlarına saygılı, ufukları geniş kimseler olarak tanıtacaklardır. 

Gerçekte ise, onlar, kendi düşüncelerini başkalarına zorla kabul ettirmeye, kendileri gibi düşünmeyenleri aşağılamaya çalışan zavallı ruhlar.. Asıl şizofrenik durum, bilmiyorlar ki kendilerinin durumu.. Çünkü, şizofreni, bir bakıma, beyindeki algılama gücünü yitirmiş, dış dünyadan beynine yansıyan resimleri flu, buğulu gören ve onu okuyamayan, gerçekle bağlarını koparmış kimselerde görülen ve beyin ishali denilebilecek bir ruhî dengesizlik durumudur. Ve bazıları da ’meşhur olmak için, zemzem kuyusuna bevletmek sapkınlığı’ndan meded uman kimseler durumuna düşmüş zavallılardır. Ki, meşhur olmanın en etkili bir yolu da, kutsallara saygısızlık ve saldırmaktan geçmektedir.

Bu hususta, ’ateist/ tanrı varlığın inkar eden’ler veya ’agnostik /bilinemezci’ler, zaman zaman bu gibi iddialarda bulunurlar ve bütün peygamberler hakkında içlerindeki kini kusarlar.

Hz. Îsâ’ya gelip en ağır kelimelerle hakaret eden yahudiler karşısında  o yüce Peygamber’in gayet sûret içinde, soruların cevabını vermeye çalışması karşısında, etrafındakiler şaşırırlar ve onların ağır hakaretlerini nasıl böyle sukûnetle karşıladığını sorarlar.

O da der ki: ’Herkes kendi tıynetinin gereğine göre hareket eder.. Onlar kendi içlerindekini dışarıya vurdular, Ben de kendi içimdekini..’

26-27 yıl önce, ’Günaha Son Çağrı’ diye bir film çevrilmişti.. Kilise tarafından lânetli olarak görülüp aforoz edilmiş, hristiyan toplumu dışına atılmış olan yunanlı yazar Kazancakis’in bir romanının sahneye aktarılmış şekliydi o film.. O romanda ve filmde, Hz. Îsâ aleyhisselam, bir kadınla gayrimeşru ilişki kurmakla suçlanıyordu. Katolik ve Ortodoks kiliseleri ve bu kurumların başında bulunan Papa ve Patrik başta olmak üzere, büyük ’din uluları’ çaresiz kalmışlar ve bu filmi lanetlemekle yetinmişlerdi.

O sırada, müslüman dünyasından ise, başta (merhûm) İmam Rûhullah Khomeynî olmak üzere, nice İslam ulemâsı, o filmin ve benzerlerinin izlenmesinin haram olduğu ve izlenmesine fırsat verilmemesi yolunda çağrılar yapmışlar ve o film, müslüman ulemânın dünya çapındaki tepkisiyle, en azından müslüman coğrafyalarında yaygın şekilde vizyona konulamamıştı. Ama, bu durumu özellikle de hristiyan dünyası anlamakta, ’Hristiyanların peygamberi hakkında böyle koruyucu bir tavır takınmak, müslümanların nesine..’ dercesine zorlanmışlardı.

Halbuki, anlaşılmayacak bir şey yoktu, ortada..

Çünkü, bütün ilahî peygamberler /enbiyaullah da, müslümanların peygamberleridir ve Hz. Muhammed onların sonuncusudur. Müslümanlar onlar arasında herhangi bir ayırım yapamazlar.Baqara Sûresi’nin 285. âyetinde, müminlerin, ’Allah’ın Peygamberleri hiçbirisi arasında ayırım yapmayız; işittik, itaat ettik!’ diye beyanda bulundukları / bulunmaları gerektiği bildirilir. Peygamberlerin arasındaki bir derece farkı var ise de, bu, müminler nezdinde değil, Allah’u Tealâ ile onlar arasındaki bir durumdur.

Kazancakis’in o romanını yazdığı 70-75 yıl öncelerde, kendisini savunmaya çalışırken, gerekli bilgi ve belgeleri Kilise’nin kaynaklarından elde ettiğini söylemesi ilginçti ve bu mümkündür de.. Çünkü, hristiyan toplumlarında asırlarca en büyük güç kaynağı konumunda bulunan Kilise’deKazancakis’i doğrulayacak bir takım yazılar, belgeler de bulunabilir. O Kilise ki, kutsallığa ve dokunulmazlık zırhına bürünmüş olmanın imkanlarıyla bugünlerde, cinsî sapıklıkların ve özellikle depedophili (çocukların cinsî sapkınlıklarda obje haline getirilmesi) gibi alçaklıkların mekanları haline getirildiğinin sancılarını bizzat en üst makamlarının beyanlarından bile açıklamış olup, bu konuda son günlerde, son yarım yüzyılın dosyalarının açılmasına da karar verildiği bildirilmektedir. Halbuki, daha önceki iddia ve suçlamaların Papalık / Vatikan tarafından ört-bas edildiği bilinmektedir. Ama, şübhe yok ki, bu gibi iddiaların Hz. Îsâ ile de, onun tesis ettiği mâbed olanKilise’nin aslî şekliyle de bir ilgisi yoktu.

Şimdi, (Christian) ismiyle, Hz. Îsâ’nın takibçisi olduğu gibi bir iddiayı taşıyan bir kişinin, Hz. Mûsâ aleyhisselam hakkında dile getirdiği ağır hakaret karşısında, başkalarını bilmeyiz ama, biz müslümanlar rencide olur ve bu gibi iddiaları şiddetle reddederiz.

Unutmayalım ki, bu gibi iddialar hemen bütün gerçek / ilahî peygamberler için hep dile getirilmiştir. Etraftan yükselen bu gibi ürüme seslerine rağmen, takdiri-i ilahî ile, Hz. Âdem’den beri yola çıkarılmış olan ve enbiyaullah kervanı ve ilahî nur meşâlesi, hükmünü sonsuzluğa kadar taşıyacaktır.

Hatırlayalım ki, Resul-u Ekrem (S),  Mekke’deki ağır baskılar üzerine Taif’e gittiğinde ’Deli!..’ gibi hakaretlere ve taşa tutmalara mâruz kalmıştı.. Ebu Cehl, O’nun üzerine hayvan necaseti atacak kadar saldırganlıklar sergilemişti.. En yakınlarından bile nice saldırılar gelmekteydi, ama, o yetim ve  öksüz’ün elinden insanlığa sunulan meş’alenin taşınması gerekiyordu. Nitekim, 14 asır geçti, o nûr, o meş’ale, nice sıkıntılara rağmen, hükmünü hâlâ da sürdürüyor ve müslümanlar, karşılaştıkları nice sıkıntılara, içerden ve dışardan aldıkları darbelere rağmen, ’Öldürmeyen yara, bünyeyi daha da güçlendirir..’ diyerek yollarına devam etmekte ve tarihin derinliklerinden bu güne kadar ne büyük Moğol İstilaları ve Haçlı Seferleri’ne mâruz kalmış olsalar ve bu gün de yeni Moğol İstilaları ve Haçlı Seferleri’yle yüzyüze gelmiş olsalar bile, İslam, materyalist, ateist,şaşkın insanlığın yüreklerinde hükmünün nüfuzunu, işleyişini sürdürmektedir.

Müslümanlar, aynı saldırılarla bugün de derinden derine hemen daima karşılaşmakta ve hele de materyalist dünyada bu gibi konularda, ciddîye alınacak hiçbir tarafı olmayan yayınların yaygınlığı karşısında, bu gibi hakaretlere dudak büküp geçmektedirler. Çünkü tesellileri var, ilahî nûr kervanı her şeye rağmen, tarih içindeki yürüyüşünü sürdürmektedir ve İslam’a ebediyet va’dolunmuştur.

Bu bakımdan, bu gün Hz. Mûsâ Kelimullah’ın şizofren olarak nitelenmesini de, Hz. İsâ’ya ve annesi Hz. Meryem’e yapılan ağır saldırıları da; Resul-i Ekrem (S)’e yapılan en saygısız ifadeleri ve saldırıları da kervanımızın, ilahî nur kervanının yolunda ilerlemesinin tabiî bir neticesi olarak değerlendirmelidirler müslümanlar..

Ama, hele de yüksek teknolojik iletişim imkanlarının gelişmişliği açısından geçmiş asırlara hiç benzemeyen bu çağda, internetlerden ve sair iletişim araçlarından kendilerine ulaşan haber, yorum ve mesajlar karşısında bir kısım müslümanların, dinî hassasiyet adına sergiledikleri tepkiler genelde hiç de yüz ağartıcı olmamaktadır. Bu gibi durumlarda, bir kısım müslümanların, kızgınlıklarını çok ölçüsüz ve müslüman kimliğine yakışmayan çirkin sözlerle ifade etmesi bir büyük hastalığımız..

Akılsız dost durumuna düşmemek zorunda olan müslümanlar, inançlarını savunmak adına bazen öyle çirkin söz ve tavırlarla sergiliyorlar ki, insana ancak utanç düşüyor. Halbuki, saldırganların söylediklerine, acıyarak bakmak da bir tepkidir.

Halbuki, haklı olduğuna inanılan bir yolda yürüdüklerini, ilerlediklerini söyleyenlerin dillerine, kalemlerine ve tavırlarına daha bir titizlikle dikkat etmeleri ve kan tepeye fırlamadan ve karşıtlarına bir müslümanın diline asla yakışmayan  çirkin kelimelerle saldırmaksızın, ağırbaşlılıkla, Hz. İsâaleyhisselam gibi, tıynetlerinin gereği ciddîyet ve vakar içinde bir tavır sergilemeleri gerekir.

Hele de dinsizlik cereyanlarının daha bir güçlendiği bu çağda, bütün ilahî peygamberlerin dininin ortak adı olan İslam’a bağlı olan müslümanlar da güçlerini ağırbaşlılık ve mantıkîlik çerçevesi içinde ortaya koymak ve zayıf ve mantıken kabullenilmesi zor, zayıf rivayetlerlere dayanmaksızın,  tarih içindeki yürüyüşlerini vakarla sürdürmek zorundadırlar.

Hz. Peygamber (S), ’insanlara akıllarına göre hitab edin..’ buyurmuştur. Bir inancı insanlara zorla telkın ve tebliğ etmek mümkün de değildir, vazifemiz de.. Hz. Peygamber (S) bile, bazı seçkin kimseleri İslamâ çağırıp, netice elde edemediğinde mahzun olmuş, bunun üzerine, Kur’an’da,’Sen tebliğ vazifeni yap, hidayet senin elinde değildir..’ diye teselli edilmiştir.

Hakikat kapısına kuru tartışmalarla değil, kalbî tatminle varılır. İnanmak istemeyen için herşey kap-karanlıktır. İnanmak isteyen için ise, yeteri kadar ışık vardır.

Bu bakımdan, müslümanlar, vahy-i ilahî kaynağına, enbiyaullah’a,  İslam’a yapılan saldırılar karşısında, temkin ve itidali yitirmeden karşılık vermekte ısrarlı olmalı ve ölçü insanı olduklarını unutmamalı ve değerlerini en olumsuz durumlarda bile unutmamalı ve müslümanlardan nicelerinin İslam’ı savunmak adına yaptıkları ve cinayet ve dehşet derecesine varan tepkilerini ise, İslam adına sahiblenmemeye ve önlemeye çalışmalıdırlar. Unutulmamalıdırlar ki, 800 yıl öncelerde,Moğol İstilası zamanında ’artık İslam’ın ve müslüman ümmetinin ömrü bitti..’ diye sevinenlerden bugün kimse yok, ama İslam meş’alesi, bütün olumsuzluklara, şeytanî entrikalara rağmen ebediyete kadar sürecek olan tarihî yolculuğunu sürdürüyor.

haksöz

Bu yazı toplam 1001 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar