"Kudüs İşgal Altında  Mekke ve Medine Çok mu Özgür ? "

"Kudüs İşgal Altında Mekke ve Medine Çok mu Özgür ? "

Muhammed Emin Yıldırım, Kudüs ve İslam coğrafyasına dair önemli açıklamalarda bulundu.

Düşünce Mektebi’nden Mehmed Mazlum Çelik Muhammed Emin Yıldırım ile söyleşi yaptı.
 
Söyleşinin tam metni şu şekilde:
 
Ramazan Sohbetleri'nde bu kez konuk Muhammed Emin Yıldırım Hoca oldu. Adaletten, Ramazan'a Mavi Marmara'dan Filistin'deki Büyük Yürüyüş'e kadar bir çok konuyu sorduk, tüm sorularımıza Muhammed Emin Yıldırım kendine has üslubuyla cevapladı.
 
İlk sorum aslında herkesin aklındaki basit bir soru: şunca milyar nüfuslu İslam âlemi nasıl oluyor da bu kadarcık İsrail devleti ile başa çıkamıyor ve biz bu mübarek ayda yine acılarla kahrolabiliyoruz?
 
Basit gibi görünse de aslında çok ciddi şekilde ele alınması gereken bir meseledir bu; ama en sonda söyleyeceğimi en başta söyleyerek cevap vermiş olayım. İslam coğrafyalarının başına musallat olan keneler var.
 
Bugün hiçbir İslami coğrafya kendi inisiyatifi ile yönetilmiyor. Halkı Müslüman olan 60 kadar ülke, İsrail’in memnun olacağı adamlar tarafından yönetiliyor. Dört tarafı Müslüman halklardan oluşan İsrail’e nefes borusu olan da bu kenelerdir. Bunlar gitmediği sürece Filistin Meselesi’nde bir başarı sağlamamız mümkün değil. İslam İşbirliği Teşkilatı toplanıyor, kınıyor ve bitiyor. Ya da olay BM’ye götürülüyor ama bu kadar. 1948 yılından beri tekrar eden bir durumla karşı karşıyayız. Kınayanlara bakıyoruz, kapalı kapılar ardında İsrail’in çıkarları için uğraşanlar değil mi? Kendi yönettikleri coğrafyalarda İsrail’in çıkarları adına adımlar atmıyorlar mı? Bunlar artık gizli kalan şeyler de değil. Bu keneler kendi halklarını sindirdikleri için artık bunu gizli saklı yapmaktan da çekinmiyorlar aslında.
 
Bu meseleyi konuşabilmemiz için dönüp kendi coğrafyamızdaki meseleleri gözden geçirmemiz lazım. Türkiye olarak somut elle tutulur ne yaptık İsrail’e karşı? Diplomatik, siyasi ve ekonomik anlamda bir adım attık mı diye sorduğumuzda cevap kocaman bir hayırdan ibaret. Diğer ülkeler bu konuda bizden de kötü durumda.
 
Filistin’in kurtuluşu tüm İslam coğrafyalarının kurtuluşundan ayrı bir mesele olarak ele alınmamalıdır. Yani bu mesele Kudüs’ün olduğu kadar Mekke ve Medine’nin de kurtuluşuyla alakalı; çünkü bir tarafta görünen ve bilinen fiili bir işgal diğer tarafta başka türde bir işgal söz konusu. Buradan hareket ettiğimizde bugün İslam coğrafyasının tümü işgal altındadır. Bugün Kudüs işgal altında da Mekke ve Medine çok mu özgür?
 
Başka bir nokta da bugün Filistinlilerin çoğu dünyaya dağılmış durumda. Neredeyse 5-6 milyon Filistinli başka coğrafyada yaşıyor. Bu sayının 10 milyona vardığı da söyleniyor. Peki, bu Filistinli kardeşlerimiz bulundukları yerde Filistin’in kurtuluşu için ne yapıyorlar? Ülkelerini geri kazanmak için ciddi bir stratejileri var mı? Kurdukları düşünce kuruluşları, oluşturdukları lobiler, uluslararası arenada dertlerini ifade edebilecek alanları var mı?
 
Evet, bu tüm Müslümanların meselesidir; ama onlar bu coğrafyanın asli sahipleri oldukları için bu işin lokomotifinin onlar olması gerekir.
 
Bugün Filistin meselesi söz konusu oldu mu, ne yazık ki bizim aklımıza yalnızca yardım meselesi geliyor. Lakin ciddi lobimiz yok, diplomasi gücü oluşturamıyoruz. Bu biraz da Filistinli kardeşlerimize düşüyor ki içlerinde okumuş çok güzel bir kesim var; ama istenen düzeyde projeler neden üretilmiyor? Bu konu üzerinde ciddi şekilde eğilinmesi gerekiyor.
 
İsrail’e sesin yükseltildiği bir zamanda akla ilk Mavi Marmara Davaları ve yapılan anlaşma geliyor. Siz bu mesele hakkında nerede duruyor ve ne düşünüyorsunuz?
 
Mavi Marmara aslında meselenin ne kadar ciddi ele alındığına işarettir. Sadece İsrail ile yapılan anlaşma değil, öncesinde yargılama sürecinde de görünmeyen gizli bir el sürekli davayı durdurmaya, yürümemesi için engeller koymaya çalışıyordu. En sonunda bu, açıkça bir anlaşmayla mevcut noktaya geldi. Bu sizin Filistin ve Kudüs meselesine ne kadar ciddiyetle ele aldığınıza yönelik bir işarettir. Eğer bugün ortada bir zulüm varsa, somut olarak bir şeyler yapılması gerekiliyorsa yapılacak ilk şey; bu anlaşmanın iptal edilmesidir. Nitekim verilen sözler de tutulmadı. Gazze Ablukası kaldırılacaktı; ama olmadı. Bunları konuşmayıp sadece meydanlarda hamasi konuşmanın bir anlamı yok. Bu son süreçte bile biz meydanlarda bağırırken Paraguay geçtiğimiz büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı. İnşallah burada kalır, ama İslam Dünyası’nın bu acziyeti var oldukça yavaş yavaş bir çok ülke bu adımları atacak ve artık Kudüs bir İslam şehri olmaktan tamamen çıkacak Allah korusun…
 
Konuşmalarınız ve sosyal medya paylaşımlarınızda çokça adalet vurgusu yapıyorsunuz. Bu konuda bu denli endişeli ve ihtiyatlı olmanızın sebebi nedir?
 
Adaletin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz. Devletin imanıdır adalet. Bir yönetim şeklinde adaletin olmaması barutu olmayan topa benzer. Bundan sonraki aksaklıkları saymaya gerek bile yoktur. Komutan askere sorar; bu top niye çalışmaz say bakalım. Asker bir: barut yok. İki… Komutan tamam der, gerisini saymaya gerek yok. Eğer bir yerde adalet yoksa gerisini saymaya gerek kalmayacaktır. Şu anda da çivi bu manada çıkmış durumda. Biz her Cuma “Allah size adaleti emrediyor” (Nahl- 90) ayetini duyuyoruz hutbeden. Allah bize adaleti tesis etmeyi emrediyor. Bizim adaletsizliklere ses çıkarmamamız inancımız ile çelişen bir durumdur. Dolayısıyla adalet meselesini bir inanç meselesi olarak ele aldığımızda konuyu anlamış oluruz.
 
İslam yönetim konusunda üç temel esas belirler: Tevhid, Adalet ve Meşveret. Bu esaslara göre ancak bir yönetime İslami diyebiliriz. Bunu eğer bir ağaca benzetirsek kökünde tevhid, gövdesinde adalet, dallarında ise meşveret vardır. Eğer bu üçü varsa orda İslamilikten ve İnsanilikten bahsedebiliriz. Bunlardan bir tanesi eksik ise o yapıya İslami ve insani dememiz mümkün değildir. Dolayısıyla inancımızın mükellefiyeti olarak adaleti savunmak zorundayız. Biz bunu hep dile getirdik. ‘Zalim kim olursa olsun karşında durmak, mazlum kim olursa olsun yanında durmak’ Peygamber efendimizin (S.A.V) bize öğrettiği bir ilkedir bu…
 
Peygamberimiz nübüvvetten önce, daha genç bir delikanlı iken birilerinin haksızlıklarını durdurmak için Hılfu’l-Fudûldediğimiz faziletliler birliği oluşturmuştur. Yıllar sonra o hadiseyi anlatırken “O gün Abdullah ibn-i Cüda’nın evinde benim davet edildiğim o şeye bugün de davet edilsem yine icabet ederim” diyerek meselenin ehemmiyetini açıklamıştır. Demek ki bir yerde erdem ve fazilet adına bir şey varsa, orada Müslüman tarafını belli etmelidir. Kendimizin, ailemizin, mensup olduğumuz partinin aleyhine de olsa adaleti ikame etmekle mükellefiz.
 
Son günlerde hocalarımızın kadın meselesi üzerinde başlattıkları tartışmalar yine gündemi meşgul ediyor. Sizce hocalarımız bu denli hassas meselelere nasıl yaklaşmalı, neler söylemeli, nelerden kaçınmalıdırlar?
 
Ben hocalarımıza şunları deyin şunları demeyin demeyi kendi açımdan edebe aykırı görürüm. Ben ne söylerim bu konuda? Bizim vaaz dilimizde artık döndürüp dolaştırıp sözü ikide bir kadının üzerine getirmemiz doğru değil. Bu konuda artık daha dikkatli olmamız gerekir. Allah’ın yasak ve günahları kadın ve erkek herkes için geçerlidir. Bugün Allah bize bir şey söylüyorsa bu sözü cemaate söylerken merkeze illaki kadını veya erkeği, genci ya da çocuğu koyup, onu hedef tahtasına oturtup ateş etmenin bir anlamı yok.
 
İffet kavramının sadece kadınlarla ilgili olduğunu bize kim söyledi. İffet kadın için neyse erkek için de odur. Kadının yaptığı bir eylemin haram,aynı eylemi bir erkek yaptığında ise helal olduğunu ancak cahiliye aklı söyler. İslam bunu söylemez.
 
Başka bir sorunumuz da inanç konusunda toplumsal bir çözülme yaşamamızdır. İnanca dair bir çözülmenin olduğu yerde sizin ibadete dair şeyleri konuşmanızın hiçbir anlamı yoktur. Eğer bir toplumda temel inanç meselelerinde bir sorun varsa bize düşen o inanç meselelerindeki sorunları gidermek adına gayret etmektir. Bunları konuşmayıp meseleyi sadece tesettür, kadının çalışması kadının toplumdaki yeri üzerine getirmek hakikatin şanına aykırıdır.  Bugün asıl ele almamız gereken mesele iman meselesidir. 
 
Ve Ramazan hocam... Malum mübarek aydayız, bu ayın mümin içi ifa ettiği mana üzerine neler söyleyeceksiniz?
 
Ramazan Kur’an ayıdır. Kur’an ile değer kazanmıştır. Benim Kur’an ve Peygamber efendimizin mesajlarından çıkardığım şey şu: Aslında Ramazan bir müminin dışarıya karşı sorumluluklarının tam olarak yerine getirebilmesi için bir iç yolculuğudur. Eğer içindeki o yolculuğu tamamlamamışsa kendisini bu anlamda bir kemal çizgisine taşıyamamışsa müminin sağlıklı bir bağ kurabilmesi mümkün değildir.
 
Hayatın içindeki konumumuz neyse ona göre hep dışarıyla ilgileniyoruz. Falancıları memnun etmek, filancalara bir şey söylemek, filancalardan çekinmek… Tabi bunlar da hayatın bir parçası ama genel anlamda durum bu. Çoğu insan hayatın hızlı ritmi içerinde kendi benliğini unutup iç dünyasıyla münasebet kuramıyor, kendisini sorgulayamıyor, dönüp iyi bir muhasebe yapamıyor. Yaptığımızın ne kadarını Allah için yapıyoruz diye sormuyor. İşte bu noktada Ramazan biraz da insanı kendisine getirmek için geliyor. Her sene gelen Ramazan bizdeki arızaları giderme ve bizi bir arınma mevsiminde arındırarak geride kalan 11 ayda arınmış olarak yürümemiz adına bazı mesajlarla gelir. Onun için Ramazan dışa bakan yönünden ziyade içe bakan yönüyle ilgilenmemiz iç tamiriyle alakalı bazı şeyleri yaptığımız zaman Allah’ın izniyle ömrümüzün geri kalan kısmını biraz daha Ramazanlaştırma adına belli şeyler ortaya çıkacaktır diye umuyorum.