Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Koşaner ve diğerleri, bu gerekçelerle istifa etmeliydiler..

Ülkemizin yeni bir şiddet ve terör sarmalına düşürülmek istendiği ortada.. Bu noktada, panikleme olmazsa, uzun soluklu bir mücadelede daha âdil yöntemler geliştirilir ve sivil halk içine gizlenen teröristler dolayısiyle, sivil halka karşı da silah kullanılması gibi bir yanlışa düşülmezse; bu mücadelede terörün hedeflediği sonucu elde etmesi zor gözüküyor..

Ama, bütün bunlardan da ötesi, hele de teröre karşı savaş vermek iddiasında ve durumunda olan cihet-i askeriye"nin sağlıklı, mâkul ve halkın değerleriyle donanması şartiyle..

Yeter ki, TSK, hele de son 50 yıldır içine daha bir düştüğü "yeniçeri hastalığı"ndan, darbecilik ve zorbalık geleneğinden kurtulsun; Ankara"larda, İstanbul"larda makamlarına kurulup, "lojman, kışla ve orduevi" üçgenine sıkışıp kalan ve orada şekillenen bir yaşayış tarzından çıksın, halkın içinde yer alabilsin ve gerçekten de halkın ordusu olabilsin..

Bu temenni, bu ordunun resmî ideoloji ikonu"na ubûdiyeti sağlanarak gerçekleşemez tabiatiyle.. Yoksa, olmaz değil..

Başka zamanlarda bağımsız yargı diye yüceltilen mahkemelerin, geçen seneki küçücük anayasa değişikliğinden ve, rütbeleri her ne olursa olsun, asker kişileri Genelkurmay"ın izin vermesine gerek kalmaksızın yargılama yetkisine sahib kılınmasından sonra, sadece tutuklanan generallerin sayısının 50"yi aşması ve albay, yarbay ve daha alt rütbeli yüzlerce subayın da tutuklanıp, hesab veriyor duruma gelmeleri, TSK"nın halkın emrinde bir ordu haline dönüştürülmesi yönünde hayırlı neticeler verebilir..

"Kemalist-laik-ulusalcı" denilen çevreler bu yargılamaları, TSK"dan intikam almak şeklinde değerlendirseler bile, bunun, TSK"nın halkın gerçek mânada ordusu olması yönünde atılmış adımlar olması ihtimali ve ümidi daha bir güçlüdür..

Görülmekte olan ve onbinlerce sahifelik iddianamelerde toplanan ve askerî kurumların en gizli bölümlerde ele geçirilmiş olan belgelerdeki bilgilerin ortaya çıkardığı tablo, dehşet vericidir.. Çünkü, bu belgeler, kendi halkını esir almak, kendi ülkesini işgal etmek isteyen bir güç görüntüsü veriyor.. Bir ordu düşününüz ki, devletin emrinde değil, devleti kendi emrinde görüyor.. Böyle bir güç merkezi, kendi gizli tahakkümünü sürdürmek adına hazırlanan ne entrikalardan, fitnelerden elçekmekte elbette zorlanacaktır..

Ki, bu darbe hazırlıklarının hemen tamamında, bu tezgahcı subayların, çalışmalarını "harb oyunları ve plan seminerleri" gibi gerekçelerle kamufle etmeye çalıştıkları görülmüştür.. Nitekim, geçmişteki hemen bütün ihtilallerde de, ön hazırlıklar yapılırken, darbecilerin birbirleriyle, "çalışmalarımız deşifre olursa, bütün bunların harb oyunları ve plan seminerleri gibi rutin komuta çalışmaları olduğunda söz birliği edeceğiz.." diye ahidleştikleri, daha sonra o ihtillalere karışmış olan darbeci komutanların hemen herbirisin hâtırâlarına bir açıkgözlük örneği olarak yansımadı mı?

*

23 Ağustos 2011 günü internetlere düşen ve 12 Haziran seçimlerinden önce, askerin terör karşısındaki başarısızlığını derinlemesine ele almak üzere yapıldığı anlaşılan bir ses kaydının kime aid olduğuna dair; hele de hukukî bir sorumluluk sözkonusu olunca, ortaya hukukçuların atacakları iddialarla nasıl da sulandırılır, sürüncemede bırakılır, sağa sola çekilebilir, "kabul edilemez, düzmecedir, takliddir, kanun dışı yollarla elde edilmiştir.."  vs. denilebilir..

Ama; bunlar gerçeği değiştirmez ki..

23 Ağustos günü, hemen bütün medya organlarında ve internet sitelerinde, yayınlanan bu konuşmanın, Temmuz"un son günlerinde, vazife süresinin dolmasına henüz bir yıl daha varken, bir asker için en üst kanunî rütbe ve makam olan Genelkurmay Başkanlığı"ndan istifa eden (artık em) Org. Işık Koşaner"e aid olduğu kesin gibi..

Çünkü, herşeyden önce, sesin benzerliği, o kadar uzun bir konuşma boyunca taklid edilmesinin zorluğununa kadar, aidiyetini ortaya koyuyor.. Keza, konuları teknik ve askerî incelikler açısından yakından bilen birisi.. Ayrıca da, konuşmanın tonundan, herkesten daha üst bir rütbede olduğu açık.. Üstelik, Koşaner de, kendisine nisbet edilen bu konuşmayı reddetmedi..

Gönül isterdi ki,  Işık Koşaner ve kendisiyle birlikte istifa eden diğer üç Kuvvet Komutanı da, bu konuşmadan sonra, "Burada dile getirilen zaafların, yönetim ve sevk bozukluklarının en baştaki sorumluları biziz.." diyerek istifa etsinlerdi..

Belki o zaman, kendilerinden sonra gelecek olanlara daha bir acı ders vermiş olurlardı..

Ama, onlar, tutuklanan generallerin serbest bıraktırılamaması ve onların terfilerinin sağlanamaması vs. gibi gerekçelerle Başbakan Erdoğan"ı etkilemeye, köşeye sıkıştırmaya çalıştılar, ve onu, "Eğer böyle olmazsa, istifa ederiz.." gibi bir sıkıntılı durumla karşı karşıya bırakacaklarını hatırlattılar..

Ama, Erdoğan, bu blöfü yutmadı ve –medyada dolaylı olarak söylendiğine göre- "Biz gitmek isteyene gitme demeyiz.." deyince, istifa etmek zorunda kaldılar.. Ve, Tayyîb Erdoğan da, hiç tereddüd etmeden, daha üst rütbe ve makamlara gelmeleri hayallerinden bile geçmiyen öteki komutanları, derhal, istifa edenlerin yerlerine tayin ederek, durumu birkaç saat içinde, tabiî rayına yeniden oturtuverdi.. 

*

Ama, Koşaner"in sessizliğe gömüldüğü ve ortaya çıkan kendisine aidiyeti konusunda redd veya kabul mahiyetinde suskunluğunu sürdürse de, bu ses kaydının herkese ve özellikle en yukardaki yeni komutanlardan en alt askerî birimlere ve oğullarını askere gönderen ve onlardan nicelerinin ölümleriyle karşılaşan binlerce aileleri derinden ilgilendirmesi gereken acı bir tablo olduğu görülmelidir.. "Ordunun kendi döşediği, programsız ve yerleri belli olmayan mayınların patlamasıyla ölen askerler; korkuya kapılıp, hele de geceleri askerlerin, karaltıları seçemeyip birbirlerini vurması; 2 teröristin saldırmasıyla, 30 kişilik birliğini bırakıp kaçan subayların varlığı ve, insansız hava araçlarının geçtiği görüntü ve bilgilere rağmen, koordinasyonsuzluk, bilgisizlik ve ilgisizlik sebebiyle, bunnların değerlendirilemeyip, ağır kayıplara uğranılması" ve daha  neler-neler..

Herbirisi, bu zamana kadar dokunulamıyan ve kutsallıkla sarmalanmış olan bir kurumun içine düştüğü çürümüşlüğü gösteriyor.. Tayyîb Erdoğan"ın, "terörle mücadele işini askerden alıp, özel polis güçlerine vermek istemesi"nin boşuna olmadığı anlaşılıyor..

Bütün bu açıklamalardan, hele de, her asker cenazeleri karşısında, "şehidler ölmez, vatan  bölünmez.." diye tepinen ve amma, bu hamâsî sözlerden ileriye, siperlerde nelerin nasıl cereyan ettiğine dair bir düşünme zahmetine katlandıkları şübheli kesimlerin çıkarması gereken çok dersler vardır, olmalıdır.. Ama, MHP hâlâ, eski havalarda ve kraldan daha çok kralcı.. Çünkü MHP sözcüsü M. Şandır, konunun aslını ele almak yerine, "kanun dışı yollarla elde edilmiş olan bir konuşma metninin medya tarafından kullanılmaması ve kullanılması halinde bunun teröre destek olacağı" gibi iddialarda bulunuyor; terörü asıl önleyecek olanın, burada dile getirilen zaafları gidermek olduğunu düşünmeksizin..

*

Terörle mücadelede niçin başarısız kalındığını bundan daha iyi izah edebilecek olan var mı?

Bu konuşma o kadar çarpıcı ki, bütünlüğünü bozabileceği endisesiyle insanın eli, onu özetlemeye gitmiyor.. Özetlemek gerekirse, şu 10 maddede toplanabilir, asıl problem:

 1. Her yere kontrolsüz mayın döşedik.
 2. Emir komuta birliğini sağlayamıyoruz.
 3. Çatışma anında tim komutanlarımız mevziye silahını bırakıp kaçıyor.
 4. Eğitim zafiyeti nedeniyle terörist diye masum erimizi kendimiz vurduk.
 5. Sınır karakollarımız hatalı yapılmış, Hantepe de hatalı. Halimiz
tam bir kepazelik.
 6. İHA (insansız hava aracı) skandalında, teşkilat yapımızın yanlış olduğu anlaşıldı.
 7. Terörle mücadelede hiç kimsenin talimatına ihtiyacımız yok.
 8. Operasyonlarda artık son bir yıldır mantıklı iş yapmaya karar verdik.
 9. Artık her şeyi yasal zemine oturtmak zorundayız. Herkesin gözü üzerimizde.
10. Elimizdeki teknik imkânları kullanamıyoruz, eğitim ve tatbikatımız zayıf.

Ama, bu 10 maddede sayılanların bir de bizzat en yüksek makamdaki, en üst rütbeli komutanın ağzından çıkan şekliyle teferruatıyla anlaşılması lâzım..

Bu bakımdan, o konuşma metnini olabildiğince özetleyerek aktaralım..

Koşaner"in söyledikleri özetle şöyle:

"Kontrolsüz mayın döşedik.. Huduttakinin bile işareti yoktur. Adam gidiyor basıyor, bilmem ne yapıyor. Haberimiz yoktu, ekip gönderdik, (...) bitirdiler. Bilmiyorum bitti mi, daha devam ediyor mu? (Devam ediyor komutanım, sesleri..) Bunlar çok tehlikeli şeyler, bunları kim döşemiş?

Biz!.

Şimdi ben desem ki yetkililere, "Yav, bizimkiler mayın döşemişlerdi. 10 -20 sene evvel. Başıboş bırakıp gitmişler."

Ne derler? "Döşerken aklınız neredeydi?" derler. Maalesef, döşeyen yine biziz, değil mi?

Bu zehir-zemberek itiraflardan şimdi kim sorumlu olacak?

Emir-komuta birliği bazen yok.. Bizi sıkıntıya sokan konulardan bir tanesi, emir-komuta birliğini bazen sağlayamıyoruz. Nerede bir operasyon, bir harekât, bir baskın vs ne varsa sorumlusu mutlaka bir komutanlık olacak. O bölgenin sorumlusu. İHA"dan (insansız hava aracı) görüntü almak gibi büyük bir nimet var. Olayın olduğu yere süratle bir İHA"yı getirip ekrandan adım adım görebiliyoruz öyle mi?

Görebiliyoruz. İHA"dan görüntü gören komutan mutlaka operasyona müdahale edip, sevk idare etmeli. Neden bunu söylüyorum önümüzde örneği var. (...)İşte Hantepe-mantepe olayı.. (...) sorumlu komutan (...) Komanda Tugay Komutanı idi ve kendisi arazideydi. Ama ekrana bakan (...) civardaki komutanlığımız, ona müdahale yetkisi yoktu. Böylece bir koordinesizlik oldu zamanında müdahale edemedik.

*

İkinci önemli konu arkadaşlar, küçük birlik seviyesinde sevk ve idarede çok zayıfız.(...) Küçük bir birlik seviyesindeki tim komutanı, kol komutanı eğer o adamına sahib olup da sevk ve idare edemezse, iş buradan kopar. Hani derler ya bir nal bir at kurtarır. Bir at bir ordu kurtarır, süvari kurtarır süvari bilmem neyi kurtarır. Neticede memleket kurtulur. İşte biz o nal, o nal bizim komando kolumuz. Komando timimiz (...)eğer sağlam duramazsa (...) gerisi çorap söküğü gibi gider. Niye bunu söylüyorum. Benim tim komutanım, unsur komutanı diye koyduğum arkadaşım önce mevzide silahını bırakıp da kaçarsa biz bu işi yürütemeyiz. Biz bu eğitimi yapmamışız yetiştirememişiz demektir. Rütbesi de var kolunda, o orada silahını bırakıp da mevzisini kaçarsa tabiî ki mevzimiz çöker, tabii ki zayiat veririz. 2 tane adam geliyor karşıdan. 30 kişiyi kaçırıyor, geri gidiyoruz yav, rezalet!.

Olacak şey değil.

Neden, sevk idare edemediğimiz için timimizi. Tim komutanı ve unsur komutanı her ikisi de kendi personelinin göreceği yerde bulunur. (...) Çoğu yerde çat-pat dediğin zaman o oraya bu buraya, birkaç gözü kara arkadaş dayanıyor.
Lider pozisyonunda olanlar piyasada yoklar. En acısı da, silahını da bırakıp gidenler. Roj TV silahın numarasını da beraber gösteriyor. Ben olsam o rütbelinin yerine insan içine çıkmam. Ama, utanmıyor adam. Bunlarla iş yapamayız. Yoksa, canı sıkılan çeker gider. Ondan sonra mevzimize de girilir, bir sürü de şehid veririz. Artık, herşey milletin önünde, açık arkadaşlar.

"Kendi erimizi alnından vurduk.." ve, "terörle mücadelede başarısız bir ordu" itirafı..

Bakın, yine örnek dilimin ucuna geliyor, söylemek istemiyorum. Böyle timi mimi sahib olmazsa, orada bir tane karaltı görür, tak diye ateş eder. Başlar, sesi duyan herkes ateş eder "basıldık" diye. Arkadaşımızı, bir erimizi alnından vururuz. Vurduk mu, haberiniz var mı, var değil mi? Olayı takip ediyorsunuz. Herkesin cebinde artık telsiz var, eskisi gibi de değil. Bak ben ateş ediyorum. Herkes sussun diyeceksin. Herkes duyacak, kimse birşey yapmayacak. Bir kişi edecek.. Bunu gayet kolay yapmak, ama eğitimle bunu yaparsanız olur. Bırakırsanız keyfine adam ateş et der. "Vay, basıldık" diye herkes silaha sarılır. Bir mâsum erimizi alnından pat diye vururuz. Kabahatli biziz!.

Karakollar hatalı, Hantepe de öyle.. Arkadaşlar bir üssü, bir tepeyi, bir kritik araziyi korurken esas mevzi kazıp gömülmektir. Tabiî kayalık sert yerler (...) gömülmek mümkün olmuyor çoğu zaman. Ne yapıyoruz o zaman? Kum torbası bol. Kum torbasını üst üste koya koya kulübemsi karakolların etrafında (...) kulübeler meydana getiriyoruz. Bir de delik açıyoruz önünde, buradan gelecekler bakacağız diye. Böylece bir koca hedef oluyor. Arkadaşlar, karanlıkta gece görüş aleti olmasa bile, ben RPG-7 ile 200 metreden onu tak diye vururum. Bak bu yaşımda vururum. İsterseniz deneyelim. Böyle kulübe yapıyorsunuz ona mevzi diyor bazıları. Mevziye girdik deyince o kulübenin içine giriyorlar. Ondan sonra ilk rokette orası vuruluyor. Öyle oldu değil mi, Hantepe"de. Üsteğmenimiz de orada gitti. Koşuştular hepsi peşinden mevziye giriyoruz diye. Ondan sonra roket de oraya geldi. Öyle mevzi mi olur? Nerede görülmüş şey.

Halimiz tam bir kepazelik

Çatışmaya gireceğimiz için ateş mevzii lâzım. İşte Hantepe"de İHA"nın görüntüsünde bile belli. Koştular içine girdiler değil mi? Seyreden var mı? Vardır herhalde. Adam da geldi el bombasını üzerlerine atıyor, şey atar gibi. Tam bir kepazelik halimiz.

Bilmem ne tepesindeydi. Ama , ekrana bakan komutanlık civardaki Komutanlığımız ona müdahale etme yetkisi yoktu. Böylece bir koordinesizlik oldu zamanında müdahale edemedik. Küçük birliklerimiz sağlam değil, eğitimsiz. Gerisi çorap söküğü gibi gelir ikinci önemli konu arkadaşlar küçük birlik seviyesinde sevk ve idarede çok zayıfız..

Neden? İşte, lider yok ortalıkta. (...) Çok zayıfız bu konuda.

(...) Hava Kuvvetleri Komutanımızla beraber bu İHA"ların gönderilişini, görüntü aktarmasını yerlerinde bir daha inceledik. Şunu gördük ki, eğer zamanında uygun şekilde İHA"ları kullanabilsek bize çok çok büyük imkan kazandırıyor. Ama bunu yerinde zamanında görüntüyü izleyen komutan hakikaten o görüntüde gördüğü operasyona müdahale edebilecek bilgide ve tecrübede olması gerekir. Oradaki nöbetçi subayın yapacağı bir iş değil o. Demek ki önce ilgili komutan fırlayıp bu işin başına gelmesi süratle durumu değerlendirmesi topçu mu attıracak, uçak mı isteyecek, helikopterleri mi gönderttirecek ne talep edecekse etmesi ve alttaki birlik komutanıyla direkt temasta olup helikopteri yönetmesi lazım. Topçuyu tanzim ettirmesi lazım. İHA"nın nereyi takip etmesi gerektiğini söylemesi lazım. Ekranın başında olup da harekâtı sevk edecek komutan İHA"yı da sevk edecek. (...)

*

Kışladan lojmana, lojmandan kışlaya bir ordu, nasıl halkın olur?

Bu son dönemde o kadar herşey serbest dendi ki halkımıza; işte herkes istediğini söyleyebilir, istediğini taleb ediyor, istediğini bilmem ne yapıyor. Saçmasapan şeyler. Arkadaşlar, lütfen bulunduğunuz yerde nabız tutun. Bakın halkın içinde olun. Kışladan lojmana lojmandan kışlaya dediğiniz zaman bunu anlayamıyoruz. Nabız tutmamız lâzım. Polisle, itle-Mit"le bilmem neyle yakın temasta olmamız lazım. Hakikaten bu söylenenler oluyor mu, halk buna ne diyor? Ne kadar destekliyor. Ne kadar desteklemiyor. Saçma mı buluyor, ne nasıl oluyor? Yani bunları kimlerden öğreneceğiz? (...) Ancak geçen seneden beri biraz daha mantıklı olarak bu işi yapmaya karar verdik. Eskiden, büyük bölgeleri aramak için taburlar; haydiii, araziye diziliyorduk. Hadi, arıyorduk-tarıyorduk bu arada. 10 kişi mayına basıyordu.  5 kişi bilmem ne oluyordu. Düşüyordu kalkıyordu, yaralanıyordu. Neticede de hiçbir şey bulamıyorduk. Verdiğimiz zaiyatla kalıyorduk. Onun için dedik ki istihbarata dayalı gerçek duyuma dayalı birşey elde ettiğimiz zaman operasyon yapalım, (...) Haa, o da boş çıkabilir. Ama yeterli kuvvetle bunu yapmak zorundayız. (...)

Artık herkesin gözü üzerimizde.. (...) Çok dikkat edin, herkesin gözü üzerimizde. Bir ufacık hata yapılırsa basına taşınıyor. Manşetlere taşınıyor. Onun için herşeyi yasal bazda yapmak durumundayız. Bizim yasalarımız, hani bazen kızıyoruz-mızıyoruz, ama ,bize gerekli yetkiyi veriyor. Dikkatli incelersek kullanırsak işte valiyle konuşmak suretiyle falan bize gerekli yetkiyi veriyor. Tabii önce jandarmamız yapıyor. Biz de onların peşinden ona destek olarak yapacağız. Biraz evvel söz ettim. EMASYA Protokolü kalktığı için iller arasındaki harekette biraz sıkıntımız olacak gibi geliyordu. Ama arkadaşlarımız söylediler. Valiler gene anlaştı falan diye. (...) Neyimiz varsa, kullanın. İşte havada bilmem ne helikopteri hazır bulundururuz. Bilmem ne çağırırız gerekirse. Bulundurun çağırın, şimdi rahatız Yani, sıkışık durumda değiliz. Her türlü imkanınızı kullanın. Bakın her türlü imkanımızı kullanın diyorum.

Ama, temas da kurduktan sonra. "İşte ben bunu kaçırdım. Gittiler gece karanlığında kayboldular." Bizde herşey var. Gece de görüyoruz, gündüz de görüyoruz. Her türlü imkanımız var. (...) Marifet, "kaçırdım" demek değil. Temas kurunca kaçırmak yok. İnatla cesaretle üzerine gidip sonucu almamız lâzım. (...)"

*

Genelkurmay eski Başkanı em. Org. Işık Koşaner"e aid olduğunda hemen hiç kimsenin şübhe etmediği bu ses kaydında, daha neler-neler yok ki..

"Asker-Polis ilişkisinde gerekirse ortalığı ayağa kaldırırız.. / Hukuka ne kadar saygılı olacağız? Biz enayi miyiz? / Erler, subayların  özel işlerinde kullanılıyor, kimi itini gezdiriyor, kimi evini boyatıyor.. /  Astlar, Genelkurmay"a yalan söylüyor.. / Ergenekon ve Balyoz dâvalarındaki itiraflar ve sorumluluğun kimde olduğu, / OYAK için verilen mücadele ve niçin vergi vermek istemedikleri, / Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ((AYİM)"in neden kalkmaması gerektiği,/ Sayıştay"ın askerî harcamaları kontrol etmeye başlaması ve artık paraların daha dikkatli kullanılması,/ TKS"nın kanun ve yönetmeliklerin dışına çıkılmasını bir yol haline dönüştürdükleri ve bunun hep böyle devam edeceğini zannettikleri.." vs.. konularda yaptığı değerlendirmelerin herbirisi de, gerçekten de ibretlik..

Gönül isterdi ki, bu kadar çarpıcı tesbitleri yapan bir Org. Koşaner,  bazı generallerin ve medyadaki destekçilerinin dolmuşuna binip, sadece Ergenekon- Balyoz vs. yargılamalar veya tutuklanan generallerin terfileri konusundan dolayı değil; bu ses kaydında dile getirdiği zaaflara dikkati çekmek için ve, "Ben böyle bir ordunun en yüksek komutanı olduğum için utanıyorum, ve sorumluluğumu kabul ediyorum.." diye istifa etsindi.. Böyle yapsalardı, şimdi en azından halkın içine çıkmakta zorlanmazlar ve hesaba çekilmeyi kabullenmiş, hatasının bedelini ödemeye hazır kimseler gibi itibar görürlerdi..

Yine de, Koşaner"in ve üç kuvvet kumandanının istifa etmesi inşaallah hayırlı olmuştur. Çünkü, bu istifalar, hem ülkeyi kimin yönetmekte olduğu konusunda zihinlerdeki bazı şübheleri bertaraf etmiş ve hem de yeni kumandanlara, geçmişteki gibi davranamıyacaklarını hatırlatmıştır..

Yapılan itiraf"a gelince.. Evet, kişinin kendi kusurunu -hatasını bilmek gibi irfan olmaz.. Şimdi ise, bir itiraf yapılmıştır ve itiraf, insanı yüceltir.. Ama, bu itiraf, bilinen mânada bir itiraf" değildir. Kamuoyu huzurunda, umûma açık bir hata itirafı değil, bir kapalı kutu durumunda olan TSK içindeki sınırlı üst komutanlara yapılmış ve anlaşıldığına göre, ortam dinlemesi yöntemiyle gizlice kaydedilmiş bir konuşma..

Evet, bu konuşmanın gizli dinleme yoluyla, hele de askerî bir mekanda bile kaydedilebilmiş olması elbette tehlikelidir; ama, bu zaafın ortaya çıkmaması daha büyük tehlike olurdu.. 

haksöz

Bu yazı toplam 2181 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar